• kanıta dayanmayan uygulamalar bütünü.
    herhangi bir tedavi yönteminin başarılı olduğunun gösterilmesi için öncelikle etkili olduğu ispatlanmalıdır.
    bu kanıta dayalı tıp anlayışı yıllar içinde evrilmiş ve çok basamaklı bir hale gelmiştir.

    öyledir ki x yaklaşımı y hastalığını tedavi eder önermesi; vaka raporları, açık etiketli çalışmalar, açık klinik çalışmalar, randomize plasebo kontrollü çalışmalar, ilaç-ilaç çalşmaları ve metanalizler gibi çok basamaklı bir çalışma sonucunda doğrulanır ya da yanlışlanır.
    bu süreç çok uzun, ekip çalışması gerektiren, yan etkiler açısından anormal derecede titiz davranılan bir süreçtir. bu süreç tepeden inme bir süreç değildir yıllar içinde insanların canının tatlı olması sebebiyle evrimleşmiş bir süreçtir ve amacı zakkum hadisesi gibi faciaların yaşanmamasıdır.

    buna koşut olarak alternatif tıp başlığı altında tartışılan doğu ya da hint tıbbının yaklaşımı kalitatif çalışmaların esas alınmasıdır. yani ben dedemden ve babamdan ve mahallemizdeki herkesten gördüm ki yosun suyu kansere iyi geliyor. elde kantitatif bir veri yoktur. bunun yanısıra hastalık tanımları için en sık kullanılan terimler, "enerji aktarımı" kavramı dünyanın kapalı bir sistem olduğu ve enerjinin kaybolmadığı esasına dayanır halbuki osn yüzyılda dünyanın açık bir sistem olduğu ve enerjinin korunumlu olmadığı gösterilmiştir. buradaki enerjinin jeotermal enerji mi, nükleer enerji mi ısı enerjisi mi olduğu belirtilmez. enerji denir sadece. bu nasıl aktarılmaktadır açıklanmaz. bazen de alternatif tıp uygulayıcıları bu görüşe bilimsel süsü vermek için bu enerjinin eeg ile ölçtüğümüz beyin hücrelerinin elektromanyetik alanı olduğunu ileri sürerler. o zaman durum daha da vahimleşir çünki örneğin bir alternatif tıp uygulayıcısı size dokunarak beyin hücrelerindeki elektrik akımının neden olduğu elektromanyetik enerjiyi aktarmaya çalışırken alt katta çalışan televizyonun elektromanyetik enerjisi size bundan yaklaşık 1000 kat daha fazla aktarılmaktadır.

    batı medikal epistemolojisinde dekarttan beri süregelen ruh-beden ayrımı ve disease (hastalık)-illness (rahatsızlık) ayrımlarının altının biraz kalın çizgilerle çizilmiş olması batı tıbbını sanki yeterince insancıl değilmiş gibi göstermektedir.

    bunun diğer anlamı şudur. doğu tıbbına göre örneğin karaciğer kanseri olan bir kişiye morfin verilmesi onun diseaseini iyleştirmemekle beraber onun illnessına iyi geldiği için bir tedavi yöntemi olarak kabul edilir. bu nedenledir ki akapunktur, aromaterapi, ayurveda tıbbı, çin tıbbı gibi ekollerde kişinin santral sinir sistemini etkileyen sakinleştirici özelliği olan ajan ya da yaklaşımlar ve hipnoterapötik yöntemler en etkin tedavi yöntemleri arasındadır. bazen de dozları tutturulamadığı için kişiyi komaya sokarlar.

    batı tıbbının bu noktada eleştirilebilecek yönü psikiyatri-diğer tıp dallarının yeterince bütünleştirilememiş olmasıdır. psiko-somatik tıp, somatoform bozukluk kavramlarının bilimsel çevrelerce bir hastalık oalrak tanımlanmasına karşın uygulama pratiğine dökülememesi ve rahatsız olan fakat hasta olmayan kişilere hastalık hastası etiketini kolayca yapıştırarak, onların acılarını dindirmeye yeterince emek harcamamasından kaynaklanır. alternatif tıp uygulamalarında da para kazanmak için hedef kitle olarak özenle bu insanlar seçilir.

    kullandığımız ilaçların çoğu bitkisel kökenlidir. her bitkinin zaten bir kimyasal formülü vardır. bu yüzden kimyasal-bitkisel ayrımı yanlıştır. organik-inorganik ayrımı doğrudur fakat inorganik ilaçlar da (lityum gibi) doğanın bize sunduğu nimetlerden köken alır yani doğaldırlar.

    tıp adamları da bal gibi bilmektedir ki çay broşları açar, kahve kalp hızını arttırır, güzel avrat otu göz bebeklerini büyütür, sinemaki ishal yapar vs. fakat burada önemli olan nokta tıbbın temelinde olan "önce zarar verme" ilkesidir. yukarıdaki maddelerin hepsi belli bir dozun üzerinde insana zarar vermeye başlar.

    şimdi hayatın pek çok evresinde kanıta dayalı bir anlayışı benimsiyoruz. örneğin arabamız bozulduğu zaman orjinal olsun yan sanayi olsun kanıta dayalı bir sistem içinde yapılması gerekenleri yapıyoruz, yaptırıyoruz (hava filtresi yerine ince çorap da pekala işlev görebilir aslında). bilgisayar bozulduğu zaman kasasını açıp da alternatif yöntemler uygulamak yerine(fan yerine fön makinası oturtabiliriz mesela) bir bilene danışıyoruz, servise götürüyoruz.

    iş tıbba geldiği zaman buradaki rantın çok büyük olması sebebiyle ve insanın kendisini biyolojik ve fani bir organizma olarak görmek istememe narsisizminden faydalanarak alternatif tıp uygulayanları destekliyor, alkışlıyoruz. ama her nasılsa bu kimyasal karşıtı insanlar arasında bebeği zatürre olduğu vakit antibiyotik vermeyen birisine rastlamak mümkün olmuyor (bazı toplumlardaki radikal tarikatlar dışında).

    emek harcamadan birşeyler kazanmak her zaman insanoğlunun rüyası olmuştur. keşke arabalar suyla gitsedir, sürtünme kuvveti olmasadır, konuşmadan anlaşabilsekdir, sadece bakarak nesneleri eğip büksekdir, keşke ufolar gerçek olsa ve dayanılmaz varoluş sızılarımızı dindirebilsedir, keşke yer çekimi kuvveti olmasa ve meditasyonla uçabilsek, keşke sabahları erken kalkmak zorunda olmasak, literatür takip etmek zorunluluğumuz olmasa, keşke hastalıklar sadece dokunarak, ya da aktarlarda iyileştirilebilse. bunların hepsini ben de istiyorum.
    herkesin çevresinde, akrabaları arasında mutlaka bir tıp öğrencisi vardır. keşke o çocuklar sabahlara kadar çalışmak zorunda olmasalar, keşke tıp fakülteleri 6+4( ihtisas) yıl değil 2 yıllık olsa.
    ama değil işte. zor. hayat çok zor. çalışmadan bir halt olmuyor. yeri geliyor hastaya verdiğin bir ilaç acaba greyfurt suyuyla etkileşiyormu diye 2 saat kaynak taraman gerekiyor. sıkılma lüksün yok. ayurvedaya güvenip araştırmasam olmaz mı? olmaz. çünkü hayat zor. çok zor.
  • geçenlerde sosyal medyada, depresyon tedavisi için bir bitkinin çayının önerildiğini gördüm. bu örnek üzerinden alternatif tıpla ilgili genel sorunlar hakkında konuşmak istiyorum

    burada ele alınması gereken birkaç konu başlığı var:

    birincisi şu, bitkilerin gerçekten de farmakolojik etkileri vardır. önerilen bitki de potent içeriği olan bir bitkidir. hafif düzeyli depresyonda, standardize dozda kullanımı mevcuttur. ancak bu bitkinin neredeyse tüm ilaçlarla güçlü etkileşimleri olduğu için dikkatli kullanılması gerekir. örneğin bir kalp ilacı, bir kan sulandırıcı ya da kanser tedavisi alan birisi için - bu ilaçların kandaki düzeylerini değiştirerek - tehlikeli olabilir.
    şöyle düşünün, ben çıkıyorum, bir ilaç adı söylüyorum ve diyorum ki depresyonu olanlar ...... kullanabilir. tuhaf olur değil mi? peki neden tuhaf olur? çünkü tedavi önerilerinin tümü kişiseldir, topluma yönelik değildir. bir insana çok iyi gelebilecek bir ilaç bir başkası için zararlı bile olabilir. bu yüzden hekimlik terzilik gibidir; nasıl terzi herkese üzerine uyacak bir kıyafet tasarlıyorsa hekim de tedavileri kişiye özel tasarlar.

    ikincisi şu, bir hekimin farmakoloji bilmesini bekleriz. bir bitkinin içindeki etken madde ilaç formuna dönüştürüldüğü zaman dozlanabilir hale gelir. ancak çay dediğimiz şeyin içindeki bitkinin etken maddesinin düzeyi, o çaya ne kadar geçtiği bilinemez. bir insanı tedavi ederken şikayetlerine uyumlu bir dozlama yapılmazsa tedavi etkin olmaz. tedavi edeceğim derken kör topal ilerletip durumu kötüye götürmek gibi bir ihtimal doğar. hastalara ilaç başlanırken bile bazen haftalarca takip edilir, dozları yavaş yavaş ayarlanır, optimal hale getirilir. bütün bunların bir sebebi var elbette, hastanın iyileşmesi ve yaşam kalitesinin sürdürülmesi/iyileştirilmesi.

    üçüncü konu ise şu, insanlara tedavi önerisi gibi sunulan birçok tıp dışı yöntem tedavi anlamında hiçbir işe yaramaz. depresyonu ele alalım. depresyondaki insanlara kuaföre git, spor yap, dengeli beslen, dışarı çık, bilmemne çayı iç gibi öneriler verilmesi hastalığın hafife alındığının göstergesidir. insan mutsuzken, keyifsizken bu öneriler hakikaten faydalı olabilir. insanı yeisten çıkarabilir, belki öneriler hayata geçirilir, hayatta değişimler yapılırsa depresyonun gelişmesinin önüne bile geçilebilir. ancak klinik olarak depresyon gelişmiş bir hastaya 'spor yap düzel' demek konunun hiç anlaşılmadığını gösterir. yani iyi yaşam önerileri ve tedavi önerilerini birbirine karıştırmamak gerekir.

    bence tıbbın en önemli parçası etik. bir hekim hastasına asla zarar vermemelidir. elbette hekimlik aynı zamanda bir meslek, doktorlar bununla geçiniyor ama para için etiğin, bilimselliğin dışına çıkmak hekimlik onurunu yerle bir etmek demektir.

    * bu yazıyı yazmaya ocak ayının ilk günlerinde başlamıştım, bitirmek bugüne kısmet oldu.
    bugün bir pandemi ile karşı karşıyayız. aşı karşıtları, modern tıp karşıtları acaba şimdi de çıkıp çay demleyin, aşı olmayın diyecek mi yoksa covid-19 aşısı ya da virüse etkili antiviral bulununca aşı olmak, ilaç içmek için gayret mi gösterecekler, göreceğiz...
  • çağlar boyunca şöyle gelişmiştir:

    "boğazım ağrıyor ne yapsam?"

    m.ö 2000: al bu bitki kökünü ye.
    m.s 1200: o bitki kökü kafir işidir, şu duayı oku.
    m.s 1500: o dua batıl inançtır, şu iksiri iç.
    m.s 1800: o iksir kocakarı ilacıdır, şu hapı al
    m.s 1900: o hap etkisizdir, şu antibiyotiği kullan.
    m.s 2000: o antibiyotik doğal değil ki, neden bu bitki kökünü yemeyi denemiyorsun?

    kaynak (bkz: bash.org)
  • işe yarayan alternatif tıbba ne denir biliyor musunuz?

    tıp.

    evet, iş "o kökü yeme"den "bu hapı iç"e geldi. şimdi malın biri çıkmış "kökü ye" kısmına geri dönmemizin bir şey kaybettirmeyeceğini söylüyor. ulan hödük, o zaman neden "o kök" ile 30 yıl-40 yıl yaşadığımız zamanlardan, "bu hap" ile 100-120 yıl yaşadığımız zamanlara geldik? neden benim "o kök" ile yaşamış olan anneannem 50 yılda hiç olurken, bu gün ellisine gelen annem "bu hap"a güvendiği için turp gibi sağlıklı?
  • kendisi yüzünden bir şeyin üzerine "%100 doğal" etiketi konunca aksi yönde son sürat kaçmama neden olan şarlatanlık.

    pek çok alternatif tıp şirketi, sektörün en büyükleri hariç çoğu ilaç şirketiyle yarışır bütçelere ve büyüklüklere sahiptir. ama bu bütçelerle ilaç şirketleri, tabi oldukları kurallar sebebiyle araştırma yapmak ve kanıt ortaya koymak zorundayken, alternatif tıp şirketlerinde böyle bir zorunluluk olmadığından kar marjları muazzam boyutlardadır, ürünlerine de ne soktukları belli değildir.

    dolayısıyla bu saçmalık aslında legal dolandırıcılıktır. yiyen de kerizdir. buna övgüler düzen sivri akıllılar da katmerli kerizdir. kemoterapi ilacıyla sinamekiyi karşılaştıran arkadaş ise efsane kategorisindedir.
  • tıp değildir ama cinayete teşebbüs filan olabilir. bundan altı ay kadar önce şirkette beraber çalıştığı arkadaşım göğsünde küçük bir kitle hissetti. kesin tanı konması için tomografi veya öyle bir şey çekilmesi lazımdı, ancak onu çektirmedi. zira tıbbı nebevi yöntemini kullanarak kanseri pancarla (!) tedavi ettiğini iddia eden diş hekimi (!) bir hanımefendi (!) kendisine asla çektirmemesi gerektiğini, sıfır grubu kanı olanların asla kanser olmayacağını (!) falan söyledi. ve şu anda kanser, o kanser olması imkansız olan sıfır grubu arkadaşımın tüm kemiklerine ve hatta belki kemik iliğine yayılmış durumda. minicik bir kitle, belki kemoterapi ile belki memenin alınması ile gidecekken, sonuç ne oldu.
    keşke beni haksız çıkarsaydı, keşke şaşırtsaydı, çıldırmak üzereyim. allah aşkına inanmayın, kanmayın böyle şeylere ne olur. tıbbı nebeviymiş, o nebi bize "ilim çinde bile olsa gidip alın" demiş. sen 1500 yıl öncesinin arabasını mı kullanıyorsun da gelmişsin insanlara 1500 yıl öncesinin tıbbını satıyorsun be beynini yediğim?
  • üst edit: aşağıda uzun uzun paylaşacağım acı tecrübemi yazmaya başlamadan önce belirtmek isterim ki, 3.5 yıllık yorucu bir kanserle mücadele süreci sonrasında iki gün önce babamı akciğer kanserinden kaybetmiş bulunmaktayım. biliyorum ki bu amansız hastalığa yakalanan bazı hastalar ya da yakınları, her türlü çözüm yolunu denemek için şevki güngör ya da ege lokman ismiyle karşılaşacaklar. ben her ne kadar alternatif tıp konusuna karşı olsam da, hastanın elindeki tutunacak dalı almamak adına cepheden karşı duramadığımı da belirtmek isterim. şimdi yaşanan süreci aşağıda anlatmaya başlayabilirim.

    babam akciğer kanserine yakalandığını öğrendiğinde 3. evrenin henüz başlarındaydı. hem evresi itibariyle hem de ameliyatlı bir kalbi olduğundan ve kronik kalp yetmezliği olduğundan ameliyat olma şansı maalesef yoktu ve akciğer kanserinde uzun yaşam süreleri ya da hastalıktan kurtulmak noktasında ameliyat edilebilirlik kritik bir öneme sahip. bu imkanlardan yoksun olduğumuz için ve sküamoz hücreli akciğer kanserinde akıllı ilaç tedavisi yapılamadığı için kemoterapi ve radyoterapi almaktan başka modern tıp imkanlarından faydalanamadık. her tomografi ve pet sürecinden sonra kitlenin yavaş yavaş büyüdüğünü görmek, bir kaç yıl sonra diğer akciğere ve sonrasında böbrek üstü bezine yayıldığını öğrenmek -ki bu artık 4. evrede olduğunuz anlamına geliyor- modern tıp imkanlarıyla bu hastalığın üstünden gelemeyeceğiniz fikrini pekiştiren tatsız gelişmeler. dolayısıyla insanın en doğal güdüsü olan hayatta kalma arzusu ve en azından elinden geleni yapman gerektiği, hemen teslim olmama niyeti sizi doğal olarak farklı arayışlara itiyor.

    tam da bu arayışlar sonrası, babam yaptığı internet taramaları sonucu şevki güngör ve ege lokman isimlerine ulaşmış. bana "gel bak bakalım, ne diyorsun bu işe, deneyelim mi" dediğinde düşük perdeden de olsa ben modern tıp imkanlarından başka hiç bir yola güvenemeyeceğimi, bu maddelerin kullanımının yan etkileri olabileceğini ve ciddi bir risk almış olacağımızı ifade ettim ancak fazla diretemedim çünkü hastalık, modern tıp yöntemlerine cevap vermedi ve elindeki umut ışığını da söndürmemeye özen gösterdim. ancak kendisi bu yolu denemek istediğini, yaptığı internet aramalarında şevki güngör'ün pek çok televizyon programına çıktığını, gazetelerde haberlerine yer verildiğini, bir kaç sitede iyileşen hasta yorumlarının olduğunu söyledi. televizyon programı denen şeyin de hafta içi her gün gündüz kuşağında yayınlanan, biraz parayı basıp konuk olarak katılabileceğiniz uyuşturucu etkili sabah programları olduğunu, gazete haberlerdi denen şeyin de çamur medyası olan gerici akit, sabah gibi gazeteler başta olmak üzere tamamı iktidarın siyasal hegemonyasının olduğu gazeteler. iyileşen hasta yorumları da gerçekten hastalıkla boğuşmuş insanların yazabileceği anlamlılıktan ve derinlikten yoksun, yüzeysel yazılar. bunların kim tarafından yazdırıldığı ise çok açık. ikna süreci genel olarak neye ikna olmaya hazır olduğumuzla ilişkili olduğundan umut ışığı olarak görünen ancak umut olma ihtimali hiç olmayan şeye babam kendisini ikna etmişti bir defa. bana ilaçları kargoyla değil manisa kırkağaca giderek almak istediğini, şevki güngör ile de görüşmek istediğini, hastalığın durumu ile ilgili ne düşündüğünü yüz yüze konuşmak istediğini söyledi ve benden kendisini manisa'ya götürmemi istedi. o andan itibaren itiraz etme şansım olmadığı için ne zaman isterse gidebileceğimizi söyledim.

    yaklaşık bir buçuk ay önce bir cumartesi günü bursa'dan manisa'ya gittik. otoyolun kenarında bulunan ege lokman denen yerin önüne aracımızı çektiğimizde dikkatimi çeken ilk şey şıkır şıkır bir range rover oldu. gittiğimizde de şevki efendi kapıda afiyetle melemen yiyordu. bir süre içeride bekledikten sonra odasına görüşmeye aldı bizi. güvenirliği arttırmak amacıyla, ünlülerle çekindiği fotoğrafları, katıldığı televizyon programlarındaki fotoğraflarını astığı duvarla karşıladı bizi. neyse, yanımızda getirdiğimiz, hastalık sürecinde çekilen tüm tomografi ve petlerin, alınan kemoterapilerin, tarih sıralamasıyla dizildiği dosyayı (babam mali müşavir olduğu için dosyalama konusunda çok titizdi) şevki efendiye uzattık. bu hastalıklarla boğuşmaya başladığınızda zaman içerisinde büyük oranda okuduğunuzda anlayacağınız tomografi raporlarına baktı ve bildiğimiz durumu tekrarladı. ama büyük bir eksikle tekrarladı. dedi ki "durumunuz çok kötü değil. evet hastalık ilerlemiş ama çok daha kötülerini iyileştirdik. beyine metastas yapan ve iyileşen hastalarımız var. sizin durumunuz bu hastalara göre daha avantajlı. vereceğim ilaçları söylediğimiz şekilde kullanırsanız, hızla sonuç alırız" sözlerini ölmek üzere olan umut dolu bir adamın gözlerine bakarak utanmadan söyleyebildi. sonra eline bir liste aldı. fotokopiden çıkan kağıda bakarak (burada bakarak kelimesinin üstüne basarak söylüyorum) hangi ilacın ne işe yarayacağını "şu ilaç kanseri küçültecek, şu ilaç bağışıklığı güçlendirecek vs." kağıttan bakarak bize okudu ve sonrasında kullanmanın imkansız olduğu bir ilaç listesi ve programını bize uzattı.görsel dedi ki "eğer bu listeyi eksiksiz uygularsan 6 ay, aksatır ama bırakmazsan 1 senede bu hastalığı yeneriz". babam bu ilaçların bize maliyetinin ne olacağını sorduğunda ise doğru hatırlıyorsam 2.250 tl gibi bir fiyat çıkarttı. tabi bu ne benim ne de babamın beklediği bir fiyat olduğundan bir süre bir sessizlik oldu ve sonra babam "biz dışarıda bir istişare yapıp gelelim" dedi ve beni dışarıya çağırdı. "ne yapalım" diye sorduğunda maalesef cevabım, kararın kendisine ait olduğunu söylemekten ileri gidemedi. tekrar içeri girdiğimizde "üzerinde o kadar nakit olmadığını, 600 nakit, geri kalanı karttan tek çekim yaparak düz 2000 liraya bırakırsa hepsini alabileceğini" söyledi. şevki güngör durur mu, ağına düşürmüş bir defa, hemen kabul etti. para konusu da halloldu ve babam oradan umut dolu bir şekilde çıktı. bursa'ya dönüp hemen ilaçlara başlamak için sabırsızdı.

    döner dönmez bir koli ilaç ve sallama çay misali, kokusu ve tadı leş gibi olan bitkisellere başladı. tam bugünlere denk düşen bir doktor randevumuz da yaklaşıyordu ve güncel durumu öğrenecektik. bu arada bu hadiselerin yaşandığı süreçte babam ciddi bir solunum sıkıntısı çekiyor, hızla kilo kaybediyor (kısa sürede 20 kilo) yürümekte bile zorluk çekiyordu. doktora gittiğimizde durumunun çok kötü olduğunu, bir hafta yatması durumunda uygulanacak destek tedaviler ile solunum sıkıntısını kısmen rahatlatma gayreti içerisinde olabileceklerini belirtti. bizim için bu durum epey kazanım olacaktı. o nedenle hemen yatış işlemlerini başlattık. bir sonraki gün doktor çekilen röntgen ve tomografinin sonucunda benimle özel olarak konuştuğunda hastanın durumunun herhangi bir tedaviye uygun olmadığını, kalan zamanının haftalarla ifade edilebileceğini, dilersek bu süreci hastahanede geçirebileceğimizi, bu anlamda bir karar vermemiz gerektiğini belirtti. tabi doktorun bu süre öngörüsünü hiç bir zaman babamla paylaşmadım ancak durum konusunda da gerçekçi olmayan umut vermekten kaçınarak durumu anlatmaya çalıştım. ancak ben ne dersem diyeyim kendisi hem babasını hem eşini aynı hastalıktan kaybetmiş biri olarak modern tıp imkanlarının kapandığını bildiğinden son bir umut şevki güngör'ün ilaçlarını kullanmak için, çözüm olmayacaksa da kalan süresini evinde geçirmek için süreci hastahanede geçirmek istemediğini belirtti ve bu şekilde hastahaneden ayrıldık.

    buraya kadar anlattığım süreç yaklaşık 15 günlük bir süreç. eve geçtikten sonra ise önümüzde üç buçuk hafta kaldığını bilmiyorduk. babam vakit kaybetmeden şevki güngör, yani ege lokman'dan aldığı bitkiselleri gün boyu kullanmaya başladı. ancak son süreç o kadar hızlı ilerliyordu ki ne kullanırsa kullansın günden güne ağırlaşıyor, günde bir kaç defa boğulma, tıkanma tehlikesi atlatıyor, ev tipi oksijen makinesiyle solunum krizlerini atlatmaya çalışıyorduk. kaçınılmaz son yaklaştıkça babam kendini ikna ettiği şeyin koca bir yalan olduğu gerçeğiyle daha berrak bir şekilde yüzleşebildi. son günlerinde "galiba dolandırıldık, zaten onca haber ve yazının arasında 3-5 hasta yorumu var. tabi onlar da gerçekten hasta yorumuysa..." dedi. inanın bana hayatının son günlerini yaşayan birinin bu çaresizliğini görmek istemezsiniz.

    uydurma reçetelerde ifade edilen ilk sürenin sonunda bir kaç haftalık ara öngörülüyor. babam bu kesintisiz ilk süreyi bitirdi. bitirdi bitirmesine ancak arada geçen yaklaşık üç haftalık sürede de kendisi bitti. bu sürede yanındaki su bardağını bile uzanıp alamayacak duruma gelmişti. ilaçları bıraktıktan bir buçuk gün sonrasında da kollarımda can verdi.

    biliyorum ki uzun yazılar okunması zahmetli yazılardır. tam olarak bugünün sorunlarına dokunmuyorsa okumaktan imtina ederiz. ama hastasını yaşatmak, yaşatamayacaksa da kalan süresini kaliteli geçirmesini sağlama kaygısında olan tüm hasta yakınları sayfalar dolusu yazı okur. o nedenle burada ifade etmeye çalıştıklarım, maalesef aylar, yıllar içerisinde pek çok insanın karşılacaşacağı kaçınılmaz acılar olacak.

    amacım google araması yaptığınızda altında range rover olan, bazı ilişki ağlarına sahip olduğu belli olan şevki güngör'ün troll yorumlarının haricinde gerçek bir hasta yakını yorumunu, elimden geldiğince detaylı anlatmak. çünkü eğer siz de bir hasta yakınıysanız, burada ifade edilmeye çalışılan çelişkileri yaşayacak, ne yapmanız gerektiğini bilemeyeceksiniz. bu yazıyı tam da ne yapmanız gerektiği konusunda tavsiye vermek için zor saatlerde yazdım. yapmanız gereken modern tıp imkanlarına güvenmek, modern tıp imkanlarının gelişmesinin önünü açacak akıl ve bilimin yanında yer almak umut tacirliğinin sonunu getirecek yegane şey.

    karşınızdaki umut tacirlerinin çok kurnaz olduğunu, kendilerini hukuken güvence altına aldıklarını sakın unutmayın. şevki güngör'ün ilaç kapsüllerinin arkasındaki etikette yazan "hastalıkların önlenmesi veya tedavi edilmesi amacıyla kullanılmaz. tavsiye edilen günlük porsiyonu aşmayın. takviye edici gıdalar normal beslenmenin yerine geçmez. çocukların ulaşamayacağı yerde saklayın. hamilelik ve emzirme dönemi ile hastalık veya ilaç kullanılması durumlarında doktorunuza danışınız" etiketi tere yağından kıl çeker gibi sorumluluktan sıyrılmanın en sinsi yolu. bu yazıyı okuyacak hasta ve hasta yakınlarına söylemek istediğim tek şey, bu sinsilere pirim vermeyin, çaresizliğinizin üzerine basıp altlarında lüks ciplerle gezmelerine müsade etmeyin. yaşamakta olduğunuz sürecin tüm gerçekliğini kabul edip, bunu nasıl göğüsleyeceğinize kafa yorun.

    benim babam şevki güngör'e, ege lokman'a gittikten bir buçuk ay sonra hayatını kaybetti. en sevdiği içecekler şarap ve çaydı. çayın iyisinden anlar, kalitelisini arar, ağzının tadını bilirdi. ölmeden bir gün önce tam ağzına layık demlenmiş bir çaydan sadece yarım bardak içebildi. bir ay boyunca tadı hiçbir şeye benzemeyen aktar çayları yerine çok sevdiği demli çayını kahvaltıda yudumlasa, akşamları bir bardak şarap içebilse kaçınılmaz sonu çok daha kaliteli karşılayabilirdi. ancak şevki güngör ve onun gibi pek çok umut taciri, sona gelmiş hastaların umutlarını emerek hayatlarından çalıyor. bu ülkenin sağlık bakanlığı ve diğer kurumları da buna seyirci kalmakla yetinmeyip iktidar borazanı medyalarında bunların propagandasını yapıyor. kimse bilimsel olarak kanıtlanmamış yöntemlerin böylesine ulaşılabilir olmasının önüne set çekmiyor. ancak ben bulunduğum yerden, kelebeğin kanat çırpışı kadar mütevazi bir "kral çıplak" yazısı yazmak istedim. bu yazı da bir son değil. şevki güngör ve benzeri pek çok umut taciri ile mücadelemin sadece bir başlangıcı olacak...

    edit: kendisi hakkında yazılmış başka bir blog yazısını da buraya ekliyorum.

    edit2: yale üniversitesi'nin yaptığı araştırmaya göre alternatif tıp kanser hastalarında ölüm riskini ikiye katlıyor
  • tıbbın alternatifi olmaz, alternatif birşey varsa da o tıp değildir.
  • benim reçeteyi veriyorum saygılar efendim.

    glikozsuz bira için.(biliyorum hepiniz içiyonuz bira))

    her türlü şekerden uzak durmaya gayret edin.

    tuz mermidir. kendinize kurşun sıkmayın..

    tereyağı ve zeytinyağından başka yağ tüketmeyin.

    sigarayı bırakın bir zahmet.(ölcen amk, değmez)

    asitli içecek tüketmeyin.(sene olmuş 2012 sen daha koladasın, fantadasın)

    her türlü yeşili tüketin. sonuçta çimen sigaradan daha iyi..

    margarin diye bişey yok güzelim. gres yağı o..saçmalamayın..

    bir de beşiktaşlı olmadan önce iyi düşünün.
hesabın var mı? giriş yap