• kendileri sürekli türkiye'deki misyonerlik faaliyetlerinden yakınırken yıllardır hem türkiye'de hem de başka ülkelerde islam misyonerliğinin allahını yapan, üstüne üstlük türkiye'de gençleri üniversiteye hazırlık gibi önemli bir olayı kullanarak beyin yıkama ortamına zemin hazırlayan topluluk ve fethullah gülene adam yetiştirmek için dönen çark. çarkın işleyişi:

    1. fethullah gülenci üniversite hazırlık kurslarındaki rehber öğretmenler(abiler) dersaneye kayıt olan ve özellikle dersane sınavında derece yapıp burs kazanan öğrencileri kurs başlamadan önce çağırıp halen üniversitede okuyan bir abileriyle
    tanıştırırlar. "bakın bu abiniz size gönüllü ders verecek, üniversite sınavında derece yapmıştı bu abiniz" denir. ilk başta dersane dönemine hazırlık ve ders çalışma bahanesiyle abinin kaldığı eve öğrenciler gruplar halinde çağırılır. öğrenciler gruplar halinde çağırılır, çünkü asıl amaç burda birbirini tanıyan kişi sayısını azaltıp beyin yıkama işlemini kolaylaştırmaktır. (bkz: maltepe dersaneleri) (bkz: körfez dersaneleri) (bkz: fem dershaneleri)

    2. eve gelen öğrenciler genelde direk olarak takke ve seccadeyle karşılanmaz. öğrencilerle ilgilenen abi ilk başlarda dinini bireysel olarak yaşar. namaz vakitlerinde "durun çocuklar namazımı kılıp geliyorum" diyerek gençlerin nabzını yoklar. konuya girmek için kendine bir yol açar. burda kullanılan ev aslında fethullah gülen cemaatinin abilerin hizmet etmesi için tuttuğu ışık evi... öğrencilerin kaldığı normal bir bekar evi değil...

    3. abiler çocukları yalnız derslerle sıkıp elinden kaçırmak istemez. futbol, sinema, kitap, piknik gibi aktivitelerle onlarla iletişimi tam olarak kurar. ama her aktivitesinde ufak ufak niyet giderek belli olur: gençlerin beynini yıkayarak doğru belledikleri nur yoluna sevketmek... kullandıkları yöntem ise takiyye...

    4. bir yandan sosyal aktivitelerle hem abilerle, hem de ışık evindeki diğer gençlerle kaynaşan öğrenciler giderek ışık evinin ortamına alıştırılır. daha sonra evde geçen sohbetler giderek bilim ve islam, allahın varlığı birliği, allahın varlığının kanıtları gibi konular üzerinde dönmeye başlar. aklını göremiyoruz ama bir aklın var, allahı da göremiyoruz o zaman allah da var gibi düz mantıklarla insanların imanı tazelenir(!). daha sonra abiler eve gelen gençler arasında beyin yıkama konusunda işlerine yarayabilecek kişiler üzerinde yoğunlaşır. bir yandan abiler, gençler içinde imanı zayıf görünenler üzerinde baskı kurarak kurarak onları kayıtsız şartsız iman ettirmeye zorlar. fakat bu zorlama genelde sohbet, kitap okutma gibi zihinsel yollarla olur. genelde fiziksel bir zorlama, baskı olmaz.

    5. ışık evindeki ders çalışma bahaneli toplantılar devam ederken bir yandan da ismi malum dersanelerde dersler devam eder. ve de sınava yakın bir dönemde öğrenciler öğrenci yurdu, şehir dışındaki bir kamp gibi ders çalışma kampına çağırılır. fakat bu kampta tipik fetullah gülen dersanesi usulü olarak adam akıllı hiç ders anlatılmaz, sadece öğrencilere tabiri caizse inekler gibi soru çözdürülür. ve de yemek saatleri, uyku saatleri, dinlenme saatleri gibi zaman dilimleri hep namaz vakitlerine göre endekslenir. hatta bazen öğrenciler sabah namazına kaldırılır. fakat yine fiziksel bir zorlama yoktur. gizliden bir psikolojik baskı vardır takiyye usulü gereğince.

    6. sınav vakti gelir. 4. maddeki işe yarayabilecek öğrenciler çok iyi okullara girerler. çünkü abiler bu öğrencileri gözlerine kestirirken başarılı olanlara ve ilerde davaya kayıtsız şartsız hizmet edecek öğrencilere öncelik verir ve isimleri malum olan dersanelerin bu öğrenciler üzerine yoğunlaşmasını sağlar. hatta onlardan beş on kişilik derece grubu oluşturur. fakat dersanenin ilk iki-üç seviye sınıfları dışındaki öğrencilerle doğru dürüst ilgilenilmez. çünkü amaç çok iyi bir okula girmesi nerdeyse garanti olan öğrencilerle ilgilenip hem onların sınav derecesiyle reklam yapmak, hem de onlarla gerek ders çalıştırma, gerek sosyal aktivite yoluyla iyi bir iletişim kurmaktır. vasat ve başarısız olan öğrenciler dersane ve nur davası için sadece para kaynağıdır.

    7. bir önceki maddede hem dersanede, hem ışık evlerinde iyi iletişim kurulan gençlerle ilişki üniversitede koparılmamaya çalışılır. abiler bu başarılı gençlerle sürekli irtibat halinde olur. ve de yine takiyye usulü gereğince söz konusu çok iyi bir üniversiteyi kazanan öğrenci yine ışık evi ortamına davet edilir. ama bu sefer bir farkla. öğrenci olarak değil de abi olarak! kendisi gibi eve ders çalışmak için gelen öğrencilere hem ders çalıştırmak, hem de onların beyinlerini yıkamak için.

    sonuç: ışık evlerinden ve fethullah gülen dersanelerinden gelen bu genç ya abilik görevini reddedip üniversite hayatına kendi yolunda, ona sınava hazırlanırken empoze edilen fikirler ışığında veya onlardan etkilenmeden normal bir şekilde devam edecektir, ya da ışık evi ortamına abi sıfatıyla tekrar girip abilik çarkınının 1. maddesindeki abi rolünde fethullah gülen cemaatine adam çekecektir ve aynı zamanda okulunu bitirip fethullahçı bir doktor, mühendis, işadamı, mimar, asker, polis, memur olup türkiye' de kadrolaşmaya çalışan fethullah gülen cemaatinin bir parçası olacaktır. kim bilir, belki de suser olup kadrolaşmayı sözlüğe taşıyarak islamcı entry kötüleme mafyasını oluşturacaktır, belki de bu entryi de anında kötüleyerek zamanın ötesine ışınlayacaktır. her ne kadar fethullah gülen cemaati ve abileri amaçlarını kutsal, yollarını doğru yol olarak görseler de, hep türkiye'nin iyiliği için çalıştıklarını söyleseler de onların kafasındaki türkiye hayalini kimse bilemez. bu hayalde çarşaflar, takkeler de olabilir, çiçekler böcekler top oynayan çocuklar da olabilir. fakat sürekli işleyen abiler çarkı ve de çocuklarını araştırmadan, sormadan soruşturmadan, iki üç süper zekalı öğrenciyi yanlarına çekip onların olağan sınav derecesiyle reklam yapan fethullah gülen dersanelerine kanıp çocuklarını kayıt ettiren anne babalar sayesinde hayallerindeki türkiye'ye ulaşmak abiler ve onların büyükbaşları için çok da zor olmayacaktır.
    (bkz: nurculuk)
    (bkz: fethullah gülen)
    (bkz: takiyye)
    (bkz: şeriatçılık)
  • türkiye'nin en karikatür oluşumlarından biridir bunlar. hepsi ince bıyıklı, çoğu gözlüklüdür. ekseriyetle sayısal bölümlerde okurlar, hepsi anadolunun fakir ailelerinden üniversite okumaya gelip feto cemaatinin finansal yardımıyla belini doğrultabilmiş, inançları gereği de vefa borcu nedeniyle cemaate hizmeti sürdürmeyi tercih etmiş basit insanlardır. yanlarına aldıkları çocuklara abi evlerinde 3 öğün yemek yedirirler, yemeği yerde yerler. portakalı elleriyle soyarlar. doğulu olanları çiğ köfte vs. de yapar, maksat yıkanacak beyinlere hizmet olsun. yemeğin ardından topluca namaz kılarlar. en sonunda da (kendilerince) derin konulara dalar, dini vaazlarını en kek gördükleri öğrencilere saidi nursi kitabı ya da feto kaseti vererek bitirirler. öğrencileri evde yatıya kalmaya zorlarlar. aynı cemaatin dersanelerinde (fem, anafen vs.) indirim yaptırırlar. halı saha maçı yapabildikleri en çılgın atraksiyondur, çok eğlenirler. öğrenci aileleriyle konuşmakta kaşarlanmışlardır, anne-babaları sert bir tepki almadıkça günlerce yılmadan usanmadan arayarak kafalamaya çalışırlar. hemen yüz göz olup kendilerini akşam yemeklerine falan davet ettirirler. kendi ahlak kurallarından asla taviz vermezler. küfürsüz, sekssiz, alkolsüz, sigarasız, parasız oldukça püritan bir hayatları vardır. aslında bir bakıma "gerçek dünya"dan korkarlar, sonuçta çoğu köylerinden kalkıp bu evlere sığınmıştır. o yüzden gerçek dünya bilgileri sıfıra yakındır, ot gibi yaşarlar. hatta islamla alakası olmadıkça haber bile takip etmezler. evlilik çağı geldiklerinde karşı cinsten "ablalar" ile matchlenir, bu sayede ürerler.. ordan da çoluğa çocuğa karışıp (en az 3'er tane) abiliği bırakır, cemaatte daha iyi bir yer edinmeye çalışırlar.

    biraz hayvan belgeseli dublajı gibi oldu ama bu genellemenin %90 ihtimalle kesinlikle doğru olduğundan eminim. sonuçta ilk cümlemde söylediğim gibi inanılmaz karikatür tiplerdir. hepsi birbirine benzer.
  • izmitli olan ve bilgisayar oyunlarina merak salmis kitlenin belsa plaza'da sürekli gittiği bir bilgisayarcı vardı. adını tam hatırlayamasam da esas belsa plaza'da değildi de yanındaki binanın giriş katındaydı burası. dükkanın sahibi ve işleten abiler ise hardcore cemaatçiydi.

    sokakta görsen bir tarikata otomatik olarak monte edeceğin adamlar o dönem izmit'teki en kaliteli oyun arşivine, kalitesine (korsan oyun) ve oyuncu çevresine sahiplerdi. oyunların orjinallerini de satmakla kalmayıp o dönem için izmit'te hayal sayılabilecek oyun box setlerini de getirebiliyorlardı. hatta hatırlarım diablo 2'nin çok güzel bir box seti vardı bunlarda.

    o dönem oynanan bütün online oyunlarda parmağı vardı bunların. ne oyun çıkarsa çıksın bunlar ya karakter kasıp satıyor ya da item satıyordu. en net hatırladığım da sürekli masa başında oldukları için yemeği hızlı hızlı geçiştiriyorlardı; ufak bir masanın üstü ya akit ya da zaman gazetesi ile kapatılmış, iki kutu şokellaya ekmek-pide banıp banıp yiyorlar.

    sonra o dükkanın alt katına bir de internet kafe açtılardı battle.net adıyla. gündüzleri kapıları herkese açıkken akşamları kendi istedikleri oyuncular girebilirdi. bunun için de o dönem izmit'te popüler olan diablo 2, starcraft, warcraft gibi online olarak oynanabilen oyunlardan bir tanesinde iyi seviyede olmak ya da potansiyelinin olması gerekiyordu.

    bunlar bizi ultima klasmanından almışlardı. izmit'te diablo büyükse de değirmendere'de kral hala ultima online idi ve biz de gebeş gibi oynuyorduk, benim o dönemki gitar hocam ve takımı starcraft ve diablo kasıyordu. gitar hocamla yakın olduğumdan dolayı yaz ayında paso onda kalıyordum ben. onda kalmam demek akşam 11-12’ye kadar gitar çalmak, müzik dinlemek ve sonrasında çıkıp o internet kafeye gitmekti. 12’de girdiğimiz internet kafeden sabah 7-8 gibi çıkıp kahvaltı edip uykuya geçiyorduk.

    internet kafede biz oynarken abiler arkadan ekranlara bakıp kendilerince yorum yapıyor, eksikliklerimizi söylüyor, taktik veriyor, beğendikleri bir aksiyon olursa da tebrik edip not alıyorlardı.

    ortam çok saykodelikti. oraya giren gençler olarak izmit’te nispeten daha çok rock/metal dinleyen, slayer,metallica, cradle of filth tişörtleri ile gezen, küpe takan, saç uzatan kişilerdik. abiler ise kafada takke, cemaat sakalı ve ahmet hoca cübbesi ile takılıyorlar. ramazan olduğunda biz takmadan yine biramızı falan alıp gidiyoruz, adamlar sahur yapıyor. hepimizin kulaklarda deathcore, metalcore ve yarrak kürek metal grupları çalıyor, adamlar kafeye müezzin bağlıyor. iki taraf da kendi hayatını yaşıyor ama kimse kimseye laf etmiyor.

    işte yine bir gece oturmuşuz ultima’nın başına sabahlamaya başlamışız, pk avındayız. gayet başarılı geçen iki saatin sonunda omzumda bir el hissediyorum. bir el baya baya omzumu tutup sanki beni kutsuyormuşcasına hareketler yapıyor. noluyo amk diye arkamı döndüğümde kafede takılan 3 adet cemaat abiyi görüyorum. omzuma dokunanı gözleri yarı kapalı şekilde “maşallah yavrum maşallah. kardeşim sen oyununa devam et, biz duanı ediyoruz senin için“ diyor arkasındaki iki abi de dudaklarını oynatarak dua okuyor...

    5 dakika birbirimize baktık öyle abilerle. sonra omzuma dokunanı ekranı işaret ederek “kardeş sen biz yokmuşuz gibi oyuna devam et“ diyor. ne diyeceğimi bilemedim adamlara. allah razı olsun abi diyerek ekrana döndüm ama kafa arkada kaldı. 3 tane zebellah gibi adam arkamda dikiliyor, birisi omzuma dokunuyor diğer ikisi dua okuyor. adamlar 5 dakika dua okuduktan sonra gittiler başka bir elemana dua okumaya başladılar. sonra diğerine geçip ona okumaya başladılar. sonradan öğrendik ki o gece kandil gecesiymiş, o gece okunan dualar kabul edildiği ve biz başarılı oldukça abilere para getirdiğimiz için abiler hepimizin başarılı olması için dua okuyorlarmış.

    şimdi düşününce böyle saykodelik ortamlarda bulunduktan sonra iyi gelmişim bu zamana kadar.
  • ismini ilk kez ortaokul yıllarımda duyduğum, çok amaçlı işler peşinde olan kişiler. *

    orta 1 ya da 2, milletin ağzında abiler abiler kelamı gidiyor. yok ders anlatıyorlarmış, yok top oynuyorlarmış, yok karate yapıyolarmış evde çiğ köfte yapıyolarmış, mış mış mış...
    ulan dedim bende gideyim, hem beleşe özel ders fenamı dedim. gittim evdekilere söyledim böyle böyle, ebeveynden gelen cevap ise katı ve netti: hayır!. çocuk akla anlamadık tabi, epey kızmıştım bizimkilere. yok herşeyi geçtim, muhabbetlerden de geri kalıyorsun, yok abilerle şöyle yaptık, sonra mahmutlar da geldi hep beraber top oynadık filan. çocuk akla kafayı yiyorsun, ''ulan ne iş dönüyor orda'' diye. sonradan yaş kemale erince anladık mevzunun derin olduğunu. ama o gün bu gün içimde uktedir hep; bi abiyle şöyle ders çalışmak nasıl oluyormuş, bi abiyle çiğ köfte nasıl yapılırmış, şöyle bir abiyle oturup bi ufak açıp sohbet etmek nasıl olur merak ettim hep. *

    hala varlar mı, etkinliklerini sürdürüyolar mı merak ediyorum. yok şayet devam ediyolarsa. sırf bu ezikliği üstümden atmam için bana yardımcı olsunlar. bir kereliğinede olsa, bir halı saha maçında benide kadroya alsınlar.

    +abi bu amca kim
    -yazık, zamanında abilere gidememiş bir meczup.
  • siz devam edin dalga geçmeye adamlar çoktan malı götürmüşlerdir. imamın ordusu muhabbetlerini duyunca direkt bunlar geldi aklıma.
    yazacak, anlatacak çok şey var ama yapacak bişey yok.

    öncelikle şunu söyleyeyim: abilerden siktir edildim.
    7. sınıfta tanışmıştım kendileriyle. bir teravih çıkışı elime tutuşturdular "x test merkezi" kağıdını. normalde teravih diye evden çıkar internet kafeye ya da parka giderdik; o gün nasıl olduysa verdiler elime kağıdı, sınav var gel dediler. sınavı duyunca koştum tabi eve. sınav ya... girip başarılı olup evdekilere artistlik yapacaktım. kenar bir mahallede ortalama bir öğrenci olmak çok iyidir. rakibiniz yoktur, götünüz tavan yapmıştır. benim de öyleydi.

    neyse girdim sınava. sonucunu hala öğrenemedim ama peşime düştü bu adamlar. evi aramalar falan. peşimdeler ya göt iyice kalktı. gittik 2-3 arkadaş. abiler mülayim insanlardır. abi bile demiyorum, yavşaklıklarıma ses çıkarmıyorlar. kendimi onlardan üstün görüyorum. aklımca onlar ezik, kız arkadaşları yok, dersten başka yaptıkları yok. tıpkı şu an çoğu kişinin abiler hakkında düşündüğü şeyler.
    bu arada 5-6 tane bilgisayar var gittiğimiz yerde. gidip gidip kantır oynuyoruz. meğer deneme süreciymiş bu. bir süre sonra şiddetli geçimsizlikten ayrıldık abilerle. bizim evdeki hakim görüş de etkili oldu tabi. babam o zamanlar "cahilden, okumamıştan korkun." derdi. gerçi abilerde; bırakın hacettepe tıpı, odtü bilmem neler vardı. şaşırmıştım bu adamın odtüde işi ne diye.

    çoğu arkadaşım devam etti. (kendileri bugün abilik yapıyor.) merak ediyorum 7 yıl önce öğrenci olan arkadaşlarım abi olduysa; 7 yıl önce abi olan adamlar bugün ne oldular. cahilden korkan babam bugün okumuş hem de çok iyi okumuş adamlardan korkuyor. "ulan koskoca profesör..."lü cümleler kuruyor. küçükken öğretmenimiz "yarının yöneticileri sizlersiniz" dediğinde daşşak geçerdim. harbi öyle oldu galiba.

    abileri küçümsüyoruz. adamların bizden tek farkları ders çalışmalarıydı.
    ben ösym götümü ye diye gezerken; adamlar oturup çalıştı.
    ben adamlar inek aq derken; adamlar oturup çalıştı.
    ben adamlar ezik derken; adamlar oturup çalıştı.
    ben adamların kıldığı namazla dalga geçerken; adamlar oturup çalıştı.
    hepsi bugünün yöneticileri yani.

    diyorum ya beraber gittiğimiz adamlar askeriyeden odtüye, girdiler istedikleri yerlere. bense hala onlara laf yetiştiriyorum.

    şimdi şu ygs muhabbeti de varken aklıma geldi.
    bu sınavı yapan adam abiyse, soruları hazırlayan adam abiyse, denetleyen adam abiyse, gözetmen adam abiyse...
    yarın nolcak bilmiyorum. bence türkiye'de en büyük tehlike bu abilerdir.
  • bundan tam 10 yıl evvel evimin dibindeki bir ilköğretim okulunun bahçesinde elimdeki turuncu topu karşımda duran yamuk potaya yollamaya çalışırken içlerinden biriyle ilk kez tanıştığım güruhtur.

    sonrasını anlatayım:

    o sene ilk kez oks sınavı yapılacaktı. daha önce anadolu liselerine ilkokul beşinci sınıftan sonra girilebliyordu sadece. sınavın adı da oks değildi daha o zamanlar.

    biz bi kaç arkadaş topu sektire sektire zağar gibi koşarken böyle hafif kilolu rte bıyıklı bi eleman geldi. bize katılıp katılamayacağını sordu. buyur dedik gel oyna. bi süre daha topu çembere yolladıktan sonra yorulup gidip duvarın üzerine oturduk. ne yapar ne edersiniz dedi. işte sınav falan dedik, ortaokul bitiyor güzel bir liseye girmek istiyoruz. üniversite öğrencisi olduğunu söyledi, bi kaç arkadaşıyla bizim gibi genç arkadaşlara -nereden arkadaşı oluyosak eşek kadar adamın- ders çalıştırıyorlarmış. bi gün gitmek istersek beklermiş falan. bir arkadaşımın telefon numarasını aldı: görüşürüz, mutlaka gelin, eğleniyoruz da çok, yemek yeriz hiç olmazsa.

    numarayı veren arkadaşım gitmiş bi gün yanlarına. çok beğenmiş. bizi de çağırdı. çocuk aklı gittik. ders çalıştırıcaklardı bize. toplam dört arkadaştık. evin içinde hala tam anlatamayacağım garip bir koku vardı. oturduk bir süre, fizik çalıştık. allahları var konuyu güzel anlatıyorlardı. ders çalışma faslı bitince böyle yere bir sofra kuruldu, yemek geldi. adını ilk kez duyduğum bi yemek, az önce bakındım sözlükte bulamadım da adını.neyse konumuza dönelim. biraz hoş beş ettik ve evden ayrıldık.

    sonra gidip gelmeler sıklaştı. gidip gelmeler sıklaştıkça ders çalışmak da ters orantılı olarak seyrekleşti. bunu yerini garip garip anlayamadığımız kelimelerle dolu kitaplar , kıçıkırık bir kaset çaların etrafına toplanıp sözleri kendi hıçkırıkları içerisinde boğulan bir adamı ve onun evrim teorisi hakkındaki sözlerini dinlemek, küçük cemaatler oluşturup namaz kılmak aldı. o günlerde anneannemin hastalığı iyice ilerlemiş olduğu için annemi ve babamı fazla göremiyordum, görsem bile bunları konuşmaya sıra gelmiyordu.

    kızlarla dolaşmamalıymışız; kendileri söylemediler bunu bana, bir arkadaş söyledi, beni kızların yanında görüyorlarmış, bu olmazmış. anadolu lisesi sınavı yerine askeri lisenin mülakatlarına girmeliymişiz. askerlik geçerli bir meslekmiş, maaşı iyiymiş.

    bi gece sabaha karşı babam uyandırdı beni. bi kaç lokma yiyecek hazırladı ve anneannemin vefat ettiğini söyledi. bu olaydan sonra uzun süre abilerin yanına uğramadım. bu süre içerisnde iyiden iyiye soğumaya başlamıştım "abiler"den.

    yaklaşık bir ay sonra yanlarına gittiğimde işleri epey büyüttüklerini gördüm. zaten o sıralarda televizyonlar bangır bangır bunların haberlerini veriyorlardı. o evlerde olan bitenleri anlatıyorlar, bazen de o evlere girip de aklını yitirerek çıkan genç insanları ana haber bültenlerine anneleriyle birlikte konuk olarak alıyorlardı. neyse konumuza dönelim: yanlarına ilk gidişimizdeki kadroyu toplamışlardı. bizi karşılarına oturttular. buradan sonra yazacaklarım eminim bir takım insanlar tarafından kabul görmeyecek ancak anlatmak istiyorum.

    ev içerisinde yaptıklarımızdan kimseye bahsetmemiz gerektiğini söyleyip duruyorlardı. sonra deccalden bahsettiler, kıyametten ve her yüzyılda dünyaya gönderilen seçilmiş kişilerden. bu yüzyılda iki tanesi birden yaşadığı için şanslıymışız, böyle söylediler. deccal şudur dediler; o da bu yüzyılda yaşamış, ama tek kişi değilmiş bu deccal. bunların kim olduklarını söyleyeceklerini ancak bunu başkalarına söylersek haklarını helal etmeyeceklerini söylediler; çok bi hakları varmış gibi. kabul ettik. sonrasını zaten tahmin edersiniz, hep saldırdıkları, çamur atmaya çalıştıkları kişilerin adlarını sıraladılar.

    bir arkadaşım onların sözlerine inanamadı, ağlamaya başladı. uzun süre onu ikna etmeye uğraştılar. ben öylece yüzlerine bakıyordum. kızgındım, hem de çok. ancak kızgınlığımı yüzlerine vursam o ağlayan arkadaşım gibi beni de ikna etmeye uğraşacaklardı. bi şey söylemedim, biraz bekleyip bir daha uğramamak üzere o evden çıktım.

    sonra mı ne oldu? beni tekrar çağırdılar; gitmeyeceğimi söyledim.

    ancak arkdaşlarımdan ikisi devam ettiler o eve gitmeye. askeri lise hayalleri vardı ikisininde. tabii ki abiler tarafından kafalarına sokulmuştu. asker olmak istiyorlardı. nur cemaatinin kaleyi içten fethetme planının bir parçası olduklarını anlayamadılar. maaşı güzel, garanti meslek diyip duruyorlardı.

    sınavı kazanamadılar.

    ancak oksde aynı liseyi kazandık. bu arkadaşlardan bir tanesi liseye gelip ortamı görünce yavaş yavaş elini eteğini çekti o evlerden. diğeri ısrarla devam etti.

    sonra üniversite falan. sanırım abilere giden o arkadaşım üniversitede kendisi abi olmuştur.

    ben mi? zaten lisede alkol ve kumar batağına saplandım.* üniversiteye gelince de gördüm kandırılan insanları. büyük planın küçük piyonları olan çok öğrenci tanıdım. nasıl ince ince işlediklerini gördüm, evinden uzakta okumaya gelen, bir yere ait olmak isterken kandırılıp beyinleri yıkanan o çocukların üzerinden planlarını.

    böyledir abiler işte. hee şunu da söylemeden geçmeyeyim; mizah anlayışları çok kötü.

    edit: avasas uyardı, yemeğin adı maklubeymiş. teşekkür ediyoruz kendisine.
  • yaşımız küçük, mahallede arkadaşlarla abilere gidiyoruz... toplu halde salonda oturuluyor. ev 6. katta.

    bir abi sordu bizim yaşlarda birine: pencereden atla desem atlar mısın? çocuk cevap veremedi.. hemen bizden biraz daha büyük birine sordu aynı soruyu. belli ki önceden çalışılmış bu senaryo. "atlarım!" dedi daha büyük olan ve açıkladı; "eğer ben atlayıp ölürsem "itaat" ettiğim için cennete giderim ama siz (soruyu soran abiye) haksız yere beni öldürdüğünüz için cehenneme gidersiniz."

    yani kayıtsız şartsız itaat ile yıkanıyor bu beyinler. dolayısıyla, herhangi bir abinin emrine bile böylesine itaat edilmesi gerekirken feto'nun "ölün!" diye emretmesi durumunda olabilecekleri siz düşünün artık...

    daha ne diyeyim...

    bu arada aynı emre itaat durumu askerlikte de var. komutan size birini öldürmenizi bile emredebilir. yapmazsanız suç işlemiş olursunuz. yaparsanız emri veren komutan yargılanır, siz değil..

    sonuç: asker(mücahit) yetiştiriyorlar...

    (bkz: yamuluyorsam düzeltin)
  • "lisede nasıl olduysa evlerine gittiğimiz, bize, okuyacağımızı sanarak bikaç kitap veren, bi dahaki gidişimizde evdeki videoda porno film izlerken ve masalarında pinpon oynarken yakalandığımız, bizi derhal cemaatten kovan, güzel okullarda güzel bölümlerde okuyan sevgili büyüklerimiz" diye hatırlarım ben bunları...
  • ablalar ile evlenirler genelde.

    çoğunun bıyığı incedir. muhabbetlerinde belden aşağı unsurlara yer vermezler. sorumlu oldukları kişilerle( dershane öğrencileri) sıklıkla halı saha maçı yaparlar, ramazanlarda sultanahmet cami' nde teravihlere katılırlar. durumu kötü öğrencilere parasal yardım da bulunurlar. dershane yurtlarında kalırlar genellikle, evde kalanları öğrenci olanlarıdır, yurttakiler hocadır çünkü genelde.

    aslında eli yüzü düzgün temiz insanlardır ama hiçbirinin asıl amacı nedir ne değildir anlamadım bugüne kadar. aralarında da bulundum, sözü geçen yurtlarda beraber yemek de yedim ama '' aha bunun amacı bu '' diyebileceğim bir tanesi çıkmadı. çok uyanıklar gerçekten , ne kadar samimi bile olunsa kendileriyle sır vermiyorlar hiçbir şekilde. anca futbol konulu muhabbetlerde hangi takımı tuttuklarını söylerler, yoksa dinmiş, fethullah gülenmiş filanmış falanmış oralı değiller. anca pvnrt, pirekare, silindirin hacmi vs vs vs...
  • bugün bir tanıdık uğradı..
    "uykularım kaçıyor" diye başladı lafa.."nooldu" demeye kalmadan, durmaksızın anlattı.
    lisedeki oğlu bir akşam okuldan eve saatinde gelmemiş.aramışlar "meşgulüm, gelince anlatırım" diyince kız arkadaşıyladır diye beklemişler.
    geldiğinde, lisedeki öğretmenlerinden birinin boğaziçili abilerle tanıştırdığını söylemiş.
    ders çalışıyorlarmış.iyi abilermiş.
    haftada bir gece dışarda kalmaya başlamış.bu noktadan sonra daha fazla bilgi almak isteyen anne-babaya kafa tutmalar, bağırıp çağırmalar ve az bilgi vermeler başlamış.nerede kaldığını da "boğaziçi üniversitesi yurdunda bu abilerle" diyerek açıklamış.o "yurt"ta önce ders çalışıyor, sonra din ve hayat temalı sohbet ediyor, sonra namaz kılıyor ve yatıyorlarmış.
    "zaten okulda çok başarılı, dini bilgileri de vardı, niye gidiyor oraya,beynini yıkayacaklar, ya kötü şeyler yaparlarsa" diye bana dert yanan, gözleri dolan annenin okuma yazması yok.
    okuyan oğlunun yanında, okumamış olmanın ezikliğini hissettiğinden oğlunun üstüne gidemiyor.
    çocuk okulda çok başarılı, ailenin ekonomik durumu kötü.
    dilim döndüğünce olasılıkları anlatmaya çalıştım.boğaziçi yurdunda kalmasına izin verilemeyeceğini, bunun orada okuyan abilerin olduğu başka bir "yurt" olabileceğini, hangi soruları sorarsa nereye gittiğine dair net bilgi alabileceğini söyledim.
    maklube yi söylemeyi nasıl unuttum bilemiyorum, yarın ilk işim bu.

    "seni çok sever, seni dinler, konuşsan?" diyor."ben çocuklarım için yaşıyorum ya kaybedersem?!" diyor."basketi bıraktı" diyor..
    "olmadı önce kocamı çağırayım ona anlat, gidip bulmadı bu hangi öğretmeniymiş lisedeki, ilgilen diyorum dinlemiyor", "öğretmene de gitse, yurda da gitse şimdi babasına iyi davranırlar anlamaz ki o" ," gel beraber sen ve ben gidelim o yurda, sokarlar mı bizi içeri?" diye devam etti.

    bu abiler kimse sinirlendirdiler beni.insanların hayatlarına müdahele edip, anneleri üzmeye ne hakkınız var lan sizin?
hesabın var mı? giriş yap