• tekeşlilik' te şöyle der: " hiç kimse hak ettiği ilişkiyi elde edemez. bu kimi için sonu gelmez bir içerleme kaynağıdır, kimi içinse sonu gelmez bir arzu kaynağı. kimileri içinse en önemli şey, sonu olmayan bir şey bulmuş olmaktır."
  • "hiç kimse hak ettiği ilişkiyi elde edemez. bu kimi için sonu gelmez bir içerleme kaynağıdır, kimi içinse sonu gelmez bir arzu kaynağı. kimileri içinse en önemli şey, sonu olmayan bir şey bulmuş olmaktır." diyerek tüm açgözlü, ne istediğini bilmeyen, ben merkezci, bağlanma sıkıntısı olan, narsist, empati yoksunu, kolay tüketen, çabucak sıradanlaştıran, sıkılgan günümüz modern aşıklarını özetlemiştir.
  • "insanlar, yaşamlarının, olasılıklardan en çok korktukları dönemlerinde aşık olurlar. birisine aşık olabilmek için, bu olasılıkların birer engel, zorunlu birer engel olarak algılanmaları şarttır."
    adam phillips- öpüşme, gıdıklanma ve sıkılma üzerine
  • bir yatakta iki kişi değil en az dört kişi vardır diyerek benliğin oluşumunu ötekiyle doğrudan ilişkilendiren, ötekinin o kadar da uzakta olmadığını anlatmaya çalışan, bütün metinlerini okumamış olmakla birlikte, diline, üslubuna hayran olduğum son dönemin en etkili psikanaliz kuramcılarından biridir. kitap isimlerindeki popüler vurgulara rağmen metinlerini modern insana odaklayarak nerdeyse her paragrafında insana bir "hadi ya" çektirebilir. problematiğini ne bazı psikanalistler gibi vakalara ne de bazı sosyal bilimciler gibi sisteme indirgemeden insanı deşer... kendinizden sakındığınız meseleleri bir ayna işlevi görerek yansıtır, suratınıza çarpar...
  • "iki insan ancak birbirlerinin yanında kendilerini unutarak gerçek anlamda birbirlerini tanıyabilirler" (flört üzerine)
  • kısa zaman aralığında “ilgi arayışı”, “iyilik üzerine” ve “ değişmeyi istemek üzerine” başlıklı kitapları çevrildi dilimize. bu kitaplarda nasıl utandığımızdan bizi utandıran şeylerin geçmişimizle ilişkilerine, utancımızla ne yapacağımıza, bu sonlu ve sonu belirsiz yaşamda iyiliğe ve dayanışmaya ihtiyaç duysak neden iyi olacağına, kendimizle ilgili neyi değiştirmeye çalıştığımıza ve bu değişim olasılıklarını neden elimizin tersiyle ittiğimize ve sayamadığım daha pek çok alt başlıkta düşünmemize yarayabilecek cümleler ve paragraflar var.

    bir yandan internetin eğlencelerini sonuna kadar kullanmaya ve semptomlarımızı sosyal medyada doyurarak kendimizden kurtulmaya çalıştığımız ama diğer yandan da sonsuz can sıkıntısıyla ve gerçek bir idealin yoksunluğuyla yataklarımıza girdiğimiz günümüzde adam phillips okumayı şiddetle tavsiye ediyorum, farklı sesler duymaya kimin ihtiyacı varsa.

    rastgele bir adam phillips kitabı alın ve okumaya başlayın rastgele bir bölümünden, hangisinin başlığı ilginizi çekerse. psikanalizi bir tedavi yöntemi olarak sabitlemekten ziyade onu kullanarak kendimize daha başka sorular sorabileceğimizi, kendimizle ve diğerleriyle başka diyaloglara girişebileceğimizi, çok sesliliğimizi susturan egemen, sömürgeci iç seslerimize ışık tutup ruhsal polifoniyi geri kazanma yönünde adım atabileceğimizi, kendimizi x ya da y sıfatıyla tanımlamaktan bir anlığına geri durup bu tanımlarımızın kendimiz hakkında söylediği kadar bastırdığı şeyler de olduğunu düşünebileceğimizi, özcülüklerimizden, dar kafalılıklarımızdan, ortodoksluklarımızdan kurtulmamızın yolunun kendimizi niçin kısıtladığımızı bir kez daha düşünmek olabileceğini göreceksiniz adam phillips kitaplarında.

    bir başkasıyla girişilen diyalog her zaman içimizde buna izin vermemizle başlar. eğer içimizde çok sesliliğe izin vermeyen bir diktatör barınıyor ve her sesi kendi sesi halinde emiyorsa o zaman dışarıda duyduğumuz ve dışarıya söylediğimiz de sadece monologlar ya da tiradlar olacaktır. kim bu diktatör diye sorar adam phillips farklı şekillerde. içimizde hangi şekillerde barınır ve nelerle beslenir? mesela ona göre içsel bir diktatöre ihtiyaç duyarız çünkü hayatın karmaşıklığına, belirsizliğine, çok sesliliğine dayanamayız. sesleri susturmak, yaşamı basitleştirmek, farklı görüşleri azaltmak, tartışmanın yerine itaati seçmek, geçmişimiz yerine bilmemizin mümkün olmadığı geleceğimizi sabitlemeye çalışmak, değişmez fikirler aramak, kendimizi eleştirmede acımasız olmak falan hep içimizdeki diktatörün hayata karşı bulduğu çözümlerdir. bu çözümler aslında sorunları yaratan şeydir de. buna semptom der adam phillips ve mesele olanın icat ettiğimiz semptomları yeniden tartışmaya açmak olduğunu yazar.

    peki ne kazanabiliriz bu okumalardan? belki bir parça ruhsal esneklik, katılaştırdığımız bir düşünceyi yeniden düşünmek için şüpheciliğe izin vermek ve düşünmekten, bu denli korktuğumuz bu zihinsel eylemden daha az korkar hale gelebilmek.
  • yıllar önce okuduğum ve çok geniş olmayan bir tanımlama girmiştim okuduğum dönem.
    kitabı tekrar elime aldım altını çizdiğim yerleri yeniden gözden geçirmek için - çünkü bazı kitaplar acıktıkça yenilen yemek gibi, gerçekten.-

    kitabı yeniden okumaya karar verdim, gözden kaçırdığım o kadar çok şey olmuş ki.
    çok daha geniş ve yoğun bir bahsediş olarak kalsın istiyorum burada.

    - uzun entry'leri kimsenin okumaya zamanı yok biliyorum, dikkat bile çekmeyecek sol frame'de ama buraya yazdığım kitap anlatımları, hiç kimse okumasa dahi kendim için oluşturduğum bir arşiv.* bir yazar aklıma geldi bu gereksiz açıklamayı bu yüzden yapmış oldum.-

    o halde minik bir tanım girişi ile başlayacak olursam; adam philips, ingiliz psikanalitik psikoterapist ve yazardır.

    aslında, beni önce psikanaliz üzerine yazdığı için çeken daha sonrasında yazarlık gücüyle; bilim insanı olmasının yanında güçlü bir edebi yanı olduğu için etkileyen, eserlerindeki dilin akıcı, anlaşılır, nefis bir anlatımının olması ile içine çeken bir yazar.

    her kitabı kesinlikle okunması gerekenler listesinde bana göre. insanın kendini tanıma süreci o kadar zor ve derin ki.. psikanaliz bize bu süreçte en azından tanımanın kıyısına uğrama fırsatı tanıyor.

    şu an bahsedeceğim kitabının adı; kaçırdıklarımız.
    bu kitabı, 5 ana bölümden oluşuyor.

    `*` hüsran üzerine
    `*` kavrayamamak üzerine
    `*` yanına kâr kalmak üzerine
    `*` çıkıp gitmek üzerine
    `*` tatmin üzerine

    ve bu ana bölümler dışında ek olarak deli rolü üzerine bölümü de yer alır.
    etkilendiğim bölümleri yazacağım.
    shakespeare alıntıları ile kitap, okunması daha çekici hale geliyor.

    hüsran üzerine
    muhteşem bir girişle zaten ilk satırda okuru yakalıyor.

    " tragedyalar, istediklerini elde edemeyen insanların hikâyeleridir ama istediklerini elde edemeyen insanlarla ilgili her hikâye trajik bir görünüm taşımaz.
    komedyalarda, insanlar istediklerinin bir kısmını elde eder ama tragedyalarda insanlar istemenin bir işe yaramadığını keşfeder ve olay örgüsü çözüldükçe istediklerini sandıkları şeyin giderek daha azına erişirler. adına ister hırs, ister aşk, ister hakikat arayışı densin, en basit şekliyle belirtmek gerekirse tragedyalar, herhangi bir şeyi arzulamanın acı sonunu gözler önüne serer.
    trajik kahramanlar, başarısızlığa uğramış pragmatistlerdir.

    philips, bu giriş ile hüsran temasına bir alt yapı oluşturur.
    hüsranın ana noktası, istekler ve arzular diye ilerleyen satırlarda
    tezini devamlı sağlamlaştırarak ilerler.
    şurası mesela;
    " isteklerimiz her daim rekabet içindedir ve çoğunlukla da birbiriyle çelişir, dolayısıyla seçim yaparken temel unsurlar feda edilir. yaşam, insanlar öyle her istediklerini elde edemedi diye değil, arzuları kendilerine hasar vermeye başladığında, istedikleri şey katlanılmaz kayıplara gebe olduğunda trajik bir hal alır."

    artık okur olarak istemenin ve arzuların hüsrana giden bir merdiven olduğunu sorgulamaya başlıyoruz, devam ediyor kafamıza vura vura...
    " freudcu senaryoya göre, bir ebeveynini arzulayan çocuk ötekini rakip pozisyonuna sokar ve ileride samimi arzulara sahip bir yetişkin olabilmek için önünde sonunda ebeveynlerine duyduğu ihtiyacı aşmak zorudadır.
    cinselliği yaşayabilmek için çocukluğu geride bırakmamız gerekir ve tâbii bu geride bırakmamız gereken tek şey de olmayabilir.
    arayış, buna değip değmeyeceğinin keşfedilme sürecidir."

    bunun adına şöyle bir tanım yapmış; " yaşamımızı bulmak için önce onu kaybetmelisiniz. "

    bu arada bir es;
    philips'in anlayışını kavramak için freud, lacanist yaklaşımlar , bion üzerine birazcık bilmenin ise yarayacağını, okurken her şeyin daha iyi yerine oturacağını düşünüyorum.

    artık hüsranın içindeyiz.

    " arzunun yarattığı sıkıntı ve güçlükler hüsrandan doğar; bir şeyi tercih ettiğimizde başka bir şey yüzünden hüsrana uğrayabiliriz. dolayısıyla hüsrana katlanıp katlanıp katlanamayacağımız son derece belirleyicidir. "ihtiyaçlarımız" dediğimiz şeyler konusunda bu kadar emin ve ikna edici varlıklar olmasaydık bu durumun ceremesini başka şekilde çekiyor olurduk."
    yani aslında "hüsran bir gelecek vaadi taşır"
    diye yorumluyor ve " sadece tatmin edebilen biri hüsrana uğratır sizi" der.

    buna yine kral lear ile cordelia örneğini vererek temel oluşturur. çünkü kral lear en çok cordelia'yı sevdiği için onu en çok hüsrana uğratan cordelia'dır.

    " sevgi talebi her zaman sevgi konusunda bir şüphe içerir ve tüm şüphelerin temelinde sevgi şüphesi yatar.
    tüm aşk hikâyeleri, hüsran hikâyeleridir. ebeveynler ile çocuklara ilişkin hikâyeler de aslında birer aşk/sevgi hikâyesidir. freud' a göre şekillendirici olan da bu hikâyelerdir.
    aşık olmak; varlığından haberdar olmadığımız bir hüsranın hatırlatılmasıdır. "
    yani birini istemiş ve bundan mahrum kalmışsak bir anda karşımıza çıktığı anda yoğun bir tatmin ve hüsran hissederiz.

    lacanist anlayış ile de durumu şöyle açıklıyor philips,
    " hayallerinizin erkeği/ kadını veya esasen hayatınızın herhangi bir tutkusuyla karşılaşmadan önce genele yayılmış ve boşlukta asılı bir hüsran hissederken bu mucizevi nesneyi bulmanız, hüsranınızın kaynağını keşfetmeyi sağlayacaktır.
    aşık olmak, tutkunuzu bulmak, sizi neyin hüsrana uğrattığını tespit etme, tasvir etme ve ortaya koyma girişimleridir.bu açıdan her zaman neye ihtiyaç duyduğumuzu, lacan'ın terminolojisi ile neyin eksik olduğunu bulma ve anlama çabası içindeyizdir.
    yani peşine düştüğümüz kökenler, hüsranın kökenleridir.
    " neyin noksan olduğunu bulmanın amacı onu yerine koymaktır; en azından, bir yoksunluğu gidermenin ilk aşaması neden yoksun olunduğunun keşfedilmesidir." şeklindeki araçsal, pragmatik, sağduyulu düşünce mantığına uygundur.

    bir başka deyişle, kafamızdaki ideal insan, gerçek insanlarla gerçek ilişkiler içine girmekten kaçış noktamız olur.
    *

    zaten lacan aşk için şöyle demiyor muydu? `*` aşk sahip olmadığımız bir şeyi var olmayan birine vermektir.

    hüsran, gerçeklik ve fantazi arasındaki ilişkiye de bion ve freud örneklerini veriyor. freud'un aç olan birinin leziz bir yemek yeme fantazisini verir. açlık anındaki fantazi ile gerçeklik karşısında hüsrana giden bir süreç var yani yine.
    wilfred bion'a göre ise düşünme edimi kaçınılmaz bir hüsran deneyimi ile başa çıkmanın tek yolu.
    bu durumu şöyle açıklıyor; *

    " meme beklentisini tatmin edecek bir meme olmadığını idrak eden bebek modelini öneriyorum.( bebek aç ve emzirilmiyor.)
    bu durum içsel olarak "meme yok" veya "eksik" meme şeklinde deneyimlenir. bir sonraki aşama çocuğun hüsran kapasitesine bağlıdır; özellikle de çocuğun hüsrandan kaçınma yönünde mi, dönüştürme yönünde mi karar vereceğine.
    hüsrana katlanma kapasitesi yeterli ise içsel meme yok algısı buradan doğacak düşünüşe hizmet eden bir fikir ve aygıta dönüşecektir. "
    bu görüşüne baktığımız zaman bion freud'un tatmin edilme tezine karşın düşünme ediminin hüsran noktasında karar verici olduğunu gösteriyor.

    hüsranı katlanılır kılan düşüncedir ve düşünceyi mümkün kılan hüsrandır. düşünce hüsrandan kaçınmak yerine onu dönüştürme yoludur.

    kavrayamamak üzerine

    ilk kısımdan sonra philips bu bölümde kavramak ve kavrayamamak arasında sıkışıp kalmış insana dair açıklamalar yapıyor ve tâbii yine freud'un analizinden örneklemler ile.
    insanların kavramak ile kavramamak arasında savrulup durduğunu söyler philips. başkalarınca tanınmayı ve gerek kendimizi gerekse ihtiyaçlarımızı tanımayı her zaman göze alamayız çünkü işin ucunda acı çekmek vardır.
    arzumuzu olduğu gibi görmek, yani hem başkalarına bağımlı hem de yasak ve dolayısıyla da mütecaviz olduğunu fark etmek kendimizi fazlasıyla kabul edilemez bulmamıza, fazlasıyla aykırı ve tehlikede görmemize yol açar.

    yani "temel özelliklerimizi dosdoğru tanıyacak olsaydık kaygıyla başa çıkmamız mümkün olmazdı. arzularımızı gerçekte olduğu şekliyle görseydik aciz duruma düşerdik, esasında kendini tanıma araçlarından yoksun varlıklarız" diye açılıyor kavramak ve kavramamak arasındaki ilişkiyi.

    kavramanın bir çeşit tatmin ve aynı zamanda acıya yol açtığını görüyoruz açıkladığı şeylerden.
    " hüsran tatminden önce gelir; onun ön koşuludur. kavrayamamak, kavramayı önceler, bizi kayıplarımız ile ilişkilendirir ve erken dönemde kelimenin gerçek anlamıyla yaşadığımız kavrayamama deneyiminin mahiyetini sorgulamamıza sebep olabilir."

    dikkatimi çeken başka bir kısmı da şuraya bırakayım.

    " insanların hangi yemekleri sevdiğini, beyi beğendiklerini ya da beğenmediklerini, favori renklerini bilebiliriz; bunlar bilebileceğimiz şeylerdir ama pek çok modernist yazar arasında freud ve cavell'ında öne sürdüğü gibi çok cüzi bir bilgidir bu. esasen insanlara dair tüm bu bilgiler bilginin işimize be kadar az yaradığını ve başka insanların bize ne denli azap çektirdiklerini acigat çıkarır. insanların aşık olduklarında bilmeye ve birbirlerini tanımaya o denli heves etmeleri bunu bir ölçüde tasdikler; sanki şahsi bilgiye ulaşmaya yönelik coşkun arzuları aracılığıyla birbirine şöyle diyorlardır;
    aşk söz konusu olduğunda bilgi işe yaramaz; aşkta ortaya çıkan, insanın arzuladığı ama neyi arzuladığı konusunda hiçbir fikrinin olmadığıdır.
    birini tanıma arzusu -insanı, şiiri, espriyi kavrama arzusu- öngörülen bir heyecanı bastırma, azaltma ve hatta duyulan arzudan kurtulma isteği olabilir.

    bir erkek, erken boşaldığında bunun sebebi, kadının ne olduğunu çok iyi bilmesidir.
    kadın arzuladığı erkeğin onun için ne demek olduğunu biliyormuş gibi davranır. bir şeyden emin olma hali, heyecan düzenleme girişimidir."

    edit: diğer bölümleri editleyeceğim.

    edit2: yıllar önce değilmiş, 2021 mart tarihinde okumuşum ya*
    hafızama bir öpücük.
  • arzu, hüsran, seçimler üzerine kurulu yeni çeviri eseri kaçırdıklarımız ile yerli okuyucu karşısına yeniden çıkan yazar.
  • uzun olduğu kadar okuması zevkli bir söyleşisi için:
    http://www.metiskitap.com/catalog/interview/6061
  • londra'da wolverton gardens çocuk ve aile danışmanlığı merkezi'nde çocuk psikoterapisi bölümü başkanı, aynı zamanda yazar.

    dilimize de çevrilmiş bazı ilginç kitapları;

    - öpüşme, gıdıklanma ve sıkılma üzerine hayatın didiklenmemiş yanlarına dair psikanalitik denemeler (bkz: asgari alti kelimeden murekkep kitap adi ekolu)
    - kreşteki yabani
    - dehşetler ve uzmanlar
    - tekeşlilik
    - flört üzerine
hesabın var mı? giriş yap