• ismail türüt'ün bir vecizesi.
  • uzun bi süre tum medyayı mesgul etmis gereksiz bir insanın soyledigi gereksiz laf
  • tarabya'daki tavernalarda şarkı söyleyen karadenizliler ve etiler'deki mekanlarda müzik yapanlar için ismail türüt'ün kullandığı cümle halindeki gereksiz söz öbeğidir. lafın tamamı : etiler'de yumuşaklar tarabya'da bizim uşaklar var" şeklindedir. etiler ve tarabya müzik mekanlarında icra-ı sanat eyleyenleri karşı karşıya getirmeye çalışmış televole gayretinden doğduğunu sanıyorum bu benzersiz veciz sözlerin. ha bu satte aklıma nerden geldiyse...
  • bir dönem ortalığı karıştırmış ismail türüt cümlesidir. etiler'deki barlarda sahne alan bütün şarkıcı tayfası ayağa kalkmış, medya da mal bulmuş mağribi gibi üstüne atlamıştır bu cümlenin. hatta o dönemdeki forwardlardan birinde ismail türüt'ün eski albüm kapaklarında biri elden ele dolaşır olmuştu. kapaktaki fotoda photoshop fazla kaçırılmış ve sis efekti falan öyle bir verilmişti ki ismail abi etiler'de olduğunu söylediği arkadaşlar gibi çıkmıştı (sanırım bir gazetede de yayınlanmıştı bu albüm kapağı) . sonradan ismail abi çok defalar "yok valla öyle demek istemedim" diyerek durumu izaha çalışmış ama başarılı olamamıştır. izah edemedi de nooldu, başına birşey mi geldi? hayır. hatta o lafın reklamına reklam kattığını da rahatça söyleyebiliriz.

    haklı mıydı peki? ne sesi ne sanatı olmayan, sırf birkaç magazin programında göründü diye etiler'de sahne alan (ismini götümüze girebilir düşüncesiyle açık açık veremediğim) -do, -to takılı isimleri olan bazı insanları düşündükçe galiba diyesim geliyor.
  • sözü edilen vecizede "uşakların" tarihi kökeni olarak, osmanlı efendisinin halk arasındaki adıyla kabadayıya, "yumuşaklar"ın ise tanzimat’ın aşırı batılılaşmış efemine bihruz’un çamlıca değil de etiler versiyonuna denk düşebileceğini belirterek; türk modernleşmesinin bir erkeklik modeli, ideal tipi var mıydı, varsa ne idi, ne değildi sorusuna cevap arayalım.
    refii cevad ulunay osmanlı efendisi kişiliğinin halk arasındaki karşılığının kabadayı olduğunu söyler. hatta ulunay bu kabadayıları bir nevi şehir şövalyelerine benzetir. bu kabadayılık; sınıf temelinden daha ziyade etnik olarak birbirinden ayrılmış, güçlü bir topluluk kimliği ile yerel bağlılık duygusu taşıyan küçük ve oturmuş yerleşim birimleri olan mahalle kavramıyla beraber düşünülmesi gereken onunla varolan bir kavramdır.

    bu kabadayılar tıpkı ev ve aile gibi mahallenin de korunması gereken bir namusu olduğunu düşünürler, bu namusun ete kemiğe bürünmüş hali olan kadınların korunmasını, gözaltında bulunmasını, diğer semtlerden gelen istenmeyen ziyaretçilerin ortalıkta dolaşmamalarını, mahalle sakinleri arasında işlerin adil ve dürüstçe yürütülmesini, mala karşı işlenen suçların cezasız kalmamasını sağlarlardı. eğitimsizdiler, aralarında zanaatkarlar da vardı, toplumun saygın mensuplarıydılar. ulunay bu şehir şövalyelerini, sorumsuz lümpen tavırlı külhanbeylerine benzemediklerini, kendilerinin de benzememek için çabaladığını söyler.
    şüphesiz bu güven verici olduğu kadar boğucu, ceberut ama aynı zamanda müşfik mahalle normatif düzeninin, hem koruyucuları hem de kefilleriydiler bu kişiler... şerif mardin bir yazısında cumhuriyet dönemi türk modernleşmesinin en büyük hedeflerinden birinin, bu “boğucu mahalle” anlayışı ile onun şekillendirdiği kimlik, kişilik, benlik ve değer anlayışlarını bertaraf etmek olduğunu söyler. bunu başarılı olup olmadığını polat alemdar ile mükremin tipinin ne kadar tutup tutmadığı ile yakından ilgili geliyor bana…

    birincisinin, "iptida bağdad’a sefer olanda/atladı hendeği genç osman" türü cevvaliyeti, gözünü kırpmadan dahili ve harici bedbahtlara göğsünü siper etme sevdası, kendi varlığını daha yüce amaçlara adayabilmek gibi istenilen özelliklerle mücehhez olmasının yanısıra her tür şer cephesine karşı hazır, nazır ve hızır gibi yetişebilme potansiyelini düşünecek olursak muktedirler tarafından yan cepte muhafazası gerekli bir ehven-i şer model sayılabilir. ancak bu kişilerin modelliği, batı uygarlığını yayma, cehaleti yenme, bilim ve aklın ışığını getirme misyonu yüklen(diril)miş askeri ve mülki erkan, öğretmen, kaymakam, devlet memurları hatta muhtarlar için maskülenliklerinden ziyade yukarıda sözü edilen anlamda birer modeliktir.

    esas model atatürk’tür. burada ilginç bir durumu gözlemek mümkün; onun her özelliği model alınmışsa da memleketin modernleşecek erkeklerine bir "erkek ideal tip" olarak gösterildiği ya da o yanının öne çıkarıldığı pek söylenemez. onun smokinli ya da üniformalı hali sadece imaj olarak tüketilen bir görüntü gibidir daha çok. ancak atatürk’ün cumhuriyet’in yıldönümünü kutlamak için düzenlenen toplantılardan birinde, dans etmek istemeyen kadınları piste " arkadaşlar, dünyada subay üniforması giymiş bir türk erkeğinin dans önerisini geri çevirebilecek bir kadının bulunabileceğini düşünemiyorum. şimdi emrediyorum: hemen salona dağılın! ileri marş ! marş! dans edin" çağrısındaki üniformalı olsa da medeni cesaretten yoksun, kendine güveni az, elinden tutulup yol gösterilmesi gereken erkekleri; kurtulunmak istendiği halde, bir türlü kurtulanamayan osmanlı ataerkillik mirasının cumhuriyete nasıl yansıdığını alçak sesle bize söylüyor gibidir. bu anektod, bir an önce geçmesi istenen bir geçiş sürecinde kurgulanmak istenen erkek modelin asli özelliklerinin ne olduğu üzerinde epey ipucu veriyor bize .

    "yumuşak" ların, züppelerin, iki dirhem bir çekirdek efemine erkeklerin, tarihsel öncüleri olarak tanzimat'ın züppeleri felatun beyler, bihruz beylere gelince; onlar, "aynada kendi yüzlerini görünce kendilerinden geçen", karı kılıklı, şıklıkla maskülen ölçülülüğü ayarlayamayan, karı kılıklı olmalarına rağmen kadın düşkünü, arzularının ve tutkularının esiri olduklarından iradeli vatandaşlar yaratmayı kendine düstur edinen cumhuriyet tarafından "alafranga züppeden alafranga haine" dönüşebilecek potansiyeli içlerinde taşıyan insanlar olarak görülürler. kesinlikle model değiller aksine bir türlü ilişemediğimiz, doğru ilinti ve illiyet kuramadığımız, bir toplumun illetle zıllet arasında salınan modernleşme sürecinin; ortaoyununun pişekarı olamamış, dalkavuklukla, hükmü olmayan saray soytarıları arasında bir yerlerde duran niptuck insanlarıdır. sokak palyaçoluğu yapmalarına gerek kalmıyor zira memleketin, haydi eller havaya atmosferi ile canlı sahne showlarına düşkün her tür efradı, bu kişilerin çıktıkları barlara, televizyon programlarına icabet etmekten geri durmuyor. alan memnun satan memnun bize de kerevetine çıkmak kalıyor…
  • tarabya'daki karadenizlilerin çokluğu bakımından, gerçeklik payı olan vecize... tarabya'dan kaçma sebebimdir....
  • zamanının büyük polemiklerinden.büyük türk büyüğü sahnelerin terleyen sesi ısmail turut abimizin veciz sözü.enfes bir polemikti.günlerce aylarca bunu konuşmuştuk.çok özlüyorum o magazin dolu günleri.şimdi çıkmıyor böyle polemikler.panpis filan hikaye.bir yumuşak tartışmasi olsun,bir tostumu yedim polemiği olsun,bir gerçek alex tartışması olsun bunlar unutulmamalı yeni nesillerce de sahiplenilmeli!
  • altında boşu boşuna felsefe aranmış cümle, ismail türüt klasiği işte.
    http://imageshack.us/…to/my-images/837/ismailq.jpg/
  • (bkz: sanatçı duruşu) polemiği ile yakın akraba olan vecize.
  • magazinin magazin olduğu yıllardan bir polemik.

    ilhan mansız'ın koltuk değnekleriyle reina'ya gitmesi olsun, erdal acar - ercan saatçi kavgası, ferrari-feraye krizi, hayrola çay bahçesi muhabbeti vs. ne keyifli senelermiş. gelir mi o yıllar bir daha? ah ah.
hesabın var mı? giriş yap