• karpuz kabugundan gemiler yapmak filmiyle istanbul film festivalinde en iyi turk filmi odulunu aldi ve tuylerimi diken diken eden bi konusma yaptı... "bu odulu karima armagan ediyorum, cunku gercek yonetmen o, ben sadece sinema yapmak icin onu buradaki insanlarin asla bilemeyecegi yoksulluklara ittim ama o hep benimle oldu" diyen kocaman yurekli bi adam ahmet ulucay...
  • kütahya'nın köyünde doğan yönetmen sinemaya ilgisi aşık olduğu resmin ‘gımıldadığını’ görmesi ile başlamıştı.

    eğitimi ilkokulu bitirmesiyle bitmişti , 1960'larda seyyar sinemanın gelmesiyle bu işle ilgilendi.

    12 yaşında arkadaşı ile birlikte sinema makinesi yapmaya çalıştı üç yıllık bir çabanın ardından köydekilere sinema göstermeye başladı ve ilk uzun metrajlı filmi olan (bkz: karpuz kabuğundan gemiler yapmak) filminin senaryosu bu hikayeydi.

    '‘lumiere kardeşler erken davrandı, yoksa sinemayı da biz icat ederdik’' .

    kamyonculuk, kooperatifçilik, tavukçuluk yaptı . bütün kazandığını da sinemaya harcadı tüm hayatını sinemaya adamıştı

    "iş hayatım hiç de başarılı olmadı. kamyonculuk yaptım yıllarca, sonra tavukçuluk yaptım; iflasla sonuçlandı. sonra sekiz yıl hamallık yaptım köy kooperatiflerinde. hor görüldüm… şimdi kendimden başka hiç kimsem yok. allah’ım ne olur bu film iyi olsun."

    kendisi hep sınıfsal çatışmanın içinde olmuştu

    "yoksulluk utanç da getirir. hele bizim buralarda sosyal yarışı kaybettiğin an dışlanırsın. insanlar ahlaksızlığı bağışlayabiliyor ama acizliği asla. çal, soy, yeter ki yoksul kalma."

    tabii ki bütün bu sorunları bahane edip köşesine çekilmemişti .

    “hayat beni ezip büzmek istedi ama izin vermedim”

    tarkovsky’nin italyası isveç'i vardı onun ise neyi vardı ?
    tüm hayatını sinemaya verdi , aklını sinemaya o kadar vermişti ki etrafındaki insanlar ona deli gözüyle bakmaya başlamıştı

    bu sevdası yüzünden hem kendini hem de eşini yoksul bir yaşama sürükledi .

    “bu filmi eşim ayşe’ye adamıştım. ödülü de onun adına alıyorum. ben sinema yapmak için onu buradaki birçok insanın tanımadığı bir yoksulluğun içine ittim. o benim her şeyime katlandı. asıl büyük yönetmen o.”

    nbc'nin mayıs sıkıntısı film çekimlerine yardım ediyor ama çekimler sonrası bir röportajında ise şöyle diyor :

    “bu adamlara asla güven olmaz. mayıs sıkıntısı’ndan sonra benden temelli uzaklaştı. senaryoya olan katkımı unutmuş görünüyor. hatırlamasına da ihtiyacım yok zaten. hatırlaması bana sıkıntı verirdi.”

    kitap olarak yayımlanan güncesinde ise şunları aktarmış :

    ''istanbul'daydım. zeki demirkubuz'la buluştuk. beni sis ve duman içinde bıraktı. sanki kendisine yük olacaktım. ne oluyor bu insanlara ... hayatı flu görmek, emin olamamak beni bunaltıyor. hemen o akşam memleket özlemi içimi yakmaya başladı. sinema için bunca acı duymaya değer mi? bu kent beni kusuyor. aynı bulantıyı ben de duymaya başladım. defolup gitmeli miyim, şimdi 3 saat sonra otobüs var.''

    ''benim hayatım beni bir cinnete sürüklemek için dizayn edilmiş. nuri bilge benim hep şikayet ettiğimi söylüyor. benim bir günlük yaşamımı öğleye kadar götürebilecek mi bakalım?''

    onun içinse hayat “çayım sigaram varsa sorun yok” demekti .

    2009 da beyin tümörü nedeniyle hem hayata hem de sinemaya veda etti .

    saygılarımla .

    edit:imla
  • şiir de yazmış tabi. edebiyatla da ilgiliymiş.. ilgilenen arkadaşlar söyledi, bir dergide (derkenar) röportajı varmış. 78'de de bir sayılık bir edebiyat dergisi çıkarmış; bir sayılık çünkü gerisi gelememiş. adı da türkümüz. bu da aynı filmi tadında bir şiiri kendisinin:

    parmağıyla ilkokul çantama tık tık diye vurur
    cevizdendir, inegöl işidir kıymetini iyi bil derdi babam
    küçük bir askerdim ben de
    siyah önlüğümün içinde bembeyaz bir yürek
    dökülürdüm yollara hava soğuktu okulum uzak
    bir avucumda közde pişmiş sıcacık bir patates
    hem beslenmeliyim hem üşümesin diye elim
    değiştirirdim ara sıra çantamla patatesi
    dikkat ederek çantama
    cevizdendir, inegöl işidir kıymetini iyi bil derdi babam
    babamın bilmediği bir şey vardı
    her sabah çantamın içine bir gün doğar
    ortasından ekvator geçer
    ve masmavi gökyüzünde çantamın
    güneyden kuzeye göçmen kuşlar uçardı
    gülün bakalım bıyık altından şimdi siz
    söylesem inanmayacaksınız
    siz uyurken çantamın içinde atatürk samsun'a çıkardı
    ve bilirdi yedi kere sekizin kırk iki olduğunu
    bilmeseydi eğer bandırma vapuru sinop burnu'na çarpardı
    ben bir türlü bilemedim aram hiç iyi olmadı hesap kitapla
    nohut ve fasulyeden bir abaküsüm vardı
    hesabını hâlâ verebilmiş değilim hayata
    iyi şiir okurdum ama iyi resim yapardım
    eyvah dediler bu çocuk adam olmaz
    yazık oldu çantaya
    cevizdendi inegöl işiydi...
  • galiba antalya film festivalinde kendisi bir ödül kazanmıştır ve bu ödül bir kadın heykeli olduğu için, annesi salonda duran bu çıplak heykele elbise dikmiştir, "komşular geliyor ayıp olmasın" diye. karısı da hıdırellezde dilek ağaçlarına beyaz bez yerine film şeridi bağlıyormuş. ailece orijinaller yani ve süper bir adamdır kendisi.
  • andersen masallarından fırlamış gibiydi.

    kamyon muavinliği, inşaatlarda amelelik, tavukçuluk, hamallık yaptı... derken günün birinde film yapma hayalini gerçekleştirdi. tanındı, ödüller aldı ama o yoksul geçmişi bir kabus gibi peşini hiç bırakmadı: "belli bir yetenek gerektirmeyen fiziksel işlerde çalıştım hep.. o yüzden hastalandım"

    ve masal küçük bir farkla bitti: çirkin ördek yavrusu olarak doğdu ve çirkin ördek yavrusu olarak öldü.
  • ahmet uluçay'ın köyünde röportaj yapılıyor; amca diyor ki: ahmet iyidir, güzeldir de pek kafası çalışmaz... tüm parasına saçtı sıvadı bu işlere. muhabir: ama amca onun filmleri ödüller alıyor, milyonlarca kişi izliyor... amca: koca kamyonu sattı yedi, daha ne diyeyim kızım :)
  • dâhi bir sanatçıydı.
    bedensel performans gerektiren, ağır işlerde çalışmak zorunda kalmış olması, türkiye'nin ayıbıdır.
    onun sineması, "cennet sineması"ydı.
    içimde, ahmet uluçay'ın cennet'e gittiğine dair çok güçlü bir his var.
    allah rahmet eylesin...
    melekler gibi dayanıklı, tertemiz, şahane bir adamdı.
    allah; çocuklarına, ailesine sabır, metanet ve bereketli ömürler versin.
  • star tv de kendinden bahseden kişi..
    "belli bir yetenek gerektirmeyen fiziksel işlerde çalıştım hep.. o yüzden hastalandım.. hep aklımda filmler vardı.. kısa filmlerimle ödüller aldiktan sonra ezel akayile tanıştım.. beni tanıdığına pişman oldu galiba.! uzun metrajlı film yapmak için onu ikna etmeye çalıştım.. ısrarlarımdan etkilenmiş olacak ki bana senaryoyu yaz dedi.. iki yıl boyunca senaryoyu yazamadım.. bir yerde takıldı kaldı.. bir gün ezel akay beni aradı senaryo hazır mı dedi.. hazır değildi ama hazır dedim.. iki gün içinde senaryoyu bitirdim.. karpuz kabugundan gemiler yapmak filminden daha iyi film yapamamak düşüncesi beni endişelendiriyor..
    eskiden sanatçılar olmadan dünya dönmez sanırdı.. şimdi düşünüyorum ki bir ressam resim yapmasa, ben film çekmesem dünyada birşeyler değişmez.."
  • söylentiye göre şimdilerde hasta olan sinema yönetmeni. söylenti diyoruz çünkü böyle bir yönetmenden basın yoluyla haber alınamıyor. eşten dosttan ogreniliyor, adam hastaymış, hastaymış tekerlekli sandalyedeymiş. belki yalan belki doğru. umarım yalandır, söylentidir.
    ama kendisi bütün bunları haketmiştir. nasıl film çekileceğini öğrenmelidir bu memlekette. karpuz kabuğuymuş, köy filmiymiş, böyle şeylerle uğraştırmamalıdır bizi. bu ülkenin milli değerleri vardır, çılgın dershaneleri vardır, maskeli beşleri vardır, reenkarnosyan hababam sınıfları vardır, vardır da vardır. uluçay pastayla beslenen bu milleti köy kahvaltısıyla beslemekten vazgeçmelidir. memleketinde hiç mi dershane yoktur? köyünde hiç efsane 5 kahramanı bir arada görmemiş midir? aman uluçay, yapma gözünü seveyim. yapm... yap.. nolur yap.. allah rızası için bir film daha yap...
  • sene 1998'di sanırım. kelimenin tam anlamıyla tıfıl olduğumuz yıllar.
    mezun olduğum üniversitenin kantininde görmüştüm ilk.
    işin doğrusu ilk ve son görüşümdü bu zaten.
    aklımda kalan, hayatını yalnız kadının buhranını anlatmaya adamış ve bu uğurda birbirinden dandik filmler çekmiş bir yönetmen geldiğinde hissedilen coşkunun %1'inin bile olmadığıydı kantinde.
    sinema öğrencileri pervane olmuyordu ahmet uluçay'ın başında.
    çoğunun, bir kaç öğrenciyle oturmuş çay içen bu huysuz görünümlü adam hakkında bir fikri bile yoktu.
    aklımda bu resimle kalan yönetmendir uluçay.

    o şekilde de öldü gitti.
    eminim dirisine göstermediğimiz ilgi ve saygıyı ölüsüne gösterecektir türkiye.
    adına bir sürü etkinlik vesaire düzenlenecek.
    ve yine eminim yaşarken adını anmayan bir sürü adam ukala konuşmalar yapacak bu etkinliklerin açılışlarında.
    yalnız doğdu, yalnız yaşadı ve yalnız öldü ahmet uluçay.
    bin kere allah razı olsun ki, sesini bir tek ezel akay duydu.
    o da duymasa, bir kaç iptidai kısa film haricinde eser bile kalmayacaktı arkasından.

    allah rahmet eylesin.
hesabın var mı? giriş yap