• bu olayın "toplumsal afazilik" şeklinde olanları vardır ki, toplu halde bir şuursuzluk söz konusudur. kavramların beyinde bir izi yoktur. örneğin meclisteki milletvekillerinin meclisin tavanına çiğ köfte yapıştırması, o kişilerin toplu halde beyninde "meclis" kavramının izinin olmamasına delalet eder.
  • bir maraz olmasının dışında şöyle güzel bir fonksiyonu da vardır: afaziye tutulanlar, konuşan kişinin söylediklerini anlamasalar da onların yalan söyleyip söylemediğini ya da söylediklerinin kendileriyle çelişkili olup olmadığını ayırt edebilme yeteneğine sahiptirler ve bir anlamda canlı birer yalan makinasıdırlar. bizim anlamak dediğimiz şey yalnızca kelimeleri tanımaktan geçmez; aynı zamanda o kelimelere ait ses renklerini, o kelimelerin ifade ediliş biçimlerini de asgarî tanımayı gerektirir. evrimsel gelişme çerçevesinde, "bir marazın her zaman başka biçimlerde telafi edilmesi" mantığı , afazi hastalarına, "kelimeleri anlamama" özürlerini, bu ses rengi ve ifade biçimlerini tanıma konusunda olağanüstü biçimde geliştirme sağlamış; sağda solda atıp tutan, düşündüklerinin aksine konuşanları melûl melûl dinleyen biz normal insanlara nazaran, harbici bir duruşa kavuşturmuştur.
  • afazi etimolojik olarak konuşma yitimi anlamına gelse de aslında yitirilen sadece konuşma değil, dilin kendisi. yani afazik kişide ifade ve kavrama tamamen veya kısmen kayboluyor.
    örneğin doğuştan sağır olup tüm hayatı boyunca işaret dili kullanmış bir insan afazik olduğunda işaret dilini kullanamaz/anlayamaz hale gelip, konuşan insanların afazisine benzeyen bir işaret afazisi geliştirebiliyor.

    afazi sık görülen bir durum. inmede, kafa travmalarında veya tümör kaynaklı beyin hasarlarından sonra her üç yüz kişiden birinde kalıcı afazi geliştiği tahmin ediliyor. ancak çoğu kişide kısmen iyileşme görülüyor. afazinin migren atağı veya epilepsi nöbeti sırasında ortaya çıkan sadece birkaç dakika süren geçici türleri de var.

    1960'larda afazi araştırmasının öncüsü sayılan hughlings jackson bu tür hastalarda önermeli konuşmanın bulunmadığını ve iç konuşmayı da yitirdikleri için kendi kendilerine de konuşmadıklarını öne sürüyor. diyor ki "afazikler soyut düşünemez ve bu açıdan bir köpeğe benzerler."
    19. yüzyılın başından beri kaydedilmiş afazik hikayelerine baktığınızda hughlings jackson'ın haklı olduğu örnekler görebiliyorsunuz. ancak tam tersi hikayeler de var. bazı hastalar hiç konuşamasalar, konuşmayı anlayamasalar bile mantıklı ve sistemli düşünmek, plan yapmak, hatırlamak, tahmin etmek gibi düşünsel işlevleri koruyabiliyorlar.

    afazi, bir insanın içsel yaşantısını da dış yaşantısı gibi bitiren nihai bir felaket olarak biliniyor ve hasta diğer insanlar tarafından "fiziksel ölümü bekleyenler" adı altında etiketleniyor. oysa iletişimin bir dolu yolu var ve yıllar içinde de olsa bunu öğrenip sosyal hayata katılabilen hasta hikayelerini okuduğunuzda insan beynine bir kere daha şaşırıyorsunuz.
    afazi hastaları ilk zamanlarda kendilerini yalıtılmış ve dışlanmış hissedebiliyorlar. hastalığın şokuyla hayattan vazgeçebiliyorlar. eğer çevreden de benzer bir tavır görürlerse kaybolup gitmeleri çok kolay oluyor. böyle durumlarda hasta yakınlarının dil gerektirmeyen etkinliklerle, küçük gezilerle hastayı heveslendirmesi ve onu yaşamaya geri çağırması gerekiyor.
  • ses çıkarma yeteneği kaybolmadığı halde, istenilen sözü bulup söyleyememek hastalığı, mutsuz edici durum.
  • sözyitimi hastaligi.
  • "olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması"
  • konuşma bozuklugu.
  • beynin konuşma merkezindeki* hasarlardan doğan konuşma bozukluğu*. tarihsel bulgulara göre bu sorun m.ö. 17. yüzyıla ait mısır** hiyerogliflerinde bile anlatılmaktaymış*.
    (bkz: alexia)
  • beyin deki ilgili alanlarin tahribi sonucu, konusma veya konusulani anlama yeteneginin kaybi. disfazi, ayni durumun daha hafif bir formudur.
hesabın var mı? giriş yap