• orgeneral. ege ordu komutani olabilir bir ordu komutani. veya idi. (bkz: bo$ link)
  • bruksel deki henuz yalanlanmayan aciklamalariyla, turk ordusunun komuta kademesine duydugum guveni bir anda yerle yeksan etmis pasadir kendileri. hele ki darphaneyi 24 saat calistirarak borclari odeme onerisi akillara ziyandir. bir de basortusu yoktur anadolu kadini yagmurdan camurdan korunmak icin basina esarbi ortmustur, olmustur size basortusu yorumu vardir ki, ancak bir baska orgeneralimiz (netekim pasa) nin kart kurt oldu size kurt yaklasimi ile karsilastirilabilir. umarim yanlistir, spekulasyondur diyorum, basimi fazla derde sokmadan uzaklasiyorum.
  • yeni nesil iktisatçidir kendileri , biraz boya biraz kagit ile ekonomiyi düzlüge çikartabilir.
  • "bakanların yüzde doksanı yeteneklerini kendi partileri için kullanıyor, ulus için birşey yapmıyorlar" derken, kahvehane üslubuyla politikacı eleştirmeye çalışmış ama yüzüne gözüne bulaştırmış bir askerdir. istatistik uzmanıdır.*

    daha önce "boşverin ab'yi filan biz iran'la, suriye'yle takılalım ağa olalım, paşa olalım demişti.
  • milli güvenlik kurulu genel sekreterliği görevini bırakırken yapılan devir teslim konuşmasında "mgk'nın bundan sonra sivil yöneticilerin idaresinde politize olmasından korkuyorum" demiştir...
  • hakkinda gazetelerin yalan yanlis yazdiklariyla atip tutulan, emekli pasa. yakinda siyaset sahnesinde irili ufakli bir rol alirsa sasirilmamalidir. iktisadi konulardan anlamayan, ama jeopolitik konularda hakki yenmis, ataturkcu (kenan evren tayfasina dahil olmayanan), laik (dogan gures misali dyp'ye yanasmayan), uzun yillar (belki de ozkok pasa'dan daha uzun) nato'da gorev almis (yurtdisinda bulunmus), tahmin edilenden daha demokratik kisi.
    (bkz: bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak)
  • özel kuvvetler komutanlığının kışla yapım işinde yapılan yolsuzluktan yargılanan müteahhit ali osman özmen kendilerine 150 bin amerikan doları borç verdiğini belirtmiş, tuncer paşa da paşa paşa evet aldım demiştir.

    ayrıntı için;

    http://www.hurriyetim.com.tr/…~1@nvid~520566,00.asp
  • ozel kuvvetler komutanligi ihalesine fesat karistiranlar arasinda isminin gecmesiyle kalmamis, muteahhitten 150 bin dolat borc almis ve hatta borcu da kayda gecirmistir... aldigi borcun da son derece normal oldugunu soylemistir... biz de yemisizdir...
  • gazetelerdeki haberlere göre, -ki bu haberler olayın taraflarından birinin iddasıdır- zorla borç alan emekli orgeneral. aynen aktaralım:
    müteahhit ali osman özmen, "bir gün abi dediğim tuncer kılınç paşa, kendisine ev almak istediğini, ancak çayyolu’ndaki evini satamadığını söyledi. ‘ali osman, bu evi sen satın alacaksın veya satıp parayı denkleştireceksin’ dedi."
  • erkan şimşek'in 23-05-2003 tarihli haysiyet yazısına şöylece konu olan mütekait paşa:

    kılınç paşa'nın kitabından sayfalar

    ortaokul yılları birazcık da vatandaşlık dersi demekti bizim için. lise yılları da tabii millî güvenlik dersinin payına düşmüştü. bu dersler için özel branş hocaları istihdam edilmese de hiç hoca sıkıntısı yaşanmazdı. millî şuuru yüksek bir tarih hocası ya da müdür yardımcısı hemen vatandaşlık dersinin gönüllü enjektörü olurdu. bazen beden hocası bile yetişirdi. el'an da öyledir.

    benim vatandaşlık dersim 82 belgesinin güzellenmesiyle geçti. millî güvenlik dersimiz ise emekli bir topçu albayının şansımıza matrak anılarıyla doluydu ama hepimizin "asker doğduğuna" dair resmî tezin etrafında örülmüş bir fahri askerlik idmanı da eksik olmazdı. bir içtima yoktu. sanki bu derslerin bilinmeyen, görünmeyen bir kitabı vardı ve biz sınavlara nasılsa 'sivil' hayattan beslenerek giriyorduk. "çalışmadığım yerden çıktı" bahanesi yoktu çünkü bu hayatı zaten yaşıyorduk. işte bu kitabın bin yıllık yazarını görüyoruz bugünlerde; her yerde.

    o, siyaset esnafıyla üslûp ve seviye itibariyle aynı perdeden konuşan bir ahir zaman paşası. yasası tıpkı "yazdığı" kitap gibi gizli olan bir kurumun, mgk'nın genel sekreteri. yani devlet ve milletin gören gözü, duyan kulağı, konuşan ağzı. devletin bekası için çarpan yürek. temsil yeteneği yüksek bir folklorik motif. herkese vazifesini, rolünü biçen bir hacivat gibi karşımızda duruyor. kılınç paşa'yı bin imbikten geçirin, iyice kristalleşsin, bir de gazeteci olsun, işte doğan hızlan. aynı ruh ikliminden geliyorlar. ama kılınç paşa'nın, soyadı gibi, osmanlı 'seyfiye' zümresine yakışan bir tavrı var.

    bir konuştu mu cenk hikayelerindeki kılınçlar gibi yedi kulaç açılıyor. sustu mu bilin ki lütuf ve tahammül sınırlarını zorlamakta. emekli kahvehane sakinlerinin evcil gerginliğini her söylediğinde hissetmek mümkün. bir o kadar da sathî olunca, cümleleri çekilmez oluyor. konuşurken yüzdeli rakamlar veriyor. kendi kanaatlerini yegane fetva makamı olarak görmesinde aldığı eğitimin payı büyük olsa gerek. bizim bir sene okuduğumuza onlar ömür vakfediyor kolay değil. işte o kitaptan bir iki okuma parçası...

    bir ittifak tertipleniyor...

    paşa'nın hayatımıza girmesi, akademisyen erol manisalı'nın görüşleri paralelinde, iran-rusya-suriye üçgeniyle bir ittifakı gündeme getirmesiyle oldu. tabii görüşleri perinçek'i, attila ilhan'ı, bir de muhtemelen harbiye'den bir iki genç subay adayını heyecanlandırabildi sadece. bu üç devletin, yılların cumhuriyetleri olması ama nedense şu demokrasi denen lanetli ve lüks rejimlerle ilgilerinin olmaması sadece bizim paşamızın zihninde çözdüğü basit bir problemdi.

    sonraları bu görüşlerin "münferit" mi yoksa kurumsal olduğu tartışıldı memleket "köşe"lerinde. malumunuz bir sonuç elde edilemedi. paşa dediğiyle kaldı. ama en azından biz, sekretaryamızın ufkunun vardığı noktalar hakkında sahih bir bilgiye sahip olduk. bu olayın üstünden bir sessizlik dönemi geçti, sonra paşa türkiye'de kendisini iyi ifade edemediğinden olsa gerek, te'dip edecek yeni insanlar lazım diyerek avrupa kapılarını zorladı.

    brüksel'e paşa geldi, halkı temâşâ geldi...

    mgk'nın bu seferki projesi avrupa'daki türk derneklerini bir çatı altında toplamak olunca kılınç paşa derhal pasaportunu kuşanıp ihtimal viyana kapıları üzerinden avrupa'nın başkenti (başkent ne demek; kalbi) brüksel'de otağını kurmuştu. amacı oradaki stk'ları tsk'laştırmak olunca bir toplantı gerekmiş. buraya kadar her şey türkiye'nin vakay-i adiyesinden olduğu için açıkçası garipsememiştik.

    paşa nihayet toplantıda önce gazetecileri "sizi dışarı çıkarmıyorum ama bilgi sızdırıp başınızı belaya sokmayın" diyerek tehdit etmiş. elbette sonra da başlamış didaktizmin sınırlarında dolaşmaya.

    "başörtüsü aslında dinde yoktur, brüksel sokaklarını da bozmuşlar, bu nasıl bağnazlıktır" diye oradaki yurttaşları başlamış azarlamaya. toplantıda, brüksel sokaklarında öyle "çağdışı" manzaralar olmadığını söyleyen bir katılımcıyı ise "siz önce dinlemeyi öğrenin" diyerek paylamış sonra da toplantıyı yarım bırakmakla tehdit etmiş topluluğu. tabii aralarında türk kökenli ab vatandaşları da var. herhalde belçikalı bir subay gelip de istanbul'da t.c. vatandaşlarını azarlasa, kılınç paşa vereceği tepkiyle, çekeceği notalarla bir uluslararası krize bile sebebiyet verebilir.

    ama öyle sade, öyle yüzeysel ki kızamıyorum. bu ülkeye yapılmış kocaman bir şaka sanki. zaten ekonominin düzlüğe çıkması için düşündüğü çare de sadece bir tebessüme vesile oluyor. kitabın bu kısmı ise berlin hatıralarından...

    türk ekonomisi reloaded

    hayatın hiçbir alanından noksan kalmamak için harcadığı çabanın birazıyla da iktisat tahsil etseydi, azıcık yeşil boya ve bir tutam beyaz kağıtla 24 saat para basarak ülke ekonomisini kurtarmaktan bahis açmazdı. ama paşamız, sanki bugüne kadar ekonomi denince sadece iki tabur askerin yıllık patates istihkakından ötesini tasavvur etmesi gerekmeyen bir mutfak çavuşu gibi konuşuyor. bir de uzmanlarımız "akılcı değil, hayır olmaz" diye ciddiye alıp yorum yapmışlar.

    ama bu arada bir şekilde holdingcilik, bankacılık ve konservecilik gibi her alanda faaliyet gösterip, bir de memleketteki her sermayeyi rengine, ırkına, kaynağına göre değerlendirmekten geri durmayan bir anlayışla da paşanın arası pek iyi. yakında vergi levhalarına da tıpkı nüfus kağıtlarında olduğu gibi "din" hanesi eklemeyi teklif edebilir. bilmek lazım hangi holding, üretirken neye inanıyor. tehlikeli mi değil mi, oradan anlaşılır nasılsa. bir de paşamızın ekonomik içgüdüleri zaten devreye girer. olmadı, ekonomiden sorumlu bakan, bürokrat kim varsa dizer karşısına atar fırçasını. bu ülkede, "eh ne yapalım biz bozuyoruz, askerler gelip düzeltiyor" diyen siyasetçiler olduğu sürece, düzeltecek ve düzeltilecek bir şeyler bulmak konusunda paşamız sıkıntı yaşamayacaktır. aynı rahatlığı fırça atarken de duymasının arkasında işte bu ön kabul olsa gerek.

    asacaksın üç beşini...

    zaten, bu olayların dumanı üstündeyken katıldığı bir toplantıda kılınç paşa, birlikte çalıştığı millî savunma bakanlarını suçladı. burada bakanları savunacak değilim ama bu bakanlar yeteneklerinin yüzde doksanını (nasıl ölçülmüş bilinmez) kendi partileri ve seçim bölgeleri için harcıyormuş.

    sanki çok işlevsel bir bakanlıkmış gibi. muhtarın yeğenini kurmay albay mı yapmış bu bakanlar, amca oğlunu müsteşar mı yapmışlar yoksa? dağıtımda yeğenlerine hakkari yerine tuzla'yı mı istemişler? tamamen askerlerin insiyatifinde olan bir bakanlık için fazla haksızlık etmiş paşa. maksat, siyasetçiyi küçümsemek ve siyaset alanını daraltmak, seçilmişlerle bu işin (yani ülke yönetmek gibi işlerin) olamayacağını bir kez daha hatırlatmak, bunu 'satılmış' beyinlerimize bir kez daha kazımak. herkes hain, herkes satılmış, herkes bencil bu ülkede; sanki bir paşamız hem vatan evladı, hem savcı, hem hakim, bir de gardiyan.

    fırça attığı sadece bakanlar değil. bir de "satılmış gazeteciler"den bahsediyor. bu "satılmış" metaforu en çok kimin ağzına yakışıyor diye sorulunca, bu nasyonal-cumhuriyetçi muhteremlerimiz adeta geçit resmi yapıyor. akademisyeninden askere, siyasetçisinden, bürokratına kadar herkes memleketi satan birilerini teşhis ediyor. herkesin bir sevr haritası, herkesin bir satılmışlar listesi var. kılınç paşa'mızda bunlara ilaveten, enternasyonal fırça atma imtiyazı, piyasaya yön verme arzusu, millî tehditleri erkan algılama duyusu var. hal böyle olunca hep dile getirilen, kitabın en karanlık sayfalarını kaplayan ama hiç açıklanmayan bir "satılmış kalemler" listesini, "hepinizi yakarım" makamında dillendirmek ve hazır tutmak artık alıştığımız bir terane oluyor.

    alıştık çünkü, paşaların bir telefonuyla işinden olan gazetecilere karşı, başta o gazetecilerin arkadaşları susmadı mı? tufan türenç bir toplantıda şunu söylemişti: "fransa'da bir gazete, 10 gazeteciyi bu şekilde işten atsa o ülkede rejim bunalımı doğar". türenç'in atladığı bir şey var. o da şu; bu ülkede yıllardır, rejim bunalıma girmesin diye adam harcanıyor. gazeteciler, üniversite hocaları, askerler, bürokratlar, paşamızın kaprisleri yüzünden işinden oluyor. rejim iki gazeteci aç kalınca kurtulmakta. hukuk, adalet, mahkeme ise ancak 'fantastik çıkışlar' kabilinden bir cevabı hak ediyor.

    hassas paşanın takıldığı konular

    bütün söyledikleri, yaptıkları bir yana kılınç paşa, anayasanın ve ilgili kanunların kendisine verdiği yetkiye dayanarak son olarak ab uyum paketi hakkındaki mümtaz görüşlerini 'hassasiyet' çatısı altında toplayıp hükümete göndermiş, 'gizli' kaydını da düşerek. kişisel tarihi bu kadar açık seçikken ne gerek vardı buna. biz zarfın üstündeki 'gönderen' kısmına bakarak içinde ne yazdığını zaten biliyoruz. kitabı yazılmış, milyon tane basılmış bir zihniyetin gizli saklısı mı olur?

    tmy'nin 8. maddesi, kürtçe yayın ve seçimlere gözlemci gönderilmesi ile ilgili olan kanun tasarılarının geri çekilmesini salık vermiş, bunların yıkıcı, bölücü ve kapitülasyonları çağrıştıran havasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş. yani bu uyarıdan anlaşılması istenen, paşanın zihninde berraklaşmış her durumun meclise gitmesine, kamuoyunda tartışılmasına gerek olmadığı herhalde. paşa maçı kafasında kazandıysa oynamayalım, paşa kanunları kafasında yazdıysa hiç uğraşmayalım. kitabı okuyalım ve işimize bakalım. hayat devam ediyor nasılsa...

    kitabın kaynakça bölümü

    kılınç paşa yakında emekli olacak. bu yüzden asıl söyleyeceklerini sona saklamış olabilir. yani bizi yeni ciltler, yeni sayfalar bekliyor. böyle bir portreyle paylaşılan coğrafyanın verdiği sancı kronikleştiği için artık acıtmıyor. bu yüzden yazılan kitabın kaynakçasından da dipnotlarından da ürkmez, korkmaz hale geldik.

    otoriteryanizme evrilmiş gelenekçilik, 'büyüğe saygı' gibi bir masumiyetten yola çıkan 'sessizce dinleyin' duruşu, işine gelince alabildiğine tasarruf edilen burası "peygamber ocağı" tamponu, üst tertipten tevarüs etmiş "her şeyi ben bilirim" edası, memleketin tapu-kadastro işlerindeki egoizm kitabın kaynakçasının ilk bölümünü oluşturuyor. yani 'bütün bunları hayattan öğrendim' kısmını. bir de yazılı belgeler, referanslar var. anayasanın, mgk yasasının, iç hizmet kanunlarının tanıdığı geniş ifade özgürlüğünü dipnotlarında ayrıca belirtmeden kullanıyor kılınç paşa. belli ki ezberi sağlam. kaynakçayı olduğu gibi hatmetmiş.

    öyle başka kaynakçalara, başka dipnotlara karşı müsamahaya gerek duymuyor. kılınç paşa yazdığı kitabı, tek kitap bellemiş, fısıldamaktan umudu kestiği için kulağımıza, yüzümüze haykırıyor. bunun devamı ikinci ciltte, diyerek...
hesabın var mı? giriş yap