• günün belli saatlerinde, belli karakteristik özellikler göstererek, türkçede olan tüm sifatlari hak eden güzel. söyle ki:

    sabah: sevgi manyagi, simarik, sevimli, yumusak, obur, tatli, akilli, uslu.
    öglen: uykucu, tembel, bezgin, nazli, narin, hassas, mutlu, huzurlu, kibar.
    aksam: zeka küpü, cingöz, oyunbaz, geveze, yaramaz, hiperaktif, zipir, firlama, deli.
    gece: manyak.
  • mavi güzlü olanları sağırdır. yeşil gözleri olan dünyalar güzeli kontes'im iki aylıkken bize geldi. onaltı buçuk yılın son dört buçuk yılını felçli ve kanserli yaşadı. sanki konuşurmuş gibi bakan gözleri vardır ankara kedisinin. çok gururlu olur. kendisini isterse sevdirir. uyandığınızda bir bakarsınız ki göğsünüzün üzerinde başını çeneninizin altına yerleştirmiş uyuyor. kalkmak istediğinizde hafif bir homurdanma sesi rahatının bozduğunuz için sizi protesto ettiğini gösterir. evden gidipte geç geldiğinizde küsmek gibi huyu vardır. tekrar evden çıkmanızı engellemek için kapının önüne yatar. sahibine aşırı düşkündür. ev halkından başkalarına sokulmaz. konukları sevmez, rahatsız olur. ölmek üzere olduğunda, gelmesi iki gün bile sürse sahibi gelmeden ölmez. aslında kedileri ya seversiniz ya da sevmezsiniz. bunun ortası yoktur. sevildiğini anladığı asla nankörlük yapmazlar. ankara kedilerinin en büyük özelliği kedilerin arasında biraz aptal olarak bilinmeleridir.
  • agresif, manyak ve psikopat kedimin*** cinsi.

    sokaktan bulup eve getirene kadar kucagımda mır mır mutluluk sesleri cıkarıyodu. evde kalacagını ve surekli karnının doyacagını anladıgı an gercek yuzunu gosterdi. hayır sevdirmek istemiyor olabilirsin de durup dururken neden tokat atıyorsun kardesim?!?!
  • hiperaktifliğin dibine vuran nazlı kedi. uykusu geldiginde gidip bir köşede uyumaz, birisi kucağına alıp uyutana kadar miyavlar. uykusunu aldığında ise zıplayabildiği her yere zıplar. oynayan ayak ve el parmakları en sevdiği avlardandır. yeşil gözlü olanlar sağırlığın aksine haddinden fazla duyarlar. kendisini kuş sandığı için omuzda dolaşmak en büyük zevkleri arasındadır.

    edit : 24 saat kucakta uyutmak imkansız olduğu için kediyi kandırmak gereklidir. sıcak su torbasına uygun sıcaklıkta su konulur, yanı başına bir saat konulur ve tek başına uyumayan kedi mışıl mışıl uyumaya başlar.
  • kedimin cinsidir. söylendiği gibi agresiftir safkan ankara kedileri. özellikle orta boy tüyleri olanların tersi çok pis oluyor.* ben bu kedi cinsini dobermanlara benzetiyorum. o ölümüne korkunçlu köpeğin aslında çok güzel bir kalbi vardır.* yabancıları bir kaşık suda boğabilir ama sahibine aşıktır. saatlerce ona bakarak hareketsiz durabilirler vs. ankara da öyledir. yaşadığı kişiyi bilir ve tanır. evin içinde adım adım takip eder.ne yapıyorsunuz ne yiyip içiyorsunuz sabahları kaçta uyanacaksınız en çok neyi giymeyi seviyorsunuz yatağın neresini seversiniz her şey bilir. kucaktan nefret eder, herkesin onları sevmesine izin vermezler. ama sevdiği kişilere karşı töleransı var. mesela ben onu kucağıma almayı çok seviyorum. alıyorum ama en fazla bir 30-40 saniye sürebiliyor. sonra hoşuna gitmediğini hissedip bırakıyorum. ama başkası buna yeltendiği anda pençeleri geçiriyor. ama bu bilindik uzak dur pençesi değil, "geber pislik!" pençesi bu. aslında çok uysaldırlar. asla yaramaz değiller çevremden ve benimkinden gördüğüm kadarıyla. ev içinde seslenmesen varlığını gün boyunca hissettirmez bile. kendince takılır. ama çağırdığında da, "şimdiye kadar aklın neredeydi aşağılık herif" miyavlamalarıyla gelir sevdirir/sever gider. hiçbir şeyi kırıp dökmez, ev olağanca dağınık olsun fark etmez. ha sevmek demişken bu cinse has özelliklerden biri de "sevme" olayı. aniden kucağınıza çıkar. patisini yüzünüze koyar okşar sever bir şeyler söylenir gider. insan gibi yani git geller yaşıyor kendi içinde. ayrıca miyavlaması başka hiçbir kediye benzemiyor. yumuşak bir ses tonu var, şarkı söylüyor sanabilirsiniz bazen. benimkinin göz rengi farklı birbirinden. son derece büyüleyiciler her şeyden önce, bu bakımdan davranışları nasıl olursa olsun eyvallahınız oluyor kendilerine. seviniz.
  • havalarından geçilmeyen bir kedi türü. dünyaları ben yarattım edasıyla kuyruk hava dolaşırlar evde ve aç olmadıkları sürece "gel yavrum" seslenişinize "yaw git işine" bakışlarıyla bakarak cevap verirler. sevdirmek istemezler kendilerini, zorlarsanız kaçmaya çalışır, kurtulamayacaklarını anlayınca çirkefleşirler.

    adlarını öğrenmezler, siz kimsinizdir ki ona isim koyacaksınız.

    sanırım hala eski mısır'da firavunun kedisi sanıyor bunlar kendilerini.
  • sağır oldukları söyleniyor ama diğer odadan fısıltınızı duyar duymaz koşup gelir. dişleri çıkıyorsa dikkat etmek gerekir çekinmeden ısırır. ne kadar kızsanız da asla vazgeçmez huyundan. onu bir arkadaşınıza bırakıp birkaç gün gitmeye kalkmayın, dönünce tafra yapar, yüz vermez, resmen küser
  • gabriel garcia marquez'in (bkz: benim hüzünlü orospularım) kitabında yer verdiği kedi. hürriyet daha yeni farketmiş olacakki marquez ankara kedisini yazdı diye bangırdıyor.
  • yaklaşık 2,5 yıldır bize ev arkadaşlığı yapan, tahminen 3,5 yaşındaki kedimizin türü.

    eve bir kış vakti selamınaleyküm agalar diyerek sapsarı girdiği için biz bunun cins olduğunu anlamamıştık. veteriner bizden de safmış, o hiç anlamamış, kafa kağıdında tekir yazıyor çünkü hsjdjdjfk sonra başka bir arkadaş -ki kendisi veteriner- "bu hayvan ankara kedisi lan, saçmalamayın böyle tekir mi olur?" deyince fark ettik ki hakikaten saçmalamışız. ne bilelim allah'ın tekirdağ-istanbul sınırında kapıya ankara kedisi geleceğini?

    neyse, sonuç itibarıyla 2,5 yıldır ankara kedisi bakıyoruz. başlıkta yazılanları da internette genel olarak hakkında yazılanları da okudum. herkes pek bir soylu, aşırı prenses, muhteşem ve ne kadar harika olduğundan bahsetmiş. öncelikle evet, bu hayvan dünyanın en muhteşem kedisi. fakat kendisi dünyanın en büyük emmisi aynı zamanda.

    kızılcahamam'daki bazlama heykelinin ankara kedisinden ilham alınarak yapıldığını söylesem herhalde abartmış olmam. gerrrrrçek bir iç anadolulu olduğu ekmeğe, bazlamaya ve her türlü basit karbonhidrata olan aşkından belli. hayvana üzerinde elit elit "no grain" yazan mamalardan alıyoruz; simide bakarak iç çekiyor, sofradaki ekmeğe ağlıyor. öyle çok tahıllı, tam buğday, çavdar falan da değil ha. böyle löp beyaz ekmek olacak ona. zaten ilk geldiğinde komşunun verdiği kuru-pilavı ayı gibi gömdüğü için hamile sanmıştık. meğer kuru fasulyeden bağırsakları tıkanmış. la havle. öyle bir emmilik evet.

    evde bir kişiye çok bağlanırmış karakteristik olarak. bu doğru. ve bilin bakalım o bağlandığı kişi kim değil? evet, ben. ben değilim yani. ben genel olarak hayvanın pek sikinde değilim. ben onun için aşığının yanında duran, utanmadan aşığıyla uyuyan, onunla vakit geçiren şerefsiz evladının tekiyim. kendime kuma almışım meğer. gerçi ben almadım, o kendi geldi.

    eşimle aralarında çok enteresan bir bağ var. daha önce, bırakın herhangi bir hayvanla insan arasındaki bağı, ben herhangi iki insan arasında bile böyle bağ görmedim. beni de seviyor arada ayıp olmasın diye ama eşim onun için bambaşka yerde. ben sabahları erkenden kalkıp işe gidiyorum mesela, tuvalete gidip giyinmek için odaya döndüğümde yastığıma yatmış eşimi izlerken buluyorum onu. hsjdjdjfk sinir bozucu bir romantizm gerçekten.

    inanılmaz konuşkan bir hayvan bu arada. husky'leri bilirsiniz, sürekli konuşurlar. işte bu hayvanın eksiği yok, fazlası var. internette de chatty olarak geçiyormuş bu tür. ilk geldiğinde sürekli miyavladığı için biz bir sorun var sandık. ilk kedim de değil. ben zaten kediyle büyüdüm. sonra bir köpeğim oldu. hayvan nedir, nasıl bakılır biliyorum yani. ama bu manyak sürekli evin içinde bağırıyor. böyle bir bağırmak yok ama. önce kızgınlık dönemi sandık, ama zaten eve geldikten bir hafta sonra kısırlaştı. acaba içeride parça falan mı kaldı dedim, öyle bağırıyor çünkü. ses kaydı alıp veterinere yolladım: "ya eyüp bey bu hayvan sürekli bağırıyor nedir derdi?" falan diye. veteriner, sizden bir şey istiyordur, dedi hsjdjdjfk olm canımızı mı alacaksın daha ne istiyorsun acaba? yok, muhabbet ediyormuş meğersem. bu evrimin kaçıncı basamağı lan? mama istiyor musun, diyorum; istiyorum, diyor. kum mu kirlenmiş, diyorum; evet bi temizlesene, diyor. bir yerden sonra dilinden de anlıyorsunuz kimi çağırıyor, ne istiyor, derdi neymiş. hakikaten kedice gibi bir şey öğrendik yani 2 yılda. bir lisan, bir insan derler bir de. bir lisan, bir kedi hshdjjdkf

    normalde dünyanın en uysal hayvanı. al, mıncır, aç göbeğini, yumul, öp, öp, öp, öp, ısır... hiçbir şey demez. çok darlanırsa "ıııııııııııı" diyor, annem de ben küçükken ellememem gereken bi şeyi ellediğimde aynı sesi çıkardığından, o önce yükselip sonra düşüşe geçen ıııııııııı'yı biliyorum ben. bırakıyorum o zaman.

    ilk veterinere götürdüğümüzde ultrasonla hamile mi değil mi diye bakılacaktı. (sonra kuru fasulye olduğu ortaya çıktı.) tuttuk poposunun üstüne oturttuk, önce tıraş ettik göbeğini, sonra ultrasonla bakıldı, anlaşılmadı röntgene aldık falan hiç sesi soluğu çıkmıyor. yani "ay gaçam, veteriner öldürem, kan çıkaram" gibi bir derdi yoktu. sakin sakin sonuçları bekliyor. veterinerde herkes hayvana aşık oldu. "sonuçlar nasıl? bebek miymiş, bok muymuş eyüp bey?" diye bakıyor laboratuvar sonuçlarına hsjdjdjfk amaaaaaaaaa ne zaman ki kısırlaştı, bir de sonra dikişe enfeksiyon kaptırıp bir hafta veterinere yoğun bakımda kaldı, işte o zaman bizim veterineri belledi. ne zaman gitsek "şimdi ananı laciverde boyadım eyüp" diye adama bir saldırıyor ki anlatamam. eşimden başka kimse tutamıyor. astronot eldivenleri falan fayda etmiyor. box'a koymak ayrı dert, box'tan çıkarmak ayrı dert - bu arada box'ına da çok aşıktır, gidip normalde içine yatıyor, gelip geçeni fittikliyor evde- öyle bir hale geldi ki her veterinere gidişimizde tüm giysiler tüyden görünmez halde, her yerimiz tırmık, box kırık, astronot eldivenleri yırtık, kan, göz yaşı... böyle bir dram içindeyiz. eve geliyoruz, sanki az evvelki arınma gecesi hiç yaşanmamış, veterinerde 4 leş bırakmamışız, ellerimizden kan damlamıyor gibi bir murk mırk durumları. daha içeri girer girmez hop atıyor kendini yere, göbek şov. lan az önce 4 veteriner harcadın!

    bir de pasif agresif tripleri var. biz her yaz, hatta bazen yılda birkaç kez uzun yol yapıyoruz. istanbul'dan çıkıp ankara'ya, oradan çıkıp datça'ya falan geçiyoruz. ben de hayvanın saatlerce box'ında durmasına razı olamıyorum. salıyoruz arabaya, kumu, kafesi, yatağı falan hepsi arabada. orada takılıyor. bazen gidip arka camda gelen geçen arabalara trip atıyor ama çoğunlukla 10 saatlik yolun 9 buçuk saatini muhtemelen bize içinden küfrederek kumunun içinde geçiriyor.

    bu arada evde bazı kurallarımız var. tahmin edebileceğiniz üzere kedinin yine pek siklemediği kurallar. mesela mutfağa girilmez, gibi. çünkü gerçekten bazı dönemler i-na-nıl-maz tüy döküyor. mesela bu aralar kıştan yaza bir günde falan geçmiş olmamız sebebiyle hayvan da haklı olarak kışlık kazağını bir anda çıkarıp atmak istedi. ev, tüylerin oradan oraya kitleler halinde göç ettiği bir vahşi batı kasabası gibi şu an. doğal olarak ben de mutfağa girsin istemiyorum çünkü her şeyin içinden tüy çıkıyor. buzdolabı dahil. bu yüzden kapılar genelde kapalı ama zaten hayvanın istediği şey biz neredeysek orada olmak. biz salonda oturuyorsak mutfağın kapısı açık bile olsa çok bakmıyor. ama biz mutfaktaysak ve kapı kapalıysa... dışarıdan dinleyen biri biz hayvana içeride işkence yapıyoruz diye düşünebilir. nasıl bağırmak, nasıl bağırmak! hani öyle "açar mısınız kapıyı efendim?" gibi bir uğur dündar değil de, o videonun sonundaki uğur dündar gibi daha çok.

    bir de dışarıdan gelince bir gbt alması var. kedi mi sevilmiş, köpek mi mıncırılmış, ne olmuş, ne bitmiş hepsini öğrenecek.

    biz kapıdan girince ağzı hafif açık, iğrenir bir modda bacaklarımızı koklaması... insan mahçup oluyor. "gerçekten sevmedim, biraz mama vermiş olabilirim sadece. uzaktan verdim, kendisi geldi sürtündü, özür dilerim, bir daha olmayacak ühhüühüh" triplerine giriyorsunuz ister istemez.

    velhasılıkelam, anlatmakla bitecek gibi değil. ben doğurmuş olabilirim bunu. öyle de seviyorum, hislerimiz çok da karşılıklı olmasa da.

    ömrü de tüyleri gibi uzun olsun.
  • bir ankara cahili olarak 'ya bu beyaz kedi her yerden cikiyor ne tatli da bi seymis' derken aslinda ayni kedinin dolanmadigini, butun kedilerin beyaz oldugunu ve bu butun kedilerin ankara kedisi oldugunu, sandigim gibi ankara kedisinin kelaynak misali soyunun tukenmedigini, ankara'da halen bu kedilerin var oldugunu ve ankara'yi ele gecirdiklerini fark ettim. tum bunlari kendi kendime cozebilecek dehada bir insan oldugum icin tanri'ya sukurler olsun.
hesabın var mı? giriş yap