• netflix'in nadide belgesellerinden biri. erkeklik kavramı, toplumun ürettiği ve erkek çocuklara dayattığı erkeklik tanımı, bu tanım ve dayatma doğrultusunda kendilerine çizilen sınırlar nedeniyle duygularını göstermekte güçlük çeken ve bu dışavurumun zayıflık olduğunu düşünmek zorunda bırakılan erkek çocuklarımız ile bu çocukların hem kendilerine hem de içinde yaşadıkları topluma olan etkilerinin anlatıldığı şahane bir yapım.

    minicik bir çocukken dahi 'erkekler ağlar mı?' sorusuyla ağlamalarının ve duygularını ortaya koymalarının önüne geçilen masum erkek çocuklarını zaman içerisinde kocaman birer canavara dönüştüren kültürün kapanmayan yarasına parmak basması açısından bence hayati öneme sahip bir çalışma olmuş.

    okullarda izletilmeli ve ardından kocaman bir kucaklaşma faslı...
  • sıkılmadan izlenilen bir belgeseldir.
    izleyin, izlettirin efem.

    dikkatimi en çok çeken nokta, - konudan bağımsız olarak hatta- mühendis olup çok para kazanma gayesinde olan adamın "toplumun iyi öğretmenlere ihtiyacı var" diyerek öğretmenliğe yönelmiş olmasıdır.
  • dunyadaki cogu toplumun, ici bos maskulen govde gosterilerinin esareti altinda oldugu su donemde, bu belgesel her ne kadar yerden goge dogrulari soylese de, etkisi maalesef bir danaya igne batirmanizdan oteye gitmeyecek.

    cunku hala insan medeniyeti ve medeniyet anlayisimiz olarak, guce tapan ve buna deger veren gerizekalilariz. cunku egitim ve bilgiye verdigimiz deger, genele bakildiginda insanligin ancak %10 una sirayet ediyor. abarttigimi dusunuyorsaniz, adim basi universite mezunu olan, komple beyaz yakali, sozde egitimli, bilginin degerinin farkinda olan ofislerinizi dusunun. yoneticilerin ve toplantilarda one cikan kisilerin tavirlarini dusunun. yani egitimli insanlar arasinda bile, guclu olani, guclu gozukeni, ozguveni yuksek olani, takip edip lider belleme refleksi yerlesik.

    bunu cozebilmemiz icin, bilginin ve yaraticiligin odullendirildigi kafa yapisina erismemiz gerek. kaldi ki, onu becerdigimizde bile, sadece cesaret ve ozguvenin one ciktigi orneklerde, aksiyonun icinin dolu mu bos mu, bilgiyle destekli mi degil mi oldugunu anlamak, ve bunlari dogru sekilde ayird edip, kategorize edebilmek mumkun degil. cunku bir yerden sonra donup dolasip gelecegimiz yer, kisilik ya da karakter dedigimiz hedeye takiliyor. kabullenmek durumunda oldugumuz milyonlarca politik dogruculugu saymiyorum bile.

    yani iyi guzel anlatiyorlar da, burada cozulmesi gereken sorun insanlar ve onlari nasil yetistirdigimiz degil. sizi para ve seks ile odullendirip motive eden, basarisizligin fakirlik, korkaklik, vs olarak tasvir edildigi sistemde. eh bu sistemi degistirebilir miyiz?

    agzimi bozmak durumundayim, barraami degistirirsiniz. cunku insanlarin birbirlerine guvendigi, birbirlerinin durustlugunu ya da atip tutmadigini sorgulamaniz gerekmeyen sistemde, zaten kimse oldugu ya da olmak istedigi karakterden odun verip kendisini saklamaz. bu mumkun mu? maalesef degil.

    o yuzden belgesel sahane ama, yanlis ata oynuyor. reklam ve film endustrilerini komple degistirmedigimiz, kalin kurallar ve kistaslar koymadigimiz surece, oykunulen her daim kendiniz olmayacaksiniz. o yuzden insanlik bir sekilde zki tutacak. kasmanin alemi yok. belki dibi gordukten sonra, milyon yillik bir baska evrim sureci sonunda, farkli yaratiklar haline gelirsek ancak degisimden bahsedebiliriz.

    yoksa tum bu anlatilanlar pek naif, hatta akildisi bir optimizmden ileri gidemiyor. cunku konu bahsi olan 10-100-1000 kisi degil. 7 milyar insan ulan. o yuzden gulunc ve bos yani tum soylemler.
  • bu aralar popüler kültür, reklamlar, cinsiyet rolleri gibi kavramlar kafamı kurcaladığı için araştırma yaparken karşıma çıkan netflix belgeseli. belgeselde toplumun dayattığı erkeklik kavramı ve bunun erkek çocuklarına ve erkeklere olan etkisinden bahsediliyor aslında. erkekler de bundan rahatsızlar fakat bu kavramları da erkeklere en çok dayatanlardan biri yine erkekler. bunun yanı sıra popüler kültür, eğitim tarzı, çocuk yetiştirme biçimleri de bu dayatmaların en fazla uygulandığı alanlar. dolayısıyla birileri bunları dayatmayı bırakmadıkça bu kısır döngü sonraki nesillerde de devam edecek.

    belgesele gelecek olursak günümüzde dayatılan erkeklik kavramının feminen olan her şeyin reddi olarak algılandığına dikkat çekiyor. -bu da bir süre sonra kadın düşmanlığına dönüşüyor bana kalırsa. bu zıtlık ne kadar kuvvetliyse, erkek çevresi tarafından o kadar takdir görüyor ve erkek olarak görülüyor.- erkeklere küçüklükten itibaren duygularını maskülinite maskesi altında saklaması öğretiliyor. "ağlama, güçlü ol, zayıf olma..." gibi gibi. bundan dolayı da herhangi bir sorun yaşadıklarında ve yardıma ihtiyaçları olduğunda kesinlikle yardım istemiyorlar. kadınların aksine erkeklerin büyük bir kısmı bilmediği bir yerde adres bile sormak istemez mesela. geçenlerde misafir olduğum yerde 4 yaşında bir erkek çocuğu vardı. bir ara koşarak bacaklarıma sarılıp "seni seviyorum" dedi. "ben de seni seviyorum" diye karşılık verdim. fakat biliyorum ki bu çocuk birkaç sene içinde duygularını saklamayı ve her gün bu maskeyle yaşamayı öğrenecek. buna neden gerek var ki? ağlamak istiyorsa ağlamalı, yardıma ihtiyacı varsa söylemeli, kendini iyi hissetmiyorsa paylaşmalı. karşımdaki herhangi bir erkeği ağlarken gördüm diye gözümde daha az erkek olmadılar mesela. neden benim oğlum veya yeğenim bu tür bir zorlamayla yaşasın ve bununla mücadele etsin? erkeklerin hem bu baskıdan şikayet edip hem de bu baskıyı neden diğer erkeklere de dayattığını sorguluyorum.

    bilmem hatırlar mısınız ama eskiden erkekler yürürken arada birbirlerinin kollarına girerlerdi ve bu herhangi bir yanlış anlaşılmaya neden olmazdı. şimdi iki erkek kol kola girdiğinde çoğu kişinin kafasında eşcinsel imajı canlanıyor. bu imajı bizim kafamıza kim soktu diye sorguluyorum mesela. şu dönemde bile arkadaşla buluşunca gariihtiyari birbirimizi öptük. dokunmak, temas etmek bence çok temel bir duygu. sosyal medya ve toplum zamanla erkeğin elinden dokunma ihtiyacını aldı. günümüzde de erkeğin karşısındakine dokunabileceği tek yer olan cinsellik kaldı.

    belgeselde dizi veya filmlerdeki erkek karakterlere yer verilmiş. erkek karakterlerin büyük bir kısmı saldırgan, zalim, tehlikeli olarak yansıtılıyor. bunun yanı sıra bir de diğer erkekler gibi kaslı veya tehlikeli olmayan karakterler vardır. fakat bu karakter de masküliniteyi farklı şekillerde yansıtıyor. mesela kadınları aşağılıyor veya tehlikeli aktivitelere katılıyor. karşılığında istediği tek şey de seks. sert ve saldırgan karakterlerin yaptıklarının hepsi aslında para, güç ve saygı için. güçlü olmak için daha çok çalışmalısın, daha çok kazanmalısın algısı mevcut. iyi de neden? neden o kadar çok çalışmak zorundayız, hiç sorguluyor muyuz? biz neden kendi maruz kaldığımız şeyleri küçücük çocuklarımıza da yaşatıyoruz? filmlerde, dizilerde veya oyunlarda yansıtılan duygu da genel olarak az veya çok öfke oluyor. erkek çocukları da küçüklükten itibaren kendisini duygusal olarak ifade edemeyen, etrafındakilere karşı dürüst olmayan bu kişileri örnek alıyor. hadi bakalım düşünün bu çocuk ileride nasıl biri olur sizce?

    erkek deyince pornografiye değinmeden olmaz tabi ki. araştırmalara göre pornografiye maruz kalmak cinsel saldırganlığı %22 ve tecavüz mitlerinin* kabulünü %31 arttırdığı belirtiliyor. %31 demek her 3 kişiden biri demek, ki bu korkunç bir rakam. bu da tecavüzü bizzat kültürün ürettiğini gösteriyor. genç erkeklere erkeklerin her zaman kadın arayışında olmaları, saldırgan olmaları, güçlü olmaları gerektiği öğretiliyor. yapılan başka bir araştırmaya göre katılanların %35'i herhangi bir ceza almayacağını bilse tecavüze yatkınlık göstermekte olduğu söyleniyor. röportaj yapılan erkeklerden biri annesinin ve sevgilisinin daha önce tecavüze uğradığını öğrendikten sonra maskülinitiyi eleştirel bir şekilde sorguladığını söylemişti. spor yarışmalarına katılmayı bırakmış ve küçüklükte çok istediği tiyatroya başlamış. çünkü bu tür aktiviteler en çok güç gösterisinin yapıldığı alanlar. erkek çocukları spora yönlendirildiği kadar hiçbir zaman resim, müzik veya edebiyata yönlendirilmez çünkü. insanlar belki de farkındalık oluşunca bunları sorgulamaya başlıyorlar.

    "erkeklere ve erkek çocuklara yaptığımız şeye büyük aldatmaca diyorum. çocukları, kimliği kadınlığı reddetmek üzerine kurulu olan erkek olmaları üzerine yetiştiriyoruz. sonra da kadınları tam bir insan olarak görmediklerinde şaşırıyoruz. yani onları aldatıyoruz. erkek çocuklarını aldatarak, onları kadına saygı duymayan erkekler olarak yetiştiriyoruz. sonra da kültürümüzün neden böyle olduğunu merak ediyoruz" diyor başka bir kadın araştırmacı. belki de kadın ve erkekleri buna ittiğimiz için bu işin içinden çıkamıyoruz. kadınlar da küçüklükten beri bu dayatmalarla büyüyor ve erkeklerden bunları bekliyorlar. aynı kadınlar erkek çocuklarını da bu şekilde yetiştiriyorlar. buna maruz kalan erkekler yine oğullarına aynı kavramları dayatıyorlar maalesef. o döngü herhangi bir şekilde kırılmadığı takdirde aynı şekilde devam edecek.
  • birinin tavsiyesi üzerine izledim. yorumum: ağlak ibneleri topları bir araya toplamışlar, erkeklere siz de ağlak ibneler toplar olun propagandasını yedirmeye çalışıyorlar. şaka bir yana, benim için biraz zaman kaybı oldu diyebilirim, zira anlatılanların büyük kısmını zaten ben anlatıyorum. hiçbir belgesel falan izlemeden de aynılarını, hayatı davar gibi yaşamıyor ve etrafınıza biraz bakıp olan biteni anlayabiliyorsanız, görüyorsunuz ve biliyorsunuz zaten.

    kısmen kadın cinayetlerini önlemenin yolunu anlatırken, biraz şurada biraz da şurada söylemiştim, muhtemelen başka yerlerde de bahsetmişimdir ama kısa bir özet geçeyim: toplumun cinsiyetçiliği farklı cinsleri farklı kalıplarda davranmaya itiyor, erkeğin payına da sertlik, şiddet, itlik şerefsizlik düşüyor, duygusal paylaşım yapmak zayıflık göstergesi gibi algılandığından bundan uzak durmak erkeklik olarak algılanıyor, erkeğin sırtına yüklenen güçlü olma misyonu rekabet toplumunda erkek için yerine getirilmesi zor bir görev haline geliyor falan filan derken işte erkeğe yazık oluyor.

    aslında bunu çoğu yerde söyleyemiyoruz çünkü milletin hassasiyetlerine dokunuyor ama nasıl olsa bu başlık altında kimse siklemeyeceği için, konu da bununla yeterince alakalı olduğu için burası tam yeri gibi görünüyor: tecavüzcü de mağdurdur. yani bu belgeseli izleyip de kapmanız gereken tek bir şey varsa o da bu olmalıdır. tecavüzcü erkek, içi kötülükle dolu şeytani bir sapık değildir; zihni toplumun cinsiyetçiliğiyle şekillendirilmiş, kimi zaman da imkanları toplumun cinsyetçiliği yüzünden elinden alınmış herhangi biridir tecavüzcü.

    baştaki ofansif şakayı mizahından arındıracak olursam; ağlaklık da, ibnelik de, topluk da hepimizin hakkından öte, sergilemekten çekinmeyeceği davranışlar ve kimlikler olabilmeli aslında, zira bu da hepimizin faydasına. yani erkek zaten çoğu durumda mağdur, örneğin daha fazla intihar ediyor çünkü üstünde toplumsal olarak daha fazla baskı var, daha fazla şiddete başvuruyor çünkü toplumsal olarak daha fazla şiddete ve sertliğe itiliyor, ve "ağlaklık" diye bahsettiğim mağduriyetinden şikayet ediyor olma hali, erkeğin kendi dertlerini dile getirerek aşabilmesi demek. bu çok basit bir örnek ama her davranış için geçerli, çünkü bu kalıplar; erkeğin halihazırda erkekliğe yakıştırılmayan her şey olabilme özgürlüğünün ve seçeneğinin elinden alınması anlamına geliyor. bunu aşmanın yolu da böyle hakaretamiz ifadelerle yerilen davranışların aslında hakareti hak edecek bir yanı olmadığını görmekten ve göstermekten geçiyor. o da ancak toplumsal bilinçlenmeyle mümkün olabileceğe benziyor ki bu belgeselin kendisi de o yönde atılmış adımlardan biri.

    itiraz gerektiren bazı kısımları da var. bir örnek vermek gerekirse "erkeklik" kavramının feminen olan her şeyin reddi olduğu görüşü biraz boş ve temelsiz. erkeklik zaten kendi özellikleriyle tanımlanıyor, kadınlık üzerinden değil. feminen olan her şeyin, hatta hiçbir şeyin reddi de değil, sadece toplumda maskülenlik ve feminenlik kavramlarının kapsadıkları alanlar birbiriyle örtüşmüyor o kadar. yani erkeklik "kadınlar yumuşaktır, demek ki erkekler yumuşak olmamalıdır" diye tanımlanmıyor, erkeklik zaten sertlikle tanımlı, sertlikle tanımlı olduğu için de yumuşaklığı içine almıyor fakat içine almıyor olmakla reddediyor olmak aynı şey değil. dolayısıyla erkeklerin kimliğinin feminen olanı reddetmeye dayalı şekilde inşa edildiği iddiası düpedüz yanlış, ortada bir ret falan yok.

    bir noktada farklı cinsiyetlerin farklı davranış kalıplarının biyolojik bir temelinin olmadığı izlenimi yaratacak iddialar atılıyor ortaya, bu tamamen yanlış. yok beyinde nereyi kullanırsan orası bilmem ne olurmuş da falan filan. ulan dalyarak, erkeğin şiddete başvurmasının sebebini birinin gökten zembille inip erkeği şiddete yönlendirmesi olduğunu iddia etmiyorsan, ki geri zekalı değilsen etmezsin, erkeği şiddete yönlendiren erkeklikten kaynaklı bir etken olduğunu kabullenmen gerekiyor. o etken elbette fiziksel güçtür, fiziksel gücü fazla olan cins, geçmişten beri fiziksel gücünü avantaj olarak kullanagelmiştir. bugün böyle olmaması binlerce yıllık insanlık ve erkeklik tarihini silip atmak veya biyolojisinden koparmak için yeterli sebep olamaz.

    son olarak da şunu söyleyeyim: maskülenite burada abartıldığı kadar gömülecek bir şey değil. bu belgeselin konusu tamamen maskülenitenin korkunçluğunu merkeze aldığı için fazla karamsar bir tablo çiziyor ve adeta masküleniteyi şeytanileştiriyor ama bu doğru değil. maskülenitenin çok boktan yönleri olduğunu söylemekle tümden boktan olduğunu söylemek arasında fark var ve hiç bilmeyen biri bu belgeselden fikir edinecek olsa mutlaka ikincisine daha kolay eğilir. ki bizim taraflarda abd'de olduğundan çok daha beterdir bu kötü yönleri ama yine de abartmamak lazım. şiddet kavramsal olarak tamamen reddedilmesi gereken bir davranış biçimi değil mesela. "rape myth" diye uydurduğu şey, yani kadınların tecavüzü sevdiği inancı yanlış olsa da tecavüz fantezisi olan kadınların varlığını yadsımaya yetmiyor ve o fanteziyi gerçekleştirebilmek için de şiddete ihtiyaç var örneğin. velhasıl izleyip de erkeklerden veya erkekliğinizden utanmanıza falan gerek yok, bilinçlenseniz ve erkekleri mağdur eden cinsiyetçi davranış kalıplarının ve inançların yeniden üretilmesine katkı sağlayan eylemlere karşı tavır alsanız yeter. izledikten sonra fazla etkisine kapılırsanız mala bağlamanız işten değildir.
  • netflix'ten kaldırılmış belgesel.
hesabın var mı? giriş yap