• ingiliz grup marion un this world and body den sonra 98 senesinde cıkardiklari album.icinde johnny marr in besteledigi ve duzenlemesini yaptigi miyako hideaway adli bir de parca barindirir ki ekmek banıp yenir.
  • amerikadaki bir universitenin amerikan futbolu takimini ve oyuncularinin yasadiklarini anlatan film... halle berry, ki yeni yetme halidir, ve james caan filmin tanidik isimleridir...
  • türkçe altyazısı bulunamayan film.
  • http://www.imdb.com/title/tt0107889/

    klişe bir şampiyonluk hikayesi anlatan hollywood filmi.
  • fragmanı düşen film. lance armstrong'u tanıyanlar kaçırmasın. ben foster bayağı benzemiş. filmin oscar'a aday olma ihtimali var.

    https://www.youtube.com/watch?v=hmtpvxtvkzu
  • ingiliz yapımı filmi izlerken - bisiklet yarışlarından hiç anlamayan biri olarak - lance armstrongun hırsını, hırsın onu nasıl mahvedip körelttiğini - ahlaki açıdan yani -, kazanmaya odaklanmanın da dozu olması gerektiğini gördüm.
    neredeyse üzüleyazdım adama.
    hırslarına yenik düşen bir adamı - ki çoook meşhur olmuş, istediği başarılara "kendince" ulaşmış - izlemek için, biçilmiş kaftan film.
    bence hayat dersleri almak için izlenir.
  • uyguladığı doping yöntemini ayrıntılı şekilde izleyebildiğiniz için sadece bu açıdan tatmin edici gözüken bir film olmuş. fakat öncesince cycling’s greatest fraud adlı belgeseli izleyen varsa, film tamamen çöpe gidecek bir yapım halini alıveriyor.
    dopinge dair tüm detayları öğreniyoruz mesela ama gerçekten uyguladığı antreman programına dair herhangi bir detay görmüyoruz. sıradan seyirciler olarak aynı maddeleri alırsak, ertesi gün fransa turu cepte diye düşünerek çıkıyoruz salondan. armstrong’a ve doping yapan tüm sporculara yapılan en büyük haksızlık sadece bu sanırım film içerisinde.
    armstrong’un kanser sonrası bisiklete dönüşünü coşkuyla takip etmiş bir adam olarak, bu filmde lance’a karşı herhangi bir duygu besleyemedim. öyle ki itici bile gelmedi bana. oysa ben foster kazanma hırsını ve yükselişi esnasındaki gerginliği vs. çok iyi yansıtmıştı.
    dengeli bir film olmadığı çok açık. örneğin armstrong, sadece bir sahnede gördüğü kadınla yine aynı sahne içerisinde evleniveriyor. ilişkilerinin giriş, gelişme, sonuç bölümleri bu filmin içinde 15 saniye bile yer tutmuyor. sonrasında da kadından bir daha haber alınamıyor.
    spor medyasına küçük bir bakış da atıyor film. aslına bakarsanız, sporcular üzerinden ilerleyen bir film yerine lance’i takibe almış bir muhabir çerçevesinde anlatılabilseymiş eğer, gerilim dozu da olan bir yapım çıkabilirmiş ortaya.
    bu filme giden herkesin izlemek isteği en önemli unsur bisiklet yarışlarının kendisi olsa gerek. film, bu açıdan da sınıfta kalıyor. sizi yarış heyecanının içine çekmek, tükenmişliği hissettirmek ve ardından alınan doping kararlarını -kendi içinizde- mantık çerçevesine oturtmanıza olanak vermek gibi bir derdi yok.
    dolayısıyla lance armstrong sahtekardır demekten başka bir önermesi yok filmin. o zaman sizin de bu filme gitmenize gerek yok. aynı şeyleri national geographic belgeselinden de öğrenebilirsiniz. hiç olmazsa o belgeselde, tırmanma esnasında lance’in atağına cevap vermeye çalışan başka bisikletçileri görüyorsunuz.
  • filmin yönetmeni "the armstrong lie" ve "stop at nothing" ve "cycling’s greatest fraud" belgesellerini izleyip film çekmeye karar vermiş. filmin hiçbir derinliği yok. yine de ben foster'ın oyunculuğu ve güzel bisiklet sahneleri nedeniyle izlenebilir. armstrong'un hikayesinin detayı için bahsettiğim üç belgeseli öneririm.
  • lance armstrong hakkında doğrudan ve kısa yoldan bilgi edinmek için güzel bir film. tabii bugüne kadar çekilmiş belgeselleri izledikten sonra bu filme gitmek fazla keyif vermeyecektir. yani belgesel yerine bir filmden bilgileri edinmek isteyeceklerin tercih etmesi gereken bir yapım olduğunu söyleyebilirim.

    the program, gözlere lance armstrong'un bütün dünya'ya sunduğu yalanı detaylı bir şekilde sergiliyor. o dönem medyada sempatik gözükürken, arka planda yaptığı antipatik davranışları görebiliyorsunuz. doping uygulamasındaki sistematikliği, saklaması konusundaki uzman manevralarını ve kendisinin yaptığı bu hile için arkasına sıkı bir ekip kurduğunu da görmek şaşırtıyor.

    sinema değeri açısından, ben foster'ın rolünde başarılı olduğu gözüküyor. kendisini lance armstrong'a ciddi anlamda benzetmişler. sanırım bugüne kadar ki en önemli başrol oyunculuğu da bu filmdeki diyebiliriz. çekilen bisiklet sahneleri de keyif vermekte.

    sonuç olarak, the program filmi lance armstrong gerçekleri adına başarılı bir film olmuş. bu amerikalı sahte kahramanın, doping dışında da nefret edilmesi gereken başka yönleri olduğunun da altını çiziyor. açıkçası biraz daha sert olsaymış, tam bir karalama filmine dönebilirmiş. ama bunun olmaması için ölçüsü kaçmamış.
hesabın var mı? giriş yap