• rüzgar ve zaman'ın kapağında demiş ki,

    "yalnızca bir kırıntıydı, içime düştüğünde. bilmediğim bir neden beni alıp götürdüğünde o yerlere, o çocuk beni beklemekteydi. rüzgarlı bir geceydi. birilerinin bizim peşimizde olduğu belliydi. o karanlık dünyada tek rehberim o çocuğun eliydi.

    ne kadar yaşamışım, ne kadar yaşlanmıştım? kim ile dost olmuş, kim ile kavga yapmıştım? şimdi geriye kalan yalnızca tanımadığım bu tendi. keder ve budalalıktan başka yaşamımın bir anlamı var mıydı? tek verebileceğim cevap şarkılarımı mırıldanmaktı; yaşanılanları anlamak, anlamak ve anlatmak.... kim için? karanlık, rüzgar ve bu çocuk.

    hey! kimsin sen?
    durduk.
    tanımadığın zamanlardan bir çocuk
    öyleyse neden ben?
    dön arkana bak, oradasın sen
    döndüm. yalnızca zifiri bir karanlık.

    biliyordum, ben kederimin budalasıydım. biliyordum, ben artık yalnızca bu küçük eldim. şarkılarımı söyledim yeniden; mırıldandım onun için. çok adımlar attık...

    sonra durduk birden. bir kayaya yasladı beni. işte geçmişini ve kederini kaybettiğin yer burası. burada bu kayanın eşiğinde başlayacak yeniden senin yaşamın. bundan böyle, sırrın bu olacak...

    elimi gezdirdim. elimi yüzüme sürdüm. gözyaşlarımı tutamadım. rüzgar durmuştu artık, su sesleri duyuyordum..."
  • biyografisi der ki;
    "okulda başarılı olduğum tek ders resim dersiydi. belki de kaybettiğim kendimi tablolarda kalıcı hale getiririm diye düşünmüştüm. tablolarımın birinde bulduğum şey tam kendim olmasada, bulduğum tek şey türkiye'de resimde birinci olmamdı. onları da babamın yakıp üstünde keyifle çay ve sigara içmesini seyretmekle kaybettim.
    lisede tembur ile kendimi yeniden aramaya başladım. tembur çalmakla her ne kadar sevgililerim tarafından horlanıp ağustos böceğine benzetildiysem de, onlar da beni kaybetti."

    çift sesli bu adam, kayıp bir ırkın tanrısıdır, belki biz bilmiyoruzdur.
    sesindeki yılkı dört nala koşar ve deylem yöresinde bir ormanda gözden kaybolur.
    ve bu adamın bir kadını varsa eğer, adı muhakkak dilzar olmalıdır.
  • sanatçı değil. kesinlikle değil. daha çok ruhlarla iletişime geçebilme ve buna benzer spritüel güçleri olan bir şaman ahmet aslan. neden böyle olduğunu biliyorum galiba.

    http://www.youtube.com/watch?v=fxyhitinbua

    daha çok zaman da geçmedi, bu ülkenin yüksek rakımlı köylerinde, komlarında, dağlarında, mağaralarında çok insanın canına kıydılar. kalanları kırdılar, incittiler, sürdüler asırlardır özgürce yaşadıkları kutsal coğrafyadan.

    neler yaşandı az çok biliyoruz. bir insanın öldürüldüğünü, nasıl öldürüldüğünü, cesetinin nasıl ortadan kaldırıldığını öğrenebiliriz. ama o insanın, o esnada çevresine hangi gözlerle baktığını, kulağına çalınan son sesleri, can verirken çıkardığı sesi, fırsat bulabildiyse eğer celladının kendini bağışlaması için yaptığı son haykırışı bilemeyiz, duyamayız. yakılan ağıtları, dökülen gözyaşlarını bilemeyiz. buradan çok yüksekti, buradan çok uzak. hem birçoğumuz daha doğmamıştık bile.

    ne kadar yükseklere de kaçsan, mağaranın ne kadar derinlerine de çekilsen geleceklerdi. dağlarına, suyuna, meltemine, kır çiçeklerine, dağlarda gezen geyiğine aşık olduğun bu topraklardan sökeceklerdi seni, savuracaklardı hiç bilmediğin yerlere.

    öyle böyle değil, o kadar çok insan ağladı ki... ağıtlarını, hıçkırıklarını kimse duyamadı. çünkü buradan çok yüksekti, buradan çok uzak. dertlerini hep munzur çayına, kırklar dağına, bu dağlarda bir zamanlar yaşayan evliyalara, ermişlere dökmeye alışkındılar.

    sadece bir defaya mahsus seslerini gerçek insanlar duysun istediler. kimse duymadı, duyamazdı. ancak bu seslerin sahipleri çektikleri acı yüzünden buraları kolay kolay bırakmak istemediler. halen inanıyorlardı çünkü, bir zaman gelince kendilerini duyacak insanların çıkıp geleceğini.

    nihayet bu istekleri uzun bekleyişlerinden sonra bir gün gerçekleşti. ama kendi beklentilerinin dışında gerçekleşti. yıllar sonrasında bir ozanın bedenini buldular. o ozan ne zaman sazını ya da gitarını eline alıp şarkı söylemeye başlasa, şarkının her mısrasında ölenlerden bir tanesi bedenine girip kendi sesinden haykırdı. sesi güzel olmayanlar ozanın ellerini kullandılar, birer notaya, birer tele bastılar. ozanın her bir organını, her bir uzvunu bir tanesi ele geçirdi. ozanı dinleyenler daha önce görmedikleri garip bir şeylere şahit olduklarını anlıyorlardı, ama kimse tam olarak ne olduğunu tahmin edemiyordu.

    bir şarkıda, bazen peşine düşen askerlerden kaçıp gür ormanlara sığınan, orada günlerce aç susuz gizlenmekten bitap düşmüş bir aşiret kızının belli belirsiz sesi, bazen beraber saklandığı diğer insanların canını kurtarmak için ağlayan bebeğini eliyle boğmak zorunda kalan bir ananın sessiz ağıdı, onun bu halini görüp müdahale edemeyenlerin çaresizliği, utancı, hepsi sırasıyla hayat bulabiliyordu.

    bu ozanın dilinden, sazından bir name terennüm edebilen her küskün ruh, artık sırasını diğerlerine terk edip ayrılıyordu ozanın bedeninden. seslerini duyan insanları görünce karşılarında, yıllardır çektikleri azap sona eriyordu. insanlara, hatta kendilerini yıllar evvelinde katillerinden koruyamadıklarına inandıkları mübarek evliyalara, ermişlere olan kırgınlıkları o an bitiyordu.

    bedenine girdikleri ozan türkülerini söylemeye devam etti. ona bu yeteneği de veren kendileriydi zaten. 1938’de çığlığı duyulmayan her bir küskün ruh onun bedeninde bir mısra terennüm edene kadar, ozanın elinden sazın bir teline dokununa kadar, ozan sanatıyla insanları büyülemeyi sürdürecekti. ve bunu muhtemelen ömrünün sonuna kadar yapacaktı. çünkü her küskün ruhun bir nota, bir mısra hakkı da olsa, o kadar çoklardı ki, ah o kadar çoklardı ki...

    ve biz çok alçaktaydık, çok uzakta.
  • londra'da bir ingiliz tarafindan biliyormusun diye sordugunda, etnik muzik sevmem diye burun büktügüm, dinledigimde bilmedigim icin utandigim kıskanılacak muzik insani. sanki sadece dersim'in, anadolu'nun degil de insanin ayak bastigi her turlu yerin muzigini yapiyor. iyi de yapiyor.

    hic tanimadan ne garip...
  • geçen kendisiyle canlı yapılan bir söyleşiyi dinledim radyoda. spiker ahmet aslan'ın tarzından bahsederken "ilk dinlediğimde türkçe mi, kürtçe mi ayırt edemedim, tedirgin oldum. ama sonra fark ettim ki çok güzel bir türkçeymiş." dedi. ben utandım, yerin dibine girdim. ahmet aslan efendiliğini sakinliğini hiç bozmadı, sağolsun. ama ben o'nun yerinde olsaydım, heralde söyleşinin geri kalanında kürtçe konuşurdum ve spikeri sohbeti sonlandırmak zorunda bırakırdım. nolcak benim bu agresifliğim? allah'ım bana ahmet aslan sükuneti ver. amin.
  • bütün imkansızlıklar ve zorluklardan sonra nihayet bu güzel cocuk dünyaya geldi.müziğini evrensel boyutta kendi dervişane kişiliğinle bütünlestirmen seni anlaşılmaz yapabilir ama biliyorsun ki yaptığın müziği okyanusların ötesine, zerdüşt'e götüren senin o ruhundur.yüreğine sağlık.
  • susarak özlüyorum adında (aynı isimli şiirden uyarlanmış) mükemmel ötesi bir şarkısı da vardır.
  • sadece susarak dinlenebilecek müzik adamı...
  • 30-40 yıllık yayıncılık emekçisi bir ahmet aslan vardı...

    soldaydı, dürüsttü.

    tırnaklarıyla kazıya kazıya bir dağıtım şirketi kurmuştu ortağıyla. (bir yayınevi kurarken bundan 25 yıl önce, dağıtım meselesini ilk onunla konuşmuştum)

    sonra o şirket battı... nasıl olduysa ortağı evler arsalar aldı, yayınevi kurdu, ahmet işsiz kaldı.

    bir ara hazzopulo pasajındaki sahaf arkadaşın yanında çalıştı. bir ara kadıköy'de ucuzcu bir kitapçıda takıldı. anlattığına göre çok kötü evlerde kalıyordu.

    dün öğrendim ki 25 nisan'da altınoluk'ta hayatını kaybetmiş.

    bu yayıncılık emekçisinin adı bari burada kalsın.

    güle güle "corc" !
  • zazaca ve turkce sarkilardan olusan ruzgar ve zaman adli oldukca nitelikli bir albume sahip, almanya'da yasamakta olan muzisyen. amcaoğlu mikail aslan ile es zamanli olarak farkli firmalardan etnik albumler cikarmis olan bu sahsiyetin albumune ve ortaya koydugu muzikaliteye bakarak daha fazla ilgi gorecegini tahmin etmekteyim.

    yıllar sonra gelen eşit: kardeş > amcaoğlu
hesabın var mı? giriş yap