• en can alıcı sahnesinin kulaklara küpe edilesi, el emeği göz nuru türkçe transkripti:

    alice: tutuklayın onu!
    more: neden? suçu nedir?
    margaret: o kötü bir adam!
    more: kötülüğü yasaklayan bir kanun yok.
    roper: var! tanrı´nın kanunu var!
    more: o halde tanrı tutuklasın onu.
    roper: lafı dolandırıyorsun.
    more: hayır, durum çok basit. kanundan bahsediyorum ben, roper. “doğru” olanı değil, ben ancak neyin “yasal” olduğunu bilirim. ve bu yasallığa da bağlı kalırım.
    roper: o halde insan icadı yasaları tanrı’nın kanunundan üstün görüyorsun sen!
    more: hayır, tam tersi; ama dikkatini çekerim – ben tanrı değilim. doğru ve yanlışın akıntısını ve girdaplarının yönünü ben belirleyemem. ben seyyah değilim. lakin söz konusu eğer kanunun ormanı ise, işte orada ben bir ormancı olurum. orada beni takip edebilecek başka biri var mıdır, ondan da şüphe ederim.
    alice: sen burada konuşadur, adam gitti bile!
    more: isterse şeytan’ın ta kendisi olsun, yasaları çiğnemiyorsa gitmeliydi de zaten!
    roper: şimdi de kanun karşısında şeytan’ı mı aklıyorsun?!
    more: evet. sen ne yapardın? sırf şeytan’ı kovalayabileyim diye kanun dediğimiz o koca ormandaki ağaçları mı keserdin?
    roper: bunun için gerekirse ingiltere’deki tüm ağaçları keserdim!
    more: öyle mi? peki farz edelim ki bütün ağaçları kestin ve bu sefer şeytan senin peşine düştü; tüm o ağaçları kestiğine, yani bütün yasaları yerle bir ettiğine göre, neyin arkasına saklanabilirdin roper? bu ülkeyi başından sonuna kadar yasalarla donatmışız – tanrı değil, insan icadı yasalar ile – ve farz edelim ki sen bu yasaları yerle bir ettin – ki, bunu sana yakıştırırım – böyle bir durumda esecek rüzgarlara karşı ayakta durabileceğene inanıyor musun? evet, kanunlar karşısında şeytan’ı bile aklarım; kendi güvenliğim için!
  • thomas moore'un koyu bir hristiyan mı, dürüst bir hukuk adamı mı, yoksa insanı duvarlara yumruklatan cinsten bir psikopat mı olduğunu sorgulatan filmdir. anglikan kilisesinin kuruluşu tamamen keyfidir tamam ama moore bunu acaba koyu bir katolik olduğu için mi (damadını lutherci olduğu müddetçe kızıyla evlenemeyeciğini söyleyecek kadar) yoksa hukuğa aykırı bulduğu için mi kabul etmez acaba? kilisenin dokunulmazlığını kabul eden parlamentonun (magna carta ile) katolik kilisesinin artık geçerli olmadığını ilan eden parlamentodan pek farkı yoktur aslında. ama moore'un dini inançları bunu görmesini engeller sanki. moore dürüst bir adamdır çünkü kendi inancına ters olan bir şeyi kabul etmeyi reddeder ama burada kastedilen hukuki inancından çok dini inancıdır. kendisi ziyadesiyle bir katolik fanatiğidir. bu kadar inat etmesinin sebebi de düşüncelerinden çok duygularıdır bence. yani hukuk adamı olmasından çok vicdan adamı olmasıdır. yine de moore'a yazık olmuştur. kendisi değerli bir devlet adamıdır. dürüstlüğüyle ve görevini kötüye kullanmamasıyla nam salmıştır. her devrin adamından bu devirde hiç kalmamıştır.
  • thomas more mahkemedeki bir sahnede jüriye şöyle der; ''kral da ölümlüdür''. önce dinine, sonra vatanına sıkı sıkıya bağlı bir devlet adamının, inandığı değerler uğruna verdiği mücadele. bilhassa siyasetçilerin izlemesini isterdim. bir eleştirmenin de yazdığı gibi;
    ''a man for all seasons, a movie for all seasons....''
  • sir thomas more. sekizinci henry döneminde yasamis,son derece aydin ileri görüslü ve tam bir rönesans insani olmasina ragmen henry ile the act of supremacy konusunda ters düsmüs ve hapse atilmistir. utopia adli çok meshur bir eseri vardir. hayati ayni adi tasiyan* bir filme konu olmustur.
  • hakkında çok az entari girilmiş. bunun nedeni merak ettim birden. dvd'nin arkasında "kopya korumalıdır" diye bir ibare var. belki divx'leri bulunmadığından izlenmemiş olabilir. neyse. "her devrin adamı" sözünü duyduğumda aklıma ilk olarak her devre uyabilen, bukalemun gibi o devrin rengini alan kişiler geliyor. "gidene ağam, gelene paşam" bu kişiler için söylenmiş bir söz. iktidar değişir, bu adamlar da değişirler. dün övdükleri kişilere bugün vururlar. ülkemizde bunlardan bol yok. örneğin cengiz çandar, tarhan erdem, nazlı ılıcak, akif beki diye gider bu. yalakalıkta sınır tanımazlar. usta yönetmen fred zinnemann'ın yönettiği bu filmde bu adamlara da değinilir ama "her devrin adamı" sözüyle bu adamlar kast edilmez filmde. "her devrin adamı" filmde düşüncelerinden kati surette vazgeçmeyen, inancı ve düşünceleri uğruna hapse girmeyi, hatta ölmeyi bile göze alan thomas more kastedilir. evet, thomas more gibileri de vardır çok şükür. ama sayıları diğerlerinden azdır.

    fred'in yönettiği bu filmi övmeye nereden başlasam diye düşünmekteyim. övülecek o kadar yönü var ki. görüntü yönetmenliği, müzikler, kostümler çok sağlam. diyaloglar enfes. çok zekice yazılmış. özellikle thomas more'un finaldeki monologu veya filmin ortalarında şeytanı korumakla ilgili enfes monologu senaristin kalitesini göstermekte. the tudors'ı izleyenler hikayeye yabancı kalmayacaklardır. ya da natalie portman'lı the other boleyn girl filmini izleyenler veya bu filmin uyarlandığı kitabı okuyanlar... kısacası şerefsiz 8.henry ile ilgili bilinmesi gerekli şeyleri bilenler filme yabancılaşmayacaklardır. the tudors'ın ve the other boleyn girl'ün aksine a man for all seasons bizlere henry'yi anlatmaz. bizlere thomas more'u anlatır. düşüncelerine bu kadar sıkıca sarılması da akla hemen efsane cesur yürek william wallace'ı getiriyor. mel gibson'ın braveheart'ı çekmeden önce bu filmden esinlenip esinlenmediğini epey merak ettim. thomas more (eleştirilecek yanları da var. mesela luther'den nefret etmesi, onca kötülüğü yapan kiliseyi diğer görüşleri kabul etmeyecek kadar önemsemesi, yani kilisenin fanatiği olması vs) tıpkı wallace gibi düşüncelerinden ödün vermiyor. ama wallace'tan farkı varsa krala baş kaldırmıyor, halkın önünde onu eleştirmiyor, hatta kralla ilgili hiçbir şey söylemiyor. sessizliğe bürünüyor. gene de takdirlerimizi kazanıyor düşüncelerini ve inancını bu derece sahiplenmesiyle.

    thomas more örnek alınacak bir kişi. filmde bir de örnek alınmayacaklar, hatta yüzlerine tükürülmeyecek insanlar da var (kulaklarınız çınlasın yandaşlar).

    -thomas'tan iş isteyen ve sağlam bir pabuç olmadığı tipinden bile anlaşılan bir adam (richard) var filmde. bu adama değinmeden entariyi bitirmek istemedim. thomas bu adama iş vermiyor ama bütün kapıları da yüzüne kapatmıyor. ve ona diyor ki "sarayda memuriyetlik ayarlayamam sana. sen iyisi mi öğretmen ol. yeteneğin var". bir de pahalı bir küçük kupayı eline tutuşturuyor. bu şerefsiz adam bir gün saraydan birisi ile karşılaşıyor. bu adam, richard'ı itiyor, richard pisliğin içine düşüyor. yani "kirleniyor". ama buna rağmen adamın peşinden ayrılmıyor. en nihayetinde gün geliyor kendisine kupa veren, hiçbir zaman kapıyı yüzüne kapatmayan, hatta ona öğretmenlik ayarlayabilecek thomas'a ihanet ediyor. mahkemede yalancı şahitlik ediyor. thomas'la olan diyaloglarını çarpıtıyor. thomas'ın mahkum olması için deliller üretiyor. bunu da mevki uğruna yapıyor. adaleti saptıran bu adam galler'in adaletle ilgili bilmemnesi oluyor. yani adaletle ilgili bir göreve getiriliyor.

    bu karakter ve bu karakterin yaptıkları kulağa hiç yabancı gelmiyor. zira şu sıralar etrafımız richardlarla çevrili. para uğruna amerika'ya ajanlık yapanlar, onurunu, haysiyetini satıp yalakalık yapanlarla dolu etrafımız. hiç de vicdan azabı duymuyorlar. hiçbir şeyi önemsemiyorlar paraları ve mevkileri, bir de hazretlerinin düşüncelerinden başka. hazret savaş mı istiyor? onca kişinin kanının ellerine bulaşacağını umursamadan savaş çığırtkanlığına başlıyorlar. hazret birisini hapse mi attırdı? o kişinin gerçekten suçlu olup olmadığını bilmeden o kişinin üstünde tepinmeye başlıyorlar. bu kişilerin henry'nin yanındaki şaklabanlardan farkları yok. filmde henry, thomas'ın evine gelir. kayıktan atlar ve ayakları kirlenir. herkes endişelidir. onunla birlikte gelenler endişelenir. ardından gerzek henry gülmeye başlar. anıra anıra güler. yanındakiler durur mu. onlar da gülmeye başlarlar. neye güldüklerini dahi bilmiyorlar. hazret gülüyor ya yeter onlar için. ardından kayıktan aynı henry gibi atlayıp ayaklarını kirletirler.

    oldukça başarılı bir film. defalarca izlenmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken bir film aynı zamanda. v for vendetta ile kapanışı yapalım alakasız yerde:

    -fikirlere kurşun işlemez.
  • filmin bir yerinde çok güzel bir diyalog vardır, burada more, şeytana bile kanunlardan yararlanma özgürlüğünün verilmesi gerektiğini savunmaktadır.

    konuşmanın orijinali şu şekilde:

    roper: so now you'd give the devil benefit of law!

    more: yes. what would you do? cut a great road through the law to get after the devil?

    roper: i'd cut down every law in england to do that!

    more: oh? and when the last law was down, and the devil turned round on you - where would you hide, roper, the laws all being flat? this country's planted thick with laws from coast to coast - man's laws, not god's - and if you cut them down - and you're just the man to do it - d'you really think you could stand upright in the winds that would blow then? yes, i'd give the devil benefit of law, for my own safety's sake.
  • modası 15. yüzyılda bile geçmiş olan adalet ve hakkaniyet kavramlarını korumak adına keçi inadını sonuna kadar sürdüren thomas more'a şapka çıkarttıran 1966 yapımı film. ayrıca erken dönem ringo starr tipli 26 yaşında bir john hurt ve birkaç dakikalığına anne boleyn olarak gözüküp kaybolan 29 yaşında bir vanessa redgrave de barındırıyor.
  • a man for all seasons'ta bahsi geçen tüm leş, kaypak, yağuşak, menfaatçi karakterler bugün buralarda, makedonya'da, washington'da, paris'te, tahran'da, alaska'da, frigo fabrikalarında yani demem şu ki her zaman her yerde yaşamaya devam ediyor. aramızdalar. soyları tükenmiyor. keşke yalnız bunun için sevmeseydim seni insansoyu.
  • 1960 yilinda robert bold tarafindan tiyatro icin yazilmistir. 1966 yilinda ise fred zinnermann tarafindan sinemaya uyarlanmistir. isimde erasmus'un more hakkinda soyledigi omnium horarum homo sozune gonderme vardir.
  • quote:
    more: there is no law against that.

    roper: there is! god's law!

    more: then god can arrest him.

    roper: sophistication upon sophistication.

    more: no, sheer simplicity. the law, roper, the law. i know what's legal not what's right. and i'll stick to what's legal.

    roper: then you set man's law above god's!

    more: no, far below; but let me draw your attention to a fact - i'm not god.
hesabın var mı? giriş yap