• canının istediği kitabı okuyup, istediğin zaman okula gidersin; konuşmak istersen seni dinlemek zorunda bırakılmış bir oda dolusu insan da verirler, yok benim bugün canım konuşmak istemez dersen basar gidersin öğrenciler de sevinir zaten. ha bi de üste para verirler. kadro da sağlamdır. kıyak iştir.

    ama gavur her şey gibi bunu da paraya endekslemiştir, proje kapamazsan yılda bilmem kaç makale yayınlamazsan kapının önüne koyar. hele proje yapamayacak bir bölümdeyseniz bölümü de kapatabilirler. sözleşmeli akademisyenlikte iş güvencesi olmaz tabi. ders ekersin hem fırça atarlar hem de telafi dersi yaptırırlar. öğrencilerin doldurduğu hoca değerlendirme anketlerinde kötü not alırsan da müdür kızar. hasılı kıyak olan yurdum üniversitelerinde hoca olmaktır. gerçi o da yakında değişecek gibi, bologna süreci sonunda sanırım yalnızca asistanlar değil tüm hoca tayfası sözleşmeli olacak.
  • hakkiyla yapmak istediginiz takdirde, zihinsel anlamda bildiginiz agir isciliktir. ana diliniz disinda bir, mumkunse iki ve daha fazla dili çok iyi anlayip, yine mumkunse en azindan birinde akademik yazi yazabilecek yeterlilige sahip olmaniz ; alaninizla ilgili yurtdisinda ve yurticinde neler olup bittigini yakindan takip etmeniz ; ders veriyorsaniz yillarca ayni dersi anlatmamak için daima çalismaniz gerekir. turkçe bilimsel kaynaklara katkida bulunmak gibi bir derdiniz varsa, makale - kitap çevirileri yapmak kaçinilmazdir, bir derdi olan ve alanina katkida bulunan iyi bir makale yazmak icin handiyse bir yuksek lisans tezi kadar okumak, gorusme yapmak, arastirmak ve bunu yilda en az bir kez yapmak gerekir. geçmisten bugune gelen birikim yeterli olmadigi, insan yetistirmek isteyen hoca sayisinin azligi dusunuldugunde ilgilendiginiz konuyla ilgili pek cok seyi bastan yapmak, yeniden kesfetmek, duvara yeni bir tas koymadan once eksik taslari tamamlamak zorunda kalirsiniz. sosyal bilimler alaninda calisiyorsaniz kendi alaniniz disinda baska alanlara da asgari duzeyde hakim olmaniz gerekir cunku alanlar pek çok noktada birbiriyle kesisir.

    "olmasi gereken" budur, ama "bildiri sunma" kisvesi altinda "aman yurtdisinda gormedigimiz ulke kalmasin" fikrine alet edildigi de gorulmemis sey degildir.
  • türkiye şartlarında yapılabilecek en iyi işlerden biri. pek çok artısı vardır. sıralamak gerekirse;

    -saçınıza, sakalınıza ve giyiminize kimse karışmaz. diğer devlet memurları gibi her gün tıraş olmalıyım, saçların omzumu geçmemeli, küpe takmamalıyım yada hergün takım elbise giyinmeliyim derdi yoktur.
    -küçük işlerinizi halletmek için patrondan izin isteme sıkıntısı yoktur. işten yarım saat önce çıkarsınız ve işlerinizi halledersiniz.
    -devlet memurusunuzdur maaşınız gününde yatar.
    -maaşınıza her sene enflasyon oranında zam yansır. zam isteme derdiniz yoktur.
    -yurt içi ve dışı konferanslara katılabilir ve aynı zamanda gezebilirsiniz.
    -gençlerle interaktifsinizdir.
    -proje alır araştırma yapar, laboratuarda ya da sahada çalışabilirsiniz.

    en büyük eksisi ise okumuş insan egosu ile tanışırsınız. sizin bir üstünüzde bulunan insan asla sizin belli bir konuda daha bilgili olduğunuzu kabul edemez. bunu gururuna yediremez. ayrıca eksilerinden biride maaşınız doçent olana kadar pek tatmin edici değildir. erkek akademisyenler için en önemli dezavantajı ise çirkin bir kadınla evlenmek zorunda kalacakları gerçeğidir*. tabi bu söylediklerim ideali akademisyenlik olan insanların bu işi seçmesi sonucu elde edecekleri ve değer olarak akademisyenliğe katacakları artılardır. tartışılması gereken türkiyedeki akademisyenlerin ve üniversitelerin içler acısı durumudur. türkiyedeki akademisyenlerin birçoğunun durumunu özetlemek gerekirse -eve gündeliğe çağırmayacağım kadınlar veya arabamın anahtarını emanet etmeyeceğim erkekler bu ülkede akademisyen sıfatı taşımaktadırlar-.
  • dertliyim be sözlük.

    ne zaman bir inşaat amelesi görsem içim yanıyor. onun suçu neydi diye sormadan edemiyorum kendime? izin verseler o da 15 dakika ders yapar, 80'lerden kalma kitapları tahtaya birebir yazar, ne bir görsellik ekler, ne yeni gelişmeleri takip edip öğrencilerine aktarırdı, yaptığı işin adını da ders vermek koyardı. hitabetin h'si ile yakından uzaktan alakası olmadan, düz yazı okur gibi ders anlatır, derse ilgiyi çekemeden öğrencileri buhranlardan buhranlara sürüklerdi. sınav yapardı. sayfalarca cevap isterdi, hem çocukları katipliğede alıştırırdı negzel. bilimsel araştırma yapıyorum diye fason çalışmalar yapar, deneysel verilerle oynar, başka çalışmaları taklit eder ve gavurun cihazlarıyla ölçüm yapıp tereciye tere satardı. üstüne üstlük çalışmanın makalesine, sunumuna, çalışmaya bir allah yardımı dokunmayan (bkz: sözde) akademisyen arkadaşlarının adını yazar, ödenek alarak (şair burda ödeneğin öğrencilerin yatırdığı harçlar ya da milletin verdiği vergiler olduğunu söylemek istiyor) hep beraber yurt içi ya da yurt dışı sunuma giderdi (bkz: tatile çıkmak). bonus olarak birde kocaman egosu olurdu. böyle kim kardashian'ın götü kadar, kocaman*. sonra yönetici de olabilirdi. hem akademisyen hem yönetici. üffff mis gibi. mesela bölüm başkanı olabilirdi ya da dekan, dekan yardımcısı. pek bi nitelik gerektirmezdi çünkü nasıl olsa insan yönetmeyi bilmekle yöneticilik arasında pek bir bağ yoktu. güzelde bir sıfat alırdı adının başına yardımcı doçent. yok yok bu olmadı daha iyisi olmalı. doçent. yok ya biraz daha yüksek. profesör doktor. uuuuu beybi. hani şu amerikan filmlerinde öğrencilerin ders çıkışı peşinden koşarak;

    -"pproffffesorr! profffessorrr! ...... konusu hakkında yazdığınız makaleyi okudum. galiba insanlık tarihi değişecek." ya da
    -"pproffffesorr! profffessorrr! ...... cihazı hakkında bir iki sorum olacak. bunu nasıl başardınız" ya da
    -"bu yılın bilim ödülü proffffesor ....'ya gidiyor. alkışlarla" diye hitap edilen adamlardan biri olabilirdi.

    bunlar güzel hayaller demi. belkide bunlara hiç bulaşmayıp profesör sıfatı altında, çalışma alanı hakkında bir kitap bile yazmadan, endüstriye yeni bir teknoloji üretmeden 3000 - 5000 tl alır yan gelip yatabilirdi. ama şanssızlık işte be sözlük. nerde hata yapmış olabilirki inşaat amelesi. işte hayatın en büyük mucizesi bu bence. nedir bu iki insan arasındaki fark? herhalde ademoğlu hiper uzaya çıkar ama bu soruya cevap veremez.

    korkuyorum aynı zamanda sözlük. bu kadar şey yazdıktan sonra "sen ne yaptın la" diye sorarlar adama demi. arada sırada "sen de bu işi beceremezsin bırak bence" diyor içimdeki ben. "hadi hepsini geçtim, daha 2 yıl bile olmadı bu işe gireli. şu haline bak onlara benzedin şimdiden" diye de ekliyor. o arada uykuya dalıyorum sözlük. iyi geceler.
  • bu öyle bir tutkudur ki, haftada iki gün ders vermek için trabzon-sivas karayolunu ezberletir, su yolu yapar.
  • şimdi, güzel tabii bir tek öğrencinin bile söylediğiniz bir sözle gözünün parlaması, birilerinin hayatına değiyor olmak; sonra, yazmak, çizmek, bilgi nam ummana ayağını değdirmek, orada serinlemek etmek, daimi öğrenme hali, ve saire... (bkz: ünsal oskay), (bkz: meral özbek), ve benzeri... ve benzeri - ki bu insanların pek de benzeri yoktur aslında. hâsılı, buraya kadar yazılanlar cümlede kalmayıp, gerçekse keyiftir, zevktir, tadından yenmez, amenna... ama iş kurum'lanmaya gelince, insanın gözünün ferine talip olur o kurum. üniversite robert pirsig'in zen ve motosiklet bakım sanatı'nda söylediği gibi "akıl kilisesi" ise, akademisyen de o kilisenin rahibi, rahibesi, zangocu, claude frollo'su, quasimodo'su'dur (esmeralda'sı, phoebus'u değil ama). ne denirse densin, evet, bir tür köleliktir hâsılı (bkz: #12393785). bilgi de, kurum'a bulaşmış, varlığını kurum'a bağlamış akademisyenin boynundaki ip, elindeki kırbaçtır. özgürlük yanılsaması yanında hediye (bkz: şampuan artı saç kremi). yoksa, "açın kapıları camları güneşe" demiş a. kadir. let the sunshine in.
  • bilgi üretmek amacında olanların isterse yatarak, isterse amuda kalkarak yapacağı, illa kazma kürek sallamamasi gereken meslek.
  • baştan söyleyeyim matah bişey değil. eğer türkiyede yapacaksanız tabii. insanın yaşam enerjisini egosu ile donanımı ters orantılı adamlar sömürüyor, ne dışarıda devam eden bi hayatınız olduğunu düşünüyorlar, ne verdiğiniz emeğe saygı duyuyorlar, ne size adam akıllı yol gösterip yanınızda oluyorlar. nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça.

    illa ben bu işe girecem usta diyorsanız iyice araştırın. bölümde size ilham verecek yanınızda duracak insanlar var mı? yoksa yanaşmayın. ihtimal dahilindeyse yabancı hocaları danışman belleyin. memleketin her yeri gibi, akademisi de boktan. hatta boktan da beter. kısacık ömrünüzü daha hayırlı işlere ayırın, bulaşmayın. bilim falan yapan yok doğru düzgün.
  • sanki seni sevmeyen bir aileye gelin gitmek gibi, aşk, gözyaşı, gurur, dramı bol.
  • zor meslektir.
    zorluğu olmadan önce, olurken ve olduktan sonra diye ayrılır. daha üniversite sıralarındayken kararını vermiş olmayı gerektirir. öyle ki not ortalamasını yüksek tutabilsin. olurken de türlü pis işler, torpiller, kişiye göre kadro açmalarla kafayı yiyecek seviyeye gelir. eğer istemediği bir şehirde şans eseri asil sıradan girerse de mecburen kabul edip girmiş bulunur. sonrasında bir yandan şehre alışırken bir yandan da profların yüklediği sikimsonik işleri yapmaya çalışır. en son bi bakar; "aa(!)" adını yazmamışlar*
hesabın var mı? giriş yap