• muhteşemin de ötesine geçmiş fevkaledeni fevkinde bir film.

    bir durum hikayesi olmasına ve film başlayalı 1 saat olduğunda dahi "noluya lan bu filmde, napıyonuz lan siz kimsiniz lan" diye sormanıza rağmen, harika kurgu ve senaryo, akıcı ve gerçekçi diyaloglar sizi adeta filme kitliyor. filmi durdurup biri sorsa konusu ne diye belki kitlenir cevap bile veremezsiniz.

    ama işte film tam anlamıyla hayatın kendisi. ne eksiği var ne fazlası. sanırım sinema sanatının ulaşmak istediği o duruluğa, saflığa dokunabilmiş bu filmde mike leigh. sanatın ve sinemanın amacı insanı tanımak, içini kurcalamaksa tam da bunu yapıyor film..

    --- spoiler ---

    evet, filmin son sahnesinden bahsetmesek olmaz. durarak insanı böyle düşündüren başka bir sahne olamazdı herhalde. arkada gençler paris diyalogları yaparken, mary'nin buruk gülümsemesinde, etrafa tedirgince bakan hüzünlü gözlerinde saniyeler boyunca birsürü şey yaşamış gibi oluyorsunuz. dahası o dakika mary'nin yerine geçip onun gözlerinden etrafa bakma ihtiyacı hissediyorsunuz. filmde insana sık sık sinir bozucu gelen mary'i belki de en iyi o sırada anlıyorsunuz. o kadar durağan bir şekilde böyle bir etki yaratabilmesi de filmin güzelliği.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    mary'nin katie ile ilk karşılaşması... o evin içinde, ben kenarda bir yerde otururken, yanı başımda yaşandı sanki her şey...

    --- spoiler ---
  • hayatta kazananların ve kaybedenlerin filmi.

    mary,ken ve ronnie ne kadar kaybedenler tarafındaysa hayatın, gerri, tom ve joe o kadar kazananlar tarafında. mevzu, iyi oyunculuklarla toparlanmış,ingiliz mizah anlayışı ile renklendirilmiş; o kadar iyi işlenmiş ki mevzu bize de güzel film demekten başka birşey kalmıyor. ben sevdim nihayetinde.

    --- spoiler ---

    herkes mary'den birşeyler bulmuştur. özellikle, kedi besleyen yırtık taytlı dip boyası gelmiş yalnız teyze olma korkusuyla titreye titreye yaşayan genç kadınları etkilemiştir sanıyorum mary, özellikle 'birileriyle konuşmak ne kadar güzel değil mi? diyerek susmadan konuşmaya devam ederken, ya da ronnie ile sigara içtikleri sırada,sümüklerini kazağının kolunun kenarına silerken. mary en acıklı karakter herhalde görüp görülebilecek. o kadar zavallı ki, siz onun zavallığından tiksinip sinemadan kaçıp çıkmak istiyorsunuz,öyle fena öyle dramatik, hele joe'nun sevgilisi katie ile karşılaştığı korkunç diyaloglar sahnesinde. katie herhalde mary'nin tam antisi olarak kurgulanmış, çünkü ben mary'nin zavallılığından ve depresyonundan ne kadar rahatsız olduysam, katie'nin süper eğlenceli, uyumlu, kendisi ve hayatıyla barışık mutlu çğırtkan ve pozitif tavırlarından o kadar rahatız oldum.

    --- spoiler ---

    velhasıl kelam izleyin, üzerine düşünülecek değerli bir film.
  • arada sırada bu filme denk geliyorum ya da film anlık olarak aklıma takılıyor. içimde hep ukte kalmıştır belki de başka hiç bir filmde böyle takıldığımı hatırlamıyorum.
    filmde kazanan, herkese kol kanat germeye çalışan (zoraki gibi gözükse de) hayatın nasıl yaşanmasını çok iyi bilen, mükemmel olarak lanse edilen çift bende o kadar mide bulandırıcı, tiksinç vb. (bkz: sana laflar hazırladım) duygular uyandırıyor ki tersine kaybetmiş gibi gözüken karakterler doğrularıyla, yaptıkları hayati hatalarla daha insana dair, daha olması gerektiği gibi geliyor bana. ya da daha samimi diyelim.

    hayata dair tercihleriyle kimseyi suçlamamış, getirilerini olduğu gibi kabul etmiş, kendi halinde bu insanlar mükemmel çiftimize batıyor. önce kendi mükemmelliklerini vurgulamak adına onları aralarına alıp, güvenlerini kazanıyor sonra en ufak bir baş ağrısında kapı dışarı edip, bütün sıkıntılarını bu insanlardan çıkarıyorlar. mükemmel çiftin sürekli yaşadığı gel gitler ile adeta yoyo topu gibi oyuncak oluyor bu zavallı! insanlarımız. saflıklarından ve iyi niyetlerinden çokça da güvenlerinden bu çiftin kapılarını çaldıklarında çiftin o an ki nevrotik psikolojisine göre ya üstü kapalı ya da alenen sürekli bir aşağılama ile karşı karşıyalar.

    mükemmel çiftimizinden erkek olan taraf bire bir ilişkilerde zaten gerekmedikçe muhattap olmuyor kadın ise eğer o günkü ego mastürbasyonu için yeri varsa içeri buyur ediyor. aile toplantılarında ise bu örnek çiftimiz rakılarına meze olsun, sıkıcı hayatlarında aslında yaptıkları hiç bir anlamlı uğraş olmadığından eğlenmelerine yardımcı olsunlar diye bu insanları da katıyorlar aralarına. baktığınızda ya yalnız bir köşede oturuyor oluyor ya da alay konusu olup hayata dair bir nutuk yiyorlar.

    filmin sonlarına doğru niyetlerin artık belli edilmekte sakınca görülmediği an ise zavallı mary'nin dostu bildiği mükemmel gerri'nin bu benim ailem dediği ailesinin içine girmek istemesiyle azarı yediği ama yine de gerri'yi kendisinden üstün gördüğü için haklı bulduğu an'a denk geliyor. ve aileden olduğundan mecburiyetten buyur edilen, karısı yeni ölmüş ama kimseye de yük olmak istemediği her halinden belli gururlu ağabey ronnie ile birlikte marry akşam yemeğinde bu ailenin tabağından yemek yemenin bedelini gittikleri ülkeler ile oralarda yedikleri boktan yemekleri dinlemeye mecbur bırakılarak ailenin egosuna hizmet etmeye zorunlu dinleyici köle rolünde olarak öderler.

    buradan filme dair bir ana çıkarım yapacak olursak o da herhalde; insanlar etraflarında başka insanlar olmadıkça başarılı, zengin, fakir,akıllı, aptal, kazanan ya da kaybeden olup olmadıklarını anlayamazlar denebilir.

    hayatta da her iki taraftan ne yazıkki bolca var evet. film bu konuda müthiş detaycı anlatımıyla çok gerçekçi duruyor. fakat izleyeli uzun zaman geçmesine rağmen mike leigh'in bu tarafların hangisinden yana durduğuna dair belirgin bir bakış açısı göremediğimden daha da doğrusu taraf olması gerekmez iken ağırlıklı olarak kazanan çifte yönelik bir güzelleme hissettiğimden hem sevip, hem nefret ettiğim dolayısıyla kocaman bir soru işareti bırakan film oldu benim için. mike leigh'in de üstünü çizip, çizmeme konusunda bir sonraki filmini merakla bekliyorum bu sebeple.
  • sıradan insanların hikayesi diye burun kıvırmak için sıradan olmamak lazım. kimdir ki sıradan olmayan? hangimiz? sıradan gidiyoruz işte. kanepeye uzan, yayıla yayıla izle. yok öyle şey. uzanırsın kanepeye. yayılamazsın. anlarsın pek bir şey olmayacak. gözüne gözüne sokmayacak, kafana kafana, ruhuna ruhuna soku sokuverecek. hızla değil. yavaşça ve hatta nazikçe.

    ben en baştaki teyzeyi merak ettim. uyuyabiliyor mu acaba? o ideal çiftten niye rahatsız olur ki insan izlerken? öyle insanlar yok, yoktur, olmaz, olamaz, olmamalı. olursa oturup kendi hayatıma üzülürüm diye. mutlu çiftler sevilmez. eğlenceli değillerdir. eğlenceden kastım ne? eğlenceden tam da sükunet yoksunluğunu kastediyorum. ay çok sıkıcılar. niye ki yavrum? için mi sıkıldı? ruhun mu daraldı? kafana mı dank etti bulamadığın sükunetin aslında en çok ihtiyacın olan şeyi olduğu?

    "bir zamanlar mary idim. şimdi kimim bilmiyorum."

    mary gerçek olmaktan öte bir çok kişiye denk geliyor. bana denk geliyor misal. onunla olan sahneleri izlerken canım çok fena sıkıldı. sanki biri beni izlemiş, sonra anlaşılmasın diye, ingiliz bir yaşı geçkin abla yapıvermiş. biraz abartmış, biraz karikatürize etmiş, mary diye karşıma dikmiş. yok ben bu kadar da değilim demem için elinden geleni yapmış. kibarlıktan, incinmeyeyim diye. oysa biraz mary iseniz, biraz, bir müddet, mary olarak yaşamışsanız, zaten incinmenin ta anavatanına bir gidip gelmişsiniz demektir. gene de bu hiç incitilemeyeceğiniz anlamına gelmez. bazıları ken olur. o ayrı. yok ayrı değil, mary'nin erkek olanı. onu daha az gösteriyorlar. zira iki hayatsız bir filme çok gelir.
  • adının ah mary vah mary olarak değiştirilmesini düşündüğüm film. hoş bu isimle çoktan yer kapmış başka bir film var hafızalarımızda ama olsun.
    neden bu isim peki? bu filmle ilgili aklımda kalacak tek karakter mary'dir çünkü. mary bizden biridir ne de olsa, yan komşumuz gibi, en yakın dostumuz gibi, kendimiz gibi...hepimizin hayatında olan insanlardan biri gibi mary. evet yalnız, hepimiz kadar. evet korkuyor, ben kadar. evet hayal kırıklığı yaşıyor, sen kadar. bir insanın yaşabileceği kadar, ne sunuyorsa mary film boyunca.

    --spoiler yayını--

    mary iyi misin diye sorarken, iyi değilim demek istiyor.

    mary mutluyum derken, mutsuzum demek istiyor.

    mary konuşacak birine ihtiyacın olursa ben hep yanındayım, iyi bir dinleyiciyimdir derken, konuşacak birilerine ihtiyacım var, beni dinleyen birileri yok etrafımda demek istiyor.

    ve filmde dikkatimi çeken en önemli detay; mary araba almaya karar veriyor ve alıyor da. çünkü kendini özel ve farklı hissetmeye ihtiyaç duyuyor. ayaklarını yerden kesmesi için umutsuzca beklediği ve hatta bel bağladığı o kişi bir türlü çıkıp gelmediği için, araba alarak kendi ayaklarını yine kendi yerden kesiyor. ilk araba yolculuğundan sonra heyecanla “ne kadar özel” hissettiğini uzun uzun anlatmasının sebebi de bu. bir süre sonra bunun da yetmediğini görmesi, arıza çıkaran arabasından sürekli şikayet etmesi ve sonunda onu da bırakıp tekrar metroyla yolculuk yapmaya başlamasının sebebi de.

    mary mütemadiyen söylediklerinin tam tersini ima ediyor film boyunca çünkü. kabullen(e)memiş bir insan nasıl olur sorusuna mükemmel bir cevap oluşturuyor bizim için, bizim gibi davranarak. dedik ya en başta mary hepimiz gibi. kendini kandırması da, yaşadığı yalnızlık ve arayış da, sürekli sanarak yaşaması da, sahip olduklarını kabullenmemesi de, ve neticede yaşadığı tüm hayalkırıklıkları da hepimiz kadar gerçek.

    --spoiler yayını son buldu--
  • eğer güzel ve genç kadınlar ve adamlar, seks, aksiyon, abartılı kinayeler, sıfır bedenler, lüks yaşamlar, hayvani karizmalar... görmek istiyorsanız; bu "sıkıcı" bir film.
    dünyanın, bize nasıl olmamız gerektiğini söylerken sunduğu kılıflar yok.
    insan adı altında bir ucube söz konusu değil.
    bu filmde; mutluluk var, huzur var, hüzün var, sıkılmak var, anlamak var, zaman zaman benzetmek var, düşünmek - bolca - var, rutin - istemediğin kadar - var, değişiklik var ya da yok, histerinin alası var, kadehlerce şarap var ve insan.

    nasıl seinfeld, hiçbir şey hakkında her şey'dir; bu film de aynen öyle.
    fakat hüzün hat safhada.
    bir filmden ziyade bir tiyatro oyunu.
    cast, çok çok isabetli.
    oyunculara laf atsanız cevap verecekler gibi.
    ayrıca, filmden çıktıktan sonra birtakım klişeler hayat mottosu haline gelebilir;

    (bkz: her yaşın ayrı bir güzelliği var)
    (bkz: önemli olan iç güzelliği)
    (bkz: parada pulda gözüm yok önemli olan sağlık)
    (bkz: böyle gider bu)
  • küçük iyi bir hikaye. mükemmel oyunculuklar. üstüne de mike leigh'in alameti farikası olan ironik bir anlatım. ben çok beğendim.

    spoiler

    mike leigh seyrederken ısınacağınız karakterlere çok dikkat etmeniz gerekir. mesela, mutluluk yuvasının sahibi tom ve gerry'nin (evet, o isimler de neydi öyle, değil mi? ironi derken bunu demeye getirmiştim aslında) oğulları joe ve onun tahammül ötesi zevzek sevgilisi kathy aslında düpedüz iticiydiler. ancak, bütün hikaye çok iyi kurgulandığı ve bu karakterler de ince detaylarla örüldüğü için bunu kolayca göz ardı edebilir insan.

    ama mike leigh etmiyor işte. kolaycı biri değil çünkü.

    spoiler bitti rahatlayın.
  • insanın hayatta nerelerde durduğunu kendine sordurtan bir film, işte bu yüzden de korkuları olana daha da ağır geliyor. herkes için oturmuşluk, seçimlerden memnuniyet, iyi ve mutlu yaşandığına olan inanç kuvvetli olsaydı tabii mary gibi bir karakter yaratılamazdı.

    filmden sonra, ilk anda en çok düşündüğüm mary olmuştu. ancak daha sonra filmle ilgili yazılanları, yorumları okudukça dikkatim tom ve gerry'nin üzerine kaydı. tom ve gerry'nin kendilerine, mutlu olma biçimlerine ve ihtiyaçlarına göre birlikte inşa ettikleri yaşam, okuduğum birkaç istisna dışında, kesinlikle bu söylediğim şekilde kabul edilmiyor. altyazı dergisi'nde maalesef yazarını unuttuğum bir inceleme yazısında tom ve gerry için "kibirli" ifadesi kullanılırken, sözlükte okuduğum yazılarda "samimiyetsiz" "gerçekdışı" "yapay" ifadeleri kullanılıyor. yani mutlulukları, yanına bu mutluluğu -izleyen tarafından- dengeleyici, mazur görücü bir kötü etiket yapıştırılmaksızın kabul edilmiyor. sanırım mary olmaktan o kadar korkuluyor ki, bir takim dis mihraklar'ın ifadesiyle "dünyanın sunabileceği her şeye yabancılaştıran sonlu sonlu, obur obur zevkciklerle" o kadar dolmuş ve yaşıyor ki birçoklarımız, insanın yaşamını sevebilmesi, mary'i mazur görüp, tom ve gerry'nin hiç de takıntılardan oluşmayan, hiç de samimiyetsiz bir sterillikle donatılmamış "iyi yaşam"larına olumsuz kulplar takmak ve inanmamakla mümkün olacak. yani bunu sevmemiz gerek, acizliği kabul edebiliriz, bu son derece gerçekçi, evet bu daha normal, hatta bu daha "iyi".

    bence bu film "insan"ın ciddi bir sorunuyla yüzleştiriyor izleyiciyi, yüzleştirmeli. insanın tercihlerle yaşamasının kabul sorunuyla. yani kapılmamasının, kendine sunulan tüm kolaycı eğlencelerden ve kazanımlardan vazgeçerek kendi yaşamını kurmasının diğerleri tarafından kabul edilememesiyle. bunda bir sakatlık aranmasıyla. hatta, insanın bir başkasındaki herhangi bir kusursuzluğu, mutlaka aynı insanda bulunabilecek başka bir kusurla kabul edebilmesiyle.

    sözlükçülerin aslında demek istedikleri gibi bir başlık var ya sözlükte. herhangi bir yazar, kendisiyle ilgili, istese aleni bir şekilde övünç kaynağı da olabilecek, fiziki ya da maddi-manevi bir varlığını cümle içinde kullandığı zaman, mealler hemen aşağılayıcı bir niteliğe bürünüyor. eğer yazar, yazısında bir sorunsuzluk yansıtıyorsa, bu mutlaka kötüleniyor. bunu öğrenen insan, kendiyle ilgili ortaya serebileceği ifadeleri kısıtlıyor veya dengeleme yoluna gidiyor. kendisine "ne güzel yiyorsun yiyorsun kilo almıyorsun" denen bir insan, "evet ya öyle valla şanslıyım" diyemiyor, bunun yerine şöyle bir dengeleyici kullanmak zorunda kalıyor "ay öyle de keşke biraz alsam yahu, hiç kadın gibi değilim bak senin memelerin ne güzel ben zayıf olduğumdan öyle değil, keşke benimkiler de öyle olsaydı." şimdi bu hayali diyalogta insanların karşılıklı olarak birbirlerini mutlu etmeleri gerektiği toplumsal oyun gerçeği de bulunabilir. ancak her zaman böyle olmuyor, hatta birçok defasında, sorunsuzluk, kusursuzluk veya mutluluk karşı taraf tarafından şiddetle kabul edilmeyeceği hatta karalanacağı için, kişi önlemini almak zorunda kalıyor, toplumsal ilişkisini sürdürdüğü sürece de maalesef bununla sorumlu tutulmuş oluyor, aksi halinde zaten toplum dediğimiz kitle kulis yaparak bu kişiyi, o toplumsal yapı içinde kötü niyetine ve samimiyetsizliğine inandırma yoluyla eritip bitirme yoluna gidiyor.

    inan temelkuran'ın bornova bornova filminde bu durumla ilgili harika bir detay var. müthiş bir insanlık tespiti, minicik bir anda gelip gidiyor (bunun tesadüfi olmadığını düşünüyorum). filmin esas kızıyla şişman arkadaşı, bilardo salonunda otururlarken, şişman kız, esas kıza -ki bu kız o grubun lideri konumunda bir kız, belli ki onlar için onun tercihleri trend demek ve aralarında en güzelleri de o- saçlarının ne kadar güzel olduğunu söylüyor. esas kız da tabii ki bunu biliyor, muhtemelen dakikalarını vererek spreylerle filan o hale getirmek için emek harcadığı o saçların ne kadar da güzel olduğunu adı gibi biliyor. ama şöyle tepki veriyor "ay yok yaa uçları hep şey şey". kızın görevi burada övgüyü kabul etmemek, onun sevilebilir ve beğenilebilir bir kız olmasını sağlayan da bu özverisi. eğer bu özveride bulunmamış olsa, saçları aynı olduğu halde muhtemelen saçları "berbat" olacak. bu örnekteki gibi, sadece karşı tarafa da yöneltilen bir iltifata bile gerek yok, en az 1 kusurla birlikte iltifat kabul edilirse, anlaşma sağlanıyor.

    another year'ın bal gibi de mutlu yaşayan çifti işte bu yüzden kolayca sevilemiyor. çünkü onlar bu mutluluğu daim kılmak için dışarıdan gelecek tüm tehlikeleri bertaraf etme "hak"larını sonuna kadar kullanıyorlar. mutluluk, onlar için bakıldığında gerçekliğine inanılmayan bir kavram; mutluluk ancak kusurlarla kabul edilebiliyor, onlar gibi olacağıma mary gibi olurum denerek bu tercih ediliyor. (gönüllü olarak; sürünmek, mutsuz olmak, barda rastgele ayakta duran adamlara içten içten hallenmek, sevilmemek, istiyor musun gerçekten? valla mı la? anaam senin işin de zor.)

    inanamıyorsunuz kardeşlerim, inanamıyorsunuz, inanmak istemiyorsunuz ama bazıları sizin vazgeçemediğiniz birçok saçmalıktan vazgeçerek, kendi elleriyle, bilerek isteyerek ve birbirlerini, kendilerini severek, gerçekten de mutlu oluyorlar.

    canım mike leigh. seni de çok seviyorum.
  • insan iliskilerini sorgulatan, bunu oldukca siradan hayatlari gostererek yapan, sessiz, sakin bir film.

    film yalniz ve orta yas krizi geciren mary uzerinden isleniyor aslinda. her ne kadar ana karakterler gerri ve tom cifti gibi gorunse de, ana mekan da onlarin evi olsa da sanki butun bir seneyi mary'nin gozlerinden goruruz.

    gerri ve tom ust-orta sinif bir aile, gerri psikolog tom ise muhendis. bir ogullari var, joe, o da pek tabii kendileri gibi egitimli. ciftimiz onlarca yildan sonra hala mutlu, etraflarinda gercekustu bir huzur var. yasamlarindaki tek duzelikten o kadar memnunlar ki insan ister istemez boyle bir yasliliga ozeniyor.

    mary ise gerri'nin is arkadasi, bir sekreter. belli ki oldukca sik evlerine gidip gelen birisi; ancak goruldugu kadariyla o kadar da istenen bir misafir degil ciftimiz tarafindan. bu mary'nin yalniz olmasindan, bu yalnizliginin getirdigi histeri ve asiri davranislarindan kaynaklaniyor.

    --bundan sonrasi spoiler olabilir----

    mary film boyunca o kadar "zavalli"ydi ki bazi sahnelerde filmi durdurup nefes almak zorunda hissettim kendimi. sade mary degil, ayni yalnizlik ve zavalliktaki ken bekar insanlarin kabusu olabilecek karakterler olmuslar. kabul etmek gerekir ki "bekarlik sultanliktir" diye dusunse bile her insan yapayalniz kalmaktan korkar. yalnizligi gidermek icin ozellikle bir ese gerek yoktur aslinda, arkadasliklar yeterlidir. tabii yas ilerledikce arkadaslar coluk cocuga karisir, aileleri daha oncelikli olur, barlara daha genc insanlar gitmeye baslar ve herkes aslinda her haftasonu evde yalniz basina bir sise icki icip sizmaktan icten ice korkar. bunu filmin iki karakterinde de goruruz. ne tatile gitmekten zevk alirlar, ne bara. belki de korkarlar tek olmaktan. bu yuzden onceden bahanelerini hazirlarlar: arabanin taksidi vardir, tatile parasi yoktur; barlardaki gencler gurultu yapiyodur, adamin bunu cekecek gucu kalmamistir.

    bu yalniz karakterleri, hatta yalnizliklari abartili sahnelenmis karakterleri gorunce gerri ve tom'a daha cok ozeniyor insan. ayni onlar gibi aciyor o yalnizlara. hatta ciftin mutluluklarinin bu karakterlerin acinasi hallerinden beslendigini soylesek yanlis olmaz. ben de her gun cevremde yalniz oldugu icin mutsuz olan insanlar gorsem, ben de yanimdaki sevgilime daha siki sarilirdim.

    peki ama hangisi gercek? tom ve gerri'nin samimiyetten uzak mukemmele yakin iliskileri o kadar da "mukemmel" mi aslinda? ogullarinin getirdigi kizi hemencecik sevdiler ama kizin pacalarindan samimiyetsizlik akiyor...ideal ve samimi olmayan bir cekirdek aile: misir gevregi ailesi. filmin basinda uykusuzluktan sikayetci bir kadin var. gerri'nin hastasi. gerri kadina en mutlu oldugu an ne zamandi onu soruyor, kadin ise cevap vermiyor. gerri'nin aklina gelen ilk sey kadinin dugunu, ya da cocuklarini dogumu. iste o ilk sahne aslinda butun filmi baglayan sahne. evli, cocuklu ve mutsuz bir kadinla acilip yalniz bir kadinla biten film. idealize ettiginiz o evlilik yasami kimin dogrusu?

    ---spoiler bitti------

    bir cok insanin mary'e acimasi bu filmden sonra cok normal ama bence yonetmenin demeye calistigi: iste bu hayat. bazen hayat bekledigini getirmeyebilir, ama bu en basta beklediginin senin icin en dogrusu olacagi garantisini vermez ki...

    oyle iste bombok oldum. boyle filmleri cok severim cunku bir hayati keser onune koyar. sinema benim icin binlerce hayati yasamak demektir. kendini bir karakterle ozdeslestirirsin, bir film biter sen bir hayati yasamis olursun. iste bu yuzden mutlu mu olayim mutsuz mu olayim bilemedim filmden sonra. boyle siradan insanlarin gundelik hikayelerini anlatan filmlerden hoslananlarin kacirmamasi gereken bir film.
hesabın var mı? giriş yap