• benim neredeyse tüm filmlerini izledikten sonra okumaya başladığım ve en başından beri ne yaptığının farkında olduğunu, üslubunu nasıl bir bilinçle oluşturduğunu anladığım robert bresson kitabı. ilk baskısı 1975'te gallimard tarafından yapılmış, bizdeyse nisan yayınları tarafından basılmıştır.
  • her sinemaseverin okumasını önerdiğim kitap.
  • kitap her yerde tükenmiş ama bu sitede stokta bulunuyor gözüküyor. okumak isteyenlerin isine yarar belki. http://www.ucuzkitapal.com/…lar-robert-bresson.html
  • "kameranın objektifini sürekli değiştirmek, sürekli gözlük değiştirmeye benzer." sinematograf üzerine notlar (robert bresson, 1950-58)
  • berbat çevirisi olan kitap. piyasada bulamayıp okulun kitaplığından aldım. n.güngörmüş çevirisi. bildiğin aforizmik kitap. çok sıkıldım. ama final ödevim için mecburen bitirdim.
    özetle bresson, sinema denen şey ona göre nedir, nasıl olmalıdır, kendince anlatmış.
    oyuncu değil, model vardır ona göre. yani hissiz, donuk yüz, bizans ikonografları gibi geniş alın, açık ve karşı tarafa bakan gözler vs vs..
    ses-görüntü-ışık nasıl olmalıdır? yönetmen nasıl olmalıdır? tüm bunların cvbı bresson'ca mevcut kitapta.
    kitaptan çıkardığım notları paylaşayım, belki bir gün birinin işine yarar:
    insanların filmi anlamasından önce hissetmesini ister.
    bresson'a göre, tiyatronun imkanlarından (oyuncular, sahneye koyma vb.) yararlanan ve kamerayı bir çoğaltma aracı olarak kullanan filmler vesimatografın imkanlarından yararlanan ve kamerayı yaratma aracı olarak kullanan filmlerler olmak üzere iki film türü vardır (bresson, 1992, s. 9). ona göre sinema bir gösteri olamaz.

    bresson, sinematograf üzerine notlar adlı kitabında sinema ile fotoğraf ve tiyayroyu karşılaştırmaktadır. ona göre, yaşamdan kopya edilen ve üstünde çalışılan duyguları birebir örnek alan, doğal tiyatro havası kadar sahte bir şey filmde olmamalıdır. tiyatro ile sinemayı karşılaştırırken, tiyatrodaki ağacın gerçek ağaçmış gibi sunulduğundan, aslından bir oyuncu ile bir ağaç arasında mümkün olan herhangi bir ilişki olmadığından söz etmektedir.

    değişim konusunda, başka görüntülerle yan yana gelen görüntünün, iki rengin biraraya gelerek birbirini değiştirdiği gibi bir farklılıktan bahseder. buradan yola çıkarak, değişmenin olmadığı yerde sanatın da olmadığını aktarır.

    görüntünün düzleştirilmesinden söz ederken bresson, görüntülerin, ütüler gibi, güçlerinden hiçbir şey kaybettirmeden düzleştirilmesinden söz etmektedir.

    filminin önce kafasında doğduğunu, kağıt üzerinde öldüğünü; sonra ise kullandığı canlı kişiler ve gerçek nesnelerin onu yeninden hayata döndürdüğünü, bunların da film şeridi üzerinde öldüğünü belirtir. devamında ise, ancak belli bir düzende beyazperdeye yansıtıldıklarında, suya konulmuş çiçekler gibi yeniden canlanmaktadırlar (bresson, 1992, s. 15).

    kitabının modeller başlığı altında "dış dünyanın içeriye doğru kareketi" olarak yazdığı kısımda "model" olarak adlandırdığı şeyin, filmlerinde kullandığı oyuncular olduğu düşünülebilir. zira oyuncuları tanımlarken, "iç dünyanın dışarıya doğru hareketi" tanımında bulunmaktadır (bresson, 1992, s. 8). bu noktada bresson için önemli olan, onların kendisine gösterdikleri değil, sakladıkları şeydir. bilhassa da kendilerinde olduğundan kuşku dahi duymadıkları şeydir. karakterlerinde kullandığı ifadesiz yüzler ile, onların ne hissettiği ve ne düşündüğüne dair izleyiciye küçük bir ipucu dahi vermeyen aşkın sinemanın önde gelen isimlerinden bresson, açıktır ki insanın iç dünyasıyla ilgili oldukça derin ve sorgulayıcı bir tavır içindedir. bu donuk, soğuk ve ifadesiz yüzleri ekrana nasıl yansıttığı konusunda ise, onlara ne söylediklerini ve ne yaptıklarını düşünmemeleri; söyledikleri ve yaptıkları şeyi düşünmemelerini yönünde verdiği salık yol göstericidir. oyuncuların, etraflarındaki kişiler ve nesnelerle doğru ilişkiler kurabilmesinin ancak bir rolü pek çok kez tekrarlayarak otomatikleşmesi, filmdeki olayların ortasına salıverilmesi aracılığıyla gerçekleştirilebileceğini belirtir. zira böylece düşünülmemiş ilişkiler kuracaklardır. düşüncelerin, bulunacak gibi gizlenmesi gerektiğini savunan bresson, en gizli düşüncenin en önemli düşünce olduğunu da ekler. bu düşünüldüğünde, karakterlerin yüzlerinden ne düşündüklerinin belli olmaması da akla gelmektedir.

    filmde ruh ve yüreği hissedilmesi gerektiğini belirtir. bunun ise yönetmenin eliyle yapılması gerektiğini aktarır. ona göre, görüntüler, aralarında mahrem ilişkiler kurulması sayesinde duygu yüklü olmalıdır.

    sinema perdesini duvara asılı dört köşe bir beyaz bez olarak nitelendirir. her şeyin bu bez üzerinde noktalandığını aktarır. yönetmene, filmini kaplanacak bir yüzey gibi görmesini salık verir.

    model olarak adlandırdığı oyuncu,

    ona göre hareketlli bir gövdeye bağlı, hareketli bir başın üzerindeki hareketli bir çift gözdür (bresson, 1992, s. 27). oyuncu seçimlerini anlatırken, oyuncunun sesi ile gözlerini, yüzünü, karşısında göreceğinden daha ayrıntılı bir şekilde tahayyül ettiğini belirtmektedir. bunun, bir kişilik çıkarma yolu olduğunu ve yalnızca kulakla yapıldığını eklemektedir. oyuncunun, kendi görüntüsü arkasına kendisini gizlediğinden söz ederken, görüntüsünün gizemli olduğunu, dışarıda kendisine ait olan şeyleri topladığını, alnında, yanaklarının arkasında bunları biriktirdiğini belirtir (bresson, 1992, s. 8). oyuncuların içinde ne niyetleri varsa onların kökünden atılması gerektiğini söyler. bresson'a göre bedenlerin, nesnelerin, evlerin, sokakların, ağaçların, tarlaların "gözle görülür dili" vardır. oyuncularını, kendi kurallarına göre davranmaya sevk ederken, kendisinin onlar üzerinde, onların da kendisi üzerinde etkili olmaları gerektiğini söyler. yönetmenin, oyuncuya yaptırdığı hareketler ve söylettiği sözler aracılığıyla onu sorguya çektiğini, ancak genellikle yanıtı farketmediğini, kameranın kaydettiğini söyler. yanıt ise, yönetmenin ise bu görüntüleri izleyerek sonradan inceleyeceği bir yanıttır. yönetmen, oyuncuya söyleyeceği sözleri ve yapacağı hareketleri söyler, youncu ise karşılık olarak kameranın kaydettiği bir 'öz' verir. modelin yüz ifadelerinden söz ederken, yüz çizgilerinde ifade edilmeyen, iki veya daha fazla görüntünün ilişkisinin ve karşılıklı etkileşiminin neticesinde görünür olan duygu ve düşüncelerden söz eder.

    insan hareketlerinin çok büyük bir kısmının alışkanlık otomatizmin sonucu olduğunu, onları irade ve düşüncenin emrine vermemek gerektiğini, bunun doğaya aykırı olduğunu söyler. insan gözünün yakalayamadığı, kalemin veya fırçanın kaydedemediği şeyler, kameraya kaydedilmektedir. oyuncunun bir iç çekişi, sessizlik, bir kelime, bir cümle, gürültü, bir el, oyuncunun bedeni, yüzü, yüzünün belli açılardan görünümü, ucu bucağı olmayan bir görüntü, dar bir mekan gibi unsurlar ile her şeyin yerli yerinde olması, yönetmenin elindeki imkanlardır. oyuncu, kendini ötekinde görebilmek için kendi olmaktan çıkma ihtiyacı duyar.
    beyazperdedeki oyuncular izleyiciye ne denli yaklaşırsa, o ölçüde uzaklaşırlar.
    modeller, kendilerini yönetmene değil, yönetmenin söylediği sözlere bırakmalıdır. kendilerini oynamamalı, başklarını da, hiç kimseyi oynamamalılar.
    köklerini tiyatrodan alan sinemadan beklenebilecek hiçbir şey yoktur.
    ona göre, güzel görüntülerden oluşan bir bütünün kendisi itici olabilmektedir. model, hep aynı şekilde farklı olarak sürekliliğini sağlar.
    ona göre, filmde müzik eşlik etmek, desteklemek veya güçlendirmek için de olmamalı; slında hiç müzik kullanılmamalı; sesler müziğe dönüşmelidir.
    model, kendi kabuğuna çekilmiştir. yönetmne, onun, dışarıya çıkmasına izin verdiği çok az sayıdaki şeyden sadece kendine uygun olanı almalıdır.
    yönetmen, gözleri kapattığında filmini her an görebilmeli ve baştan sonra dinleyebilmelidir. ses ve görüntünün neden filminde bulunduğunu iyi bilmelidir.
    göze hitap eden şeylerle kulağa hitap edenler birbirini gereksiz yere tekrarlamamalıdır.
    insan aynı anda hem göze hem de kulağa odaklanamayacağından, eğer göz tamamen fethedilmişse, kulağa bir şey yüklenmemeli; tam tersi de yapılmamalıdır.
    kulak daha çok içeriye doğru işler; göz ise dışarıya doğru. dolayısıyla, eğer bir ses görüntünün yerini tutabiliyorsa, görüntüyü tamamen ortadan kaldırmalı, veya etkisizleştirmelidir. görüntü ve ses, her ikisi de bir diğerinin yardımcısı olmamalı. ses, görüntüyü tamamlayan vazgeçilmez öğe ise, sese veya görüntüye üstünlük tanınmalı; çünkü eşit oldukları takdirde, onun tabiriyle, birbirlerini boğar veya öldürürler. görüntü ve sesten herhangi biri diğerine destek olmamalı; her biri, sırası geldiğinde görevini gerçekleştirmelidir.
    sinematograf, göz ve kulak gibi iki duyuya hitap eder ve bunu izleyicinin ayarlayabilmesinden gücünü alır. yalnız göze hitap edildiğinde kulak sabırsızlanır; yalnız kulağa hitap edildiğinde ise, tam tersi durum gerçekleşir. yönetmen ise bu sabırsızlıkları kullanmalıdır.
    müziğin, tamamladığı görüntüye fazladan bir değer katmadığını belirtir.
    nesnelerin altında yatan şeylere yönelmenin gerekliliğinden söz eder.
    çekimde beklenmedik şeylerin hepsini aslında beklemenin gerekliliğinden söz eder.
    hareketsizlik ve sessizlikle aktarılabilen her şeyin mümkün oldukça kullanılmasın gerektiğini belirtir.
    karakterlerin, tuhaflıkları ve bilinemezlikleriyle var olduklarını, bunların izinin sürülmesi gerektiğini aktarır.
    görüntünün mutlak bir değeri olmadığını belirtirken, görüntü ile sesin gücü ve değerinin, nasıl kullanıldıklarına bağlı olduğunu ekler.
    montaj sayesinde, geriye kalan her şeyin tutunacağı güç ve güvenlik odaklarının da oluşacağını söyler.
    ona göre, yönetmenin kendi görüşüyle birbirine uzak ve birbirinden farklı olan görüntüler birbirine bağlanmaktadır.
    şiirsellik, kendiliğinden, bağlantılardan içeri sızmaktadır.
    filmlerde cadde, park, meydanlar, metro gibi kullanılan fonların önlerindeki yüzleri kapatmaması gerekliliğini vurgulamıştır.
    "ne yönetmensin, ne de sinemacı. film yaptığını unut."
    sinemanın jest, mimik ve ses tonuyla ortaya konan kesin ve dolaysız ifade biçimlerine ihtiyaç duyduğunu belirtir.
    sinema filmlerinin, tasarlandıkları biçimiyle oyuncu kullanabildiğinden, sinematograf filmlerinin ise model kullanabildiğinden bahseder.
    sinematograf, ölçülemeyecek akdar geniş bir alan sağlar; sınırsız bir yaratma gücü sunar.
    sesli sinema ona göre sessizliği yaratmıştır.
    her görüntü ve sesin yalnızca filminin ve modellerinin üzerinde değil, yönetmenin üzerinde de bir ağırlığı olmalı.
    ona göre yönetmen seyircinin dikkatini çekmelidir.
    onun da belirttiği üzere, daha fazla ışık kullandığı için değil, yeni bir açıdan baktığı için nesneler görünür hale gelir.
    daha evvel yan yana getirilmemiş ve yan yana getirilemeyecek gibi görünen nesnenleri yan yana getirmekten söz eder.
    her kelime ve hareketin yalnızca gerektiği yerde olmasının öneminden, aksi halde geriye kalan her şeyin bozulacağından söz eder.
    açılıp kapanan kapı sesleri, ayak sesleri gibi seslerin, ses efektinin ritmik değeri için önemli olduğundan söz eder.
    olmadığını düşündüğün bir şey, yer değiştirdiğinde olabilir.
    sessizilkte, bir sokaktaki, bir tren istasyonundaki, bir havaalanındaki dağınık sesleri düzenlemek, her birini tek tek ele alıp ölçülü bir karışım oluşturmaktan söz eder.
    bir filmin oluşumunu açıklarken, "görüntülerle görüntülerin, seslerle seslerin ve seslerle görüntüler arasındaki ilişkilerin, filmdeki kişi ve nesnelere sinematografta hayat verir ve anlaşılması güç bir sürecin sonunda kompozisyonunu birleştirir." (bresson, 1992, s. 38). görüntü, ses ve sessizlik arasında yakınlık kurmaktan,
    dudak hareketlerine uymayan, gerçeklikten yoksun sesler olarak nitelediği dublajı olumsuz anlamda eleştirir.
    ona göre gündelik yaşamda kendisini çevreleyen şeylerin arasından çekilip çıkarıldığında, eski bir şey yeni bir hal alır.
    görüntüleri, müzikteki ses perdelerine benzetmektedir.
    ona göre görüntüler ve sesler birbirinin yerine geçerek birbirlerini güçlendirir.
    seyirciye sunduğu kısıtlı şeylerle olayın tamamını tahmin etmesini sağlamaya çalışır.
    model, tüm kelimeleri aynı vurgu ve tonlama ile söylemelidir. otomatik bir şekilde konuşan modeller, istenen her türlü kişisel etkiyi ortadan kaldırır. böylece izleyici oyuncularla özdeşleşme kuramaz.
    ona göre eller, başlar ve omuzlarla pek çok şey anlatılabilir. dolayısıyla gereksiz yere söylenen sözler de ortadan kalkmış olur (s.90).
    otomatizm hakkındaki fikirlerini açıklarken montaigne'den faydalanır. şu cümlesini örnek verir: "yaptığımız her hareket bizi ortaya koyar." ona göre, istenmeden, söylenmeden yapılan hareketler, otomatik olduğunda bizi ortaya koyar. montaigne, "zevkten ya da korkudan tüylerimizin diken diken olması, tenimizin ürpermesi için emir vermeyiz; elimiz çoğu zaman gitmesini istediğimiz yere uzanır." (s.95)
    müziğin gereksiz kullanımına karşı olan bresson, sessizliği, izleyiciyi heyecanlandırma aracı olarak kullanır.
    yönetmene, filmini beyazlık, sessizlik ve hareketsizlik üzerine kurmasını salık verir (s. 98).
  • birikmis yanlislardan ve sahteliklerden kurtulmak. imkanlarimi tanimak, imkanlarima guvenmek.
    -
    sahneye koyan ya da yonetmen. insan birini degil, kendini yonetir.
    -
    oyuncu yok. (oyuncu yonetimi yok)
    rol yok. (rol calismak yok)
    sahneye koyma yok.
    hayattan alinma modeller kullanarak.
    gorunmek (oyuncu) yerine, olmak (model).
    -
    modeller: dis dunyanin iceriye dogru hareketi. (oyuncular: ic dunyanin disariya dogru hareketi)
    onemli olan, bana gosterdikleri degil, benden sakladiklari seydir, ozellikle de kendilerinde oldugundan kusku bile duymadiklari sey.
    onlarla aramda: telepatik bag, kehanet.
    -
    iki tur film var: tiyatronun imkanlarindan (oyuncular, sahneye koyma vb) yararlanan ve kamerayi bir cogaltma araci olarak kullanan filmler; sinematografin imkanlarindan yararlanan ve kamerayi bir yaratma araci olarak kullanan filmler.
    -
    korkunc tiyatro aliskanligi
    -
    sinematograf, hareketli resimlerden ve seslerden olusan bir yazidir.
    -
    "... dogallik var, doga yok." (bkz: chateaubriand)
    -
    doga: dram sanatinin, ogrenilen ve alistirmalarla surdurulen bir dogallik adina ortadan kaldirdigi sey.
    -
    filmde, yasamdan kopya edilen ve ustunde calisilmis duygulari tipa tip ornek alan, dogal tiyatro havasi kadar sahte bir sey olamaz.
    -
    goruntu, baska goruntulerle yanyana geldiginde, tipki bir rengin baska bir renkle yanyana geldiginde degismesi gibi, degismelidir. mavi, yesilin, sarinin, kirmizinin yaninda hep ayni mavi degildir. degismenin olmadigi yerde sanat da olmaz.
    -
    kimin sozu?: "tek bir bakis, ne tutkulara, ne cinayetlere, ne savaslara goturur."
    -
    gozun, bosalmaya kadar goturebilen gucu.
    -
    goz goze bakisan iki insan, birbirinin gozlerine degil, bakislarini gorur. (onun icin mi, insanlarin goz rengini yanlis hatirlariz?)
    -
    iki olum ve uc dogum uzerine.
    filmim once kafamda dogar, kagit uzerinde ölür; sonra, kullandigim canli kisiler ve gercek nesneler onu yeniden hayata dondururler, ki bunlar da film seridi uzerinde ölürler, ama belli bir duzene sokulup, beyazperdeye yansitildiklarinda, hepsi suya konan cicekler gibi yeniden canlanir.
    -
    yaratmak, kisileri ve nesneleri bozup degistirmek ya da yeni kisiler, yeni nesneler uydurmak degildir. varolan kisilerle nesneler arasinda, varolduklari bicimiyle, yeni iliskiler kurmaktir.
    -
    modellerin icindeki niyetleri kokunden sok, at.
    -
    kisilerin ve nesnelerin ortak esrari.
    -
    tek bir kemanin yettigi yerde, iki keman kullanmamali.
    -
    dogru olan, gucunden, etkisinden bellidir.
    -
    guzel goruntulerden meydana gelen bir butunun kendisi itici olabilir.
    -
    gercekle sahtenin karisimi sahteyi verir (fotografa alinmis tiyatro ya da sinema). sahte katiksiz oldugunda, gercegi verebilir (tiyatro).
    -
    gercekle sahtenin karisiminda, gercek sahteyi one cikarir, sahte gercege inanmamizi engeller. gercek bir firtinaya yakalanmis, gercek bir geminin guvertesinde, batmaktan korkuyormus gibi yapan bir oyuncu gordugumuzde, ne oyuncuya inaniriz, ne gemiye, ne de firtinaya.
    -
    muzik eslik etmek, desteklemek ya da guclendirmek icin kullanilmamali. hic muzik kullanilmamali. (tabii, gozle gorulen aletlerin caldigi muzik haric).
    -
    hareketsizlik ve sessizlikle aktarilabilen her seyi, en sonuna kadar kullandigindan emin ol.
    -
    modellerinde, tuhafliklari ve bilinmezlikleriyle varolduklarinin kanitini bul.
    -
    guzel film, kafanda, sinematograf hakkinda yuce dusunceler uyandiran filmdir.
    -
    goruntu, mutlak bir degere sahip degildir. goruntulerle seslerin gucu ve degeri, senin onlari nasil kullandigina baglidir.
    -
    model. sorguya cekilir (ona yaptirdigin hareketlerle, soylettigin sozlerle). yaniti (yanit vermeyi reddetmemisse), cogu zaman, senin farketmedigin ancak, kameranin kaydettigi yanittir. senin sonradan inceleyecegin yanit.
    -
    hareketlerimizin onda dokuzu aliskanliklarin ve otomatizmin eseridir. hareketleri iradenin ve dusuncenin emrine vermek, dogaya aykiri olur.
    -
    modeller (her sey olculup bicildikten, on defa, yirmi defa tekrarlandiktan sonra) otomatiklesip, filmindeki olaylarin ortasina saliverildiklerinde, etrafindaki kisilerle ve nesnelerle dogru iliskiler kurarlar, cunku dusunulmemis iliskiler kurarlar.
    -
    sinema ortak bir zeminden yaratir. sinematografsa bilinmeyen bir gezegende kesfe cikar.
    -
    goruntuler, aralarinda kurulan mahrem birlikten oturu duygu yuklu olmali.
    -
    anlari yakalamak. kendiligindenlik, tazelik.
    -
    cok beklenen bir goruntu (klişe), asla dogru gorunmez, dogru olsa bile.
    -
    filmini cektikce montajini da yap. boylece, geriye kalan her seyin gelip tutunacagi odaklar (guc odaklari, guvenlik odaklari) olusur.
    -
    hicbir insan gozunun yakalayamadigi, hic bir kalemin, fircanin kaydedemedigi seyi kameran, ne oldugunu bilmeden yakalar ve bir makinanin titiz kayitsizligiyla kaydeder.
    -
    bir iccekis, bir sessizlik, bir kelime , bir cumle, bir gurultu, bir el, modelinin tepeden tirnaga bedeni, yuzu, dinlenirken, hareket ederken, yandan, onden gorunusu, ucsuz bucaksiz bir goruntu, daracik bir mekan.. herseyin yerli yerinde olmasi: elindeki tek imkan.
    -
    modellerine, "sizi oldugunuz gibi yaratiyorum" demen gulunc kacmaz.
    -
    birbirinden cok uzak ve cok farkli goruntulerini birbirine baglayan belli belirsiz bag, senin gorusundur.
    -
    siirsellik pesinde kosma. siirsellik kendiliginden, baglantilardan iceri sizar (eksilti).
    -
    tiyatro sahnesinde oyuncunun yaptigi rol, gercek varliga eklenerek, onu guclendirir. filmde ise rol yapmak, gercek varligin benzerini bile silip supurerek, fotografin yarattigi yanilsamayi ortadan kaldirir.
    -
    olaylar duygulardan dogmali. duygular olaylardan degil.
    -
    kullandigin fonlar (caddeler, parklar, meydanlar, metro) onlerine yerlestirdigin yuzleri yutmasin.
    -
    model. sen ona yapacagi haraketleri ve soyleyecegi sozleri verirsin. karsiliginda o da sana (kameranin kaydettigi) bir öz verir.
    -
    yeniden kurmak icin dengeyi bozmak.
    -
    sinema, mimikler, jestler ve ses tonuyla ortaya konan kesin ve dolaysiz ifade bicimini arar. bu sistemde, goruntulerle sesler arasindaki alisveristen ve bu alisverisin yarattigi degismelerden dogan ifade bicimine yer yoktur.
    -
    sesli sinema sessizligi yaratti.
    -
    mutlak sessizlik ve goruntulerin pianissimo'suyla elde edilen sessizlik.
    -
    seyircinin dikkatini cek (bacanin dumani cekmesi gibi).
    -
    daha fazla isik kullandigim icin degil, yeni bir acidan baktigim icin daha gorunur hale gelen nesneler.
    -
    gerektigi bicimde ya da gerektigi yerde soylenmeyen bir kelime, yapilmayan bir hareket geriye kalan her seyi bozar.
    -
    bir sokaktaki, bir tren istasyonundaki, bir havaalanindaki daginik sesleri (duydugunla duydugunu sandigin sey ayni degildir) duzenlemek.. sessizlikte, her birini teker teker ele alip, olculu bir karisim olusturmak.
    -
    tiyatrodan gelen bir oyuncu, mutlaka tiyatronun uzlasimlarini, ahlakini ve sanatina karsi sorumluluk duygusunu da beraberinde getirir.
    -
    gordugunu senin gordugun gibi goren ilk insan sen ol.
    -
    gundelik yasamda kendisini cevreleyen seylerin arasindan cekilip cikarildiginda, eski bir sey yenilesir.
    -
    goruntu, ses ve sessizlik arasinda bir yakinlik kurmak. birlikte hallerinden memnun olduklarini, o yeri secmis olduklarini dusundurmek. milton: "silence was pleased."
    -
    goruntuler. muzikteki ses perdeleri gibi.
    -
    model. kendi kabuguna cekilmis. disariya cikmasina izin verdigi pek az seyden yalnizca sana uygun olani al.
    -
    heyecaninin altini des. icinde ne olduguna bak. kelimelerle tahlil etme. heyecanini ona kardes olan goruntulere, dengi olan seslere dok. heyecanin ne kadar acik ve kesin olursa uslubun da o olcude kendini belli eder. (uslup: teknigin disinda kalan hersey.)
    -
    bir sesin (ya da goruntunun) orada ne isi oldugunu iyi bilmelisin.
    -
    goze yonelik olan seylerle kulaga yonelik olan seyler birbirini gereksiz yere tekrarlamamali.
    -
    eger goz butunuyle fethedilmemisse, ya kulaga hicbir sey yukleme ya da cok az sey yukle (tersine eger kulak butunuyle fethedilmemisse, o zaman goze hicbirsey yukleme). insan ayni anda hem goz hem kulak kesilemez.
    -
    eger bir ses, bir goruntunun yerini tutabiliyorsa, goruntuyu ya tumuyle ortadan kaldir ya da etkisizlestir. kulak daha cok iceriye dogru isler, goz ise disariya dogru.
    -
    hicbir zaman, bir ses goruntunun yardimina kosmasin, goruntu de sesin.
    -
    eger bir ses bir goruntuyu tamamlayan vazgecilmez ogeyse, ya sese ustunluk tani ya da goruntuye. esit olduklari takdirde, renkler icin kullandigimiz tabirle, birbirlerini bogarlar ya da oldururler.
    -
    goruntuyle ses birbirlerine destek olmamali, bayrak yarisindaki gibi, her biri sirasi geldiginde kendi ustune duseni yapmali.
    -
    tek basina goze hitap edildiginde, kulak sabirsizlikla bekler, tek basina kulaga hitap edildigindeyse goz. bu sabirsizliklari kullan. sinematografin gucu, iki duyumuza hitap etmesinden ve bunun bizim tarafimizdan ayarlanabilir olmasindan gelir.
    -
    koklerini tiyatrodan alan sinema'dan bekleyebileceginiz hicbir sey yoktur.
    -
    kameranin objektifini surekli degistirmek, surekli gozluk degistirmeye benzer.
    -
    modellerine: "kendinizi oynamayin, baskasini da oynamayin. hic kimseyi oynamayin."
    -
    oyuncu kendinden, gercekte varolmayan seyi cekip cikarir. illuzyonist.
    -
    taklit etmeye mecbur oldugumuz asiri ruh durumlarindan (ofke, korku vb) kacin. o noktada herkes birbirine benzer.
    -
    ritm. ritmin mutlak gucu. ancak bir ritmle ele alinan seyler kalicidir. temeli bicime, anlami ise ritme yuklemeli.
    -
    hareketler ve sozler, tiyatro oyununun ozunu olusturur ama filmin ozunu olusturamaz. buna karsilik, hareketlerin ve sozlerin dogurdugu ve anlasilmaz bir sekilde, modellerinde ortaya ciktigini izledigimiz bir... sey ya da seyler filmin ozunu olusturabilir. kameran bunlari gorur ve kaydeder. rol yapan oyuncularin goruntusunu cogaltmaktan boylece kurtulursun ve boylece sinematograf - yeni yazi - ayni zamanda bir kesfetme yontemine donusur. (bilinmeyeni onceden buldugumuz icin degil, bilinmeyeni bir makina araciligiyla ortaya cikardigimiz icin)
    -
    modellerin, filmin akisi icine saliverildiklerinde, mekanik bicimde yirmi kez tekrarladiklari hareketler, artik kendi mallari olur. agizlarinin ucuyla ezberledikleri sozler, onlar dusunmeden, gercek dogalarina ozgu muzige ve vurguya kavusur. gercek hayatin otomatizmine ulasmanin yollarindan biri. (artik oyuncunun, oyuncularin ya da yildizlarin yetenegi dikkate alinmaz. onemli olan, senin modellerine nasil yaklastigin ve onlardan almayi basardigin bilinmeyen ve el degmemis seyin ne oldugudur.)
    -
    insanla goruntusu arasinda bir fark oldugu ve beyazperdedeki sesiyle gercek sesi arasinda boyle bir farkin bulunmadigi surekli unutuluyor.
    -
    filmin bir evin, bir sehrin, bir manzaranin guzelligine, huznune vb sahip olacak; bir ev, bir sehir, bir manzara fotografinin guzelligine, huznune vb degil.
    -
    goruntulerden olusan bu dilde, goruntu kavrami butunuyle kaybolmali. goruntuler goruntu dusuncesini koymali.
    -
    oyuncu, benzemeye calistigi kisinin goruntusuyle one cikar; bedenini, yuzunu, sesini ona verir; onu oturtur, kaldirir, yurutur; onu sahip olmadigi duygularla, tutkularla doldurur. kendi "ben"i olmayan bu "ben" sinematografa uygun degildir.
    -
    edebiyatcinin kafasinda kelimelerin uyanmasi gibi, goruntuler ve sesler gozlerinde, kulaklarinda kendiliginden canlanmali.
    -
    bir ressam, heykeltras ya da romanci gibi, kisilerin ve nesnelerin dis gorunuslerini tarif etmek zorunda olmadigina gore (cunku makinalar bu isi senin yerine yapar), yaraticiligin ya da bulusculugun, ele aldigin gercekligin cesitli parcalari arasinda kuracagin baglarla sinirli kalir. bir de parcalarin secimi var. buna onsezin karar verir.
    -
    tiyatro sahnesinde bir oyuncuyu soylu kilan sey, beyazperdede onu bayagilastirabilir. (bir sanati, baska bir sanatin bicimiyle icra etmek)
    -
    modeller. cekim sirasinda yuzeyde kaybettikleri seyi, beyazperdede derinlemesine ve gercek olarak kazanirlar. sonucta, en canli bolumler en duz ve en donuk gorunen bolumlerdir.
    -
    bu sadeligin, fazla yaraticilik gosterememenin belirtisi oldugunu dusunuyorlar.(berenice, onsoz)
    -
    iki tur sadelik vardir. kotu sadelik: cok basindan aranan, cikis noktasi olan sadelik. iyi sadelik: yillar suren cabalarin odulu olarak gelen, varis noktasi olan sadelik.
    -
    corot: "aramamali, beklemeli."
    -
    model. sesi (calisilmamis sesi), bize onun gizli kisiligini ve felsefesini, dis gorunusunden cok daha iyi yansitir.
    -
    gorunmeyen ruzgari, esip gecerken bicimlendirdigi suyun diline aktarmak.
    -
    hayat, hayatin fotografla kopya edilmesi suretiyle verilmemeli, ortasinda modellerinin kipirtisinin hissedildigi gizli yasalarla verilmeli.
    -
    benzerlik, farklilik. daha fazla farklilik elde edebilmek icin, daha fazla benzerlik sunmak. bir ornek giysileri ve bir ornek yasamlari askerlerin dogasini ve karakterlerini ortaya cikartir. esas durustaki kipirtisizliklari teker teker her birinin ozel isaretlerini gorebilmemizi saglar.
    -
    akla ulasan gercek coktan gercek olmaktan cikmistir. fazla dusunen, fazla zeki gozlerimiz.. iki tur gercek vardir: 1) kameranin oldugu gibi kaydettigi, kaba gercek. 2) bellegimizin ve yanlis hesaplarin carpittigi, gercek adini verdigimiz gercek. sorun. gordugun seyi, senin onu gordugun gibi gormeyen bir makina araciligiyla gostermek. (ve duydugun seyi, senin onu duydugun gibi duymayan bir makina araciligiyla duyurmak.)
    -
    filmindeki kisilerle nesnelerin dosca, uygun adim yurumesi gerekir.
    -
    sagduyu sahibi olmak (algilamada keskindik).
    -
    varliklarin ve nesnelerin, yasayabilmek icin bekledikleri baglar.
    -
    dogru, kullandigin canli kisilerde ve gercek nesnelerde sakli degildir. dogru, sen onlarin goruntulerini belirli bir duzen icinde bir araya getirdiginde bu goruntulere sinen dogruluk havasidir. sen onlarin goruntulerini belirli bir duzen icinde bir araya getirdiginde bu goruntulere sinen dogruluk havasi, karsiliginda o kisilere ve nesnelere bir gerceklik verir.
    -
    goz (genelde) yuzeysel, kulak ise derin ve yaraticidir. bir tren dudugu gozumuzde butun bir garin goruntusunu canlandirir.
    -
    sen olmasan belki de asla gorunmeyecek olan seyi ortaya cikar.
    -
    ne yaptigini bilmiyorsan ve yaptigin en iyisiyse, buna esinlenme denir.
    -
    araya (isteyerek ya da istemeden yapilmis) bir mimik girmedigi surece, kameran yuzlerde dolasir. gozle gorulur icsel hareketlerden olusan sinematograf filmleri.
    -
    goruntulerle seslerin, birbirlerini uzaktan ve yakindan "tutmasi" gerekir. bagimsiz goruntu, bagimsiz ses olmaz.
    -
    sahici olan taklit edilemez, sahte olan ise degistirilemez.
    -
    modelin, vurgulamalarinda hicbir denetim uygulamadiginda, dogru vurgulamayi bulmus demektir.
    -
    modeller. gosteristen uzak. kendine cekme, kendinde saklama, hicbir seyi disariya tasirmama gucu. hepsinde ortak olan belirli bir ic yapinin disavurmasi. gozler.
    -
    modellerine: "kendi kendinize konusurmus gibi konusun". diyalog yerine monolog.
    -
    model. kameran onun, akilci ve mantikli olmaktan uzak "ben"ini kaydeder.
    -
    modellerini iyi sec ki seni gitmek istedigin yere goturebilsinler.
    -
    muzik. filmini, filminin hayatindan uzaklastirir (muzikle kendinden gecme). muzik, tipki alkol gibi, uyusturucu gibi, gercegi degistiren hatta yok eden bir guctur.
    -
    senin dehan, dogayi taklit etmenden (dekor, oyuncular) kaynaklanmiyor. makinalarin dosdogru ondan aldigi parcalari, kendi tarzinda secip bir araya getirmenden kaynaklaniyor.
    -
    modeller. distan bakildiginda mekanik. icten bakildiginda dokunulmamis, bakir.
    -
    ne guzellestir, ne de cirkinlestir. oldugundan baska turlu gosterme.
    -
    sanatin en carpici hali, katiksiz halidir.
    -
    gizli isteklerin dogrudan dogruya modellerine gectigi an filmin baslar.
    -
    bir oyuncu filmde, tiiyatro sahnesindeki gibi, kendisi olmaktan cikmis bir halde kullanildiginda, o oyuncu orada yoktur. goruntusu bostur.
    -
    heyacanlandirmak icin heyecanli goruntuler kullanmamak, goruntulerin kendi aralarinda olan, onlari hem canli hem de heyecanli yapan iliskileri kullanmak.
    -
    oyuncunun yaraticiligini sadelestirme yonunde gostermesinin tiyatro sahnesinde soylu bir yani ve hakli bir nedeni vardir. oysa filmlerde sadelestirme, onun insan olarak karmasik yapisini ortadan kaldirir ve gercek "ben"inin celiskilerini ve karanlik noktalarini yok eder.
    -
    montaj. olu goruntulerden canli goruntulere gecis. her sey yeniden canlanir.
    -
    iki filmde de ayni modelleri kullanma. 1) kimse onlara inanmaz. 2) kendilerini birinci filmde, aynada seyreder gibi seyrederler; baskalarinin kendilerini, onlarin istedikleri gibi gormelerine calisirlar, kendi kendilerini disipline sokar, duzeltmek isterken kendi buyulerini bozarlar.
    -
    filmini, gorundugu ve gosterdigi seyin disinda, haraket halindeki cizgilerden ve hacimlerden olusan bir birlesim olarak gor.
    -
    modellerin kendilerini dramatik hissetmemelidir.
    -
    dikkati baska yere cekecek seyleri ortadan kaldirmak.
    -
    varolan sanatlardan hicbirinin, varoldugunu akliniza bile getirmedigi yeni bir dunyanin ozelligi.
    -
    model. gozbebeginde yakaladigimiz parilti, butun kisiligine bir anlam verir.
    -
    guzel fotograflar, guzel goruntuler degil; gerekli fotograflar, gerekli goruntuler.
    -
    rolune calisan bir oyuncu, onceden bilinen (varolmayan) bir "ben"in oldugunu varsayar.
    -
    cekim. hayal mayal secebildigim, belki de henuz goremedigim ve ancak sonradan gorebilecegim seyin hicbir parcasini kacirmamaya calismanin sikintisi.
    -
    parcalar uzerine: "bir sehir. bir kir manzarasi uzaktan bir sehirdir, bir kir manzarasidir. ama yaklastikca bunlarin evler, agaclar, kiremitler, yapraklar, otlar, karincalar, karincalarin bacaklari diye sonsuza uzayip gittigi gorulur." (bkz: pascal)
    -
    temsil'e saplanip kalmak istemiyorsak parcalar gereklidir.
    -
    varliklari ve nesneleri ayrilabilir bolumler halinde gormek. bu bolumleri birbirinden koparmak, birbirinden bagimsiz hale getirmek. oyle ki, yeni bir bagimlilik iliskisi icine girebilsinler.
    -
    cekim. filminin sana maloldugu daglar gibi cabalara degip degmedigini ancak cok sonra ogrenebileceksin.
    -
    ekleyerek degil, eksilterek yaratilir. gelistirmek ise baska bir seydir (yaymak degildir).
    -
    baliklari tutmak icin havuzu bosaltmak.
    -
    oyuncularin guvenine karsi, ne olduklarini bilmeyen modellerin cekiciligini koy.
    -
    oyuncu icin kamera seyircinin gozudur.
    -
    modeller. onlar, seyircinin belki de goremeyecegi (senin ise hayal meyal secebilecegin) seyi, seyirciye degil sana verirler. gizli ve kutsal emanet.
    -
    buz gibi bir yorum, tersine bir etkiyle filmin ilik diyaloglarini isitabilir. tipki resimdeki soguk-sicak olayi gibi.
    -
    ses titresimleriyle yaratilan muzikal sessizlik. son kelimenin en son hecesi ya da cikan en son ses, uzatilan bir nota gibi.
    -
    cok duzenli seylerle, cok duzensiz seyler sonucta aynidir. ikisi de fark edilmez. ilgisizlige ve sikintiya yol acar.
    -
    belirgin kaydirmalar ve panoramik planlar gozun hareketlerine uymaz. bu, gozu vucuttan ayirmaktir (kamerayi supurge gibi kullanmamali).
    -
    modeller. guclerinin sinirlarini cizmeyeceksin, guclerini gosterecekleri alanin sinirlarini cizeceksin.
    -
    imkanlarin bollugunun, buyuklugunun ve sahteliginin yerini sadelige ve dogruluga birakmasi. her seyin, yeni bastan senin icin yeterli olcuye getirilmesi.
    -
    mesele, "sade" bir oyun ya da "icsel" bir oyun cikarmak degil, hic oynamamak.
    -
    gozu ve kulagi dikkatsiz olanlarin dikkatini acik ve kesin seylerle cekmeye calisacaksin.
    -
    model. onu hayata geciren (sozler, hareketler) tiyatrodaki gibi karsimizda goruntusunu canlandiran sey degil; onu, kendi goruntusunu yaratmaya iten seydir.
    -
    sinema filmi oyuncusunun gercekligini yeniden uretirken, onu insan olarak da yeniden uretir.
    -
    senin seyirci kitlen ne kitap okurlariyla, ne de gosterilere, sergilere, konserlere gidenlerle ayni kitle. insanlarin, ne edebiyet zevkini, ne tiyatro zevkini, ne resim zevkini, ne de muzik zevkini doyurmak zorundasin.
    -
    neden sonuctan sonra gelsin, birlikte ya da once degil. (gecen gun notre dame'in bahcesinden gecerken bir adamla karsilastim. adam, arkamda benim gormedigim bir sey gordu ve birden gozleri parladi. eger onunla ayni anda, gorup kosmaya basladigi kadini ve cocugu gormus olsaydim, bu mutlu yuz beni boylesine etkilemezdi; belki de dikkat bile etmezdim.)
    -
    sozler her zaman dusuncelerle ortusmez. one gecer, geride kalir. bu ortusmezligin dogurdugu komik durumlar filmlerde korkunc olur.
    -
    goruntulerle seslerin carpismasindan ve birbirini zincirleme izlemesinden uyumlu iliskiler olmali.
    -
    sonradan karsilamak icin beklentiler yaratmak.
    -
    model. onun eldegmemis, ne kendi akliyla, ne de senin aklin tarafindan carpitilmamis goruntusunu yakalayacaksin.
    -
    virtuoz sanatci bize muzigi yazildigi sekliyle degil, kendi hissettigi sekliyle dinletir. virtuoz oyuncu.
    -
    seylerin her yanini gostermemeli. belirsizlik payi.
    -
    film cekmek son sozu soylemek degildir, ilk hazirliklari yapmaktir.
    -
    ayni konuyu defalarca kagida, tuvale geciren ve her seferinde dogru yonunde bir adim daha ilerleyen bir ressam gibi, ayni seyi defalarca cekmek.
    -
    kendisine ve sana ragmen, tasarladigin kurgusal insanin icinden gercek insani cekip cikaran model.
    -
    modelinin seni sasirtmasini istedigin alanin sinirlarini iyi cizmelisin. sonlu bir cerceve icinde sonsuz suprizler.
    -
    kameran yalnizca kalemin ya da fircanin yakalayamayacagi fiziksel hareketleri yakalamakla kalmaz, o olmasa saptanamayacak bazi isaretlerin gosterdigi ruh durumlarini da yakalar.
    -
    birbirinin yerine koymak. goruntuler ve sesler, birbirinin yerine gecerek birbirini guclendirir.
    -
    seyirciyi, yalnizca bir bolumunu sundugumuz bir seyin butununu tahmin etmeye alistirmak. tahmin etmesini saglamak. onda tahmin etme arzusu uyandirmak.
    -
    bizi bakmamiz ve dinlememiz icin zorlayan, gercege benzer kisi degildir; gercek kisidir.
    -
    yavasligi ve sessizligi, salonun yavasligi ve sessizligiyle karisan filmler sevilmez.
    -
    oyuncunun oyunu son halini almistir, donusturulemez. nasilsa oyle kalir.
    -
    gordugun seyde, gorulecek olani hemen o anda gor. kameran nesneleri senin gordugun gibi cekmez (senin onlara yukledigin anlami cekmez).
    -
    umdugunla buldugunun bir olmamasi daha iyidir. merakin giciklanir, beklenmedik sey seni tahrik eder.
    -
    nesnelere, orada olmayi istiyorlarmis gibi bir hava vermek.
    -
    en siradan kelime, yerini buldugunda birden parlar. goruntulerin iste bu pariltiyi tasimali.
    -
    "wondrous, wondrous, wondrous machine!" (bkz: purcell) (harikulade, harikulade, harikulade alet!)
    -
    "insanin insan olmasi ne kadar olaganustu, oyle degil mi!" (bkz: baudelaire). kamerayla ses alma cihazi model karsisinda belki birbirlerine boyle soyluyorlar.
    -
    oltanin basinda bekleyen bir balikci gibi, ne tutacagini bilmeden bekle. (mechul bir yerden cikagelen balik)
    -
    seyirci, anlamadan hissetmeye hazir oldugunda, ona herseyi gosterecek ve anlatacak oyle cok film var ki!
    -
    eski bir film hatirliyorum: "tokyo uzerinde otuz saniye". hicbir seyin olmadigi bu harikulade otuz saniye (savas sirasinda, bir amerikan avci ucaginin tokyo uzerinde uctugu otuz saniye) icinde yasam havada asili kaliyordu. gercekte ise, o anda hersey oluyordu. sinematograf, goruntulerle, hicbir seyi temsil etmeme sanati.
    -
    leonardo, bir isin sonunu iyi dusunmemizi, her seyden once sonunu dusunmemizi ogutler (bkz: defterler). son, duz bir yuzeyden baska bir sey olmayan beyazperdedir. ressam resmini nasil tuvalin ve tuvale surulen renklerin gercekliginde siniyorsa, heykeltras heykelini nasil bronz ya da mermerin gercekliginde siniyorsa, sen de filmini beyazperdenin gercekliginde sina.
    -
    leonardo'ya gore, nesnenin on ozelligi vardir: aydinlik ve karanlik, renk ve madde, bicim ve konum, uzaklik ve yakinlik, hareket ve hareketsizlik.
    -
    champs-elysées'de yururken karsima cikan insanlar bana kurulmus mermer heykelleri hatirlatir. ama gozlerimiz karsilasmaya gorsun, bakan heykeller birden insana donusurler.
    -
    ici bos bir "sanat sinemasi", "sanat filmi" dusuncesi. sanat filmleri, sanattan en yoksun filmlerdir.
    -
    cok basit diye sirt cevirdigim sey, aslinda onemlidir ve altinin desilmesi gerekir. basit seylere karsi gosterdigimiz anlamsiz sakinganlik.
    -
    filminin guzelligi, goruntulerden degil (kartpostalcilik), goruntulerden yayilan o sozle anlatilmaz seyden gelecek.
    -
    film yapmak icin kalabalik olmak gerekir. goruntulerin ve seslerin dogmasina yol acan ve baskalari icin anlasilmaz kalan o ilk duyguya ya da izlenime surekli geri donerek sesleri, goruntuleri yapmak, bozmak ve yeniden yapmak icinse tek kisi.
    -
    sinema, x'in gozunde ozel bir endustri kolu; y'nin gozunde tiyatronun buyutulmus, genisletilmis hali. z'nin gozunde ise yalnizca hasilattir.
    -
    telefon. sesi onu gorunur kilar.
    -
    sinematografin gelecegi, ceplerindeki son kurusu da filmlerine yatiracak ve kendilerini yaptiklari isin maddi rutinine kaptirmayacak yeni geclere bagli.
    -
    senin dogruya olan tutkunda, cilginliktan baska bir sey gormeyebilirler.
    -
    kotu bir sohretin olmasina aldirma. asil, sohretin iyi olup da onu surdurememekten kork.
    -
    soylularin kibirli davranislarina maruz kalan eski zaman sanatcilarinin sadeligine ve alcakgonullulugune karsi sinirsiz bir hayranlik beslemelisin.
    -
    kili kirk yaran bu calismanin seni nelere zorladigini ve (profesyonel olsun, olmasin) bir oyuncunun, colun ortasinda dahi oyuncu olarak kaldigini aklindan cikarma.
    -
    seyirci ne istedigini bilmez. sen kendi isteklerini, zevklerini kabul ettir onlara.
    -
    ellerimizle, basimizla, omuzlarimizla ne cok sey anlatabiliriz!.. boylece, gereksiz yere soylenen, ortaligi dolduran ne cok soz ortadan kalkar! ne buyuk iktisat etmis oluruz!
    -
    filmimin, bakislarla yavas yavas olustugunu hayal ettim, tipki renkleri hep taze kalan bir tablo gibi.
    -
    heyecan, mekanik bir duzene tabi olmaktan, mekaniklikten dogar. bunu anlamak icin bazi buyuk piyanistleri dusunmeli.
    -
    lipatti gibi, virtuoz olmayan, buyuk bir piyanist notalara hep ayni sertlikte basar: beyazlari, siyahlari, yasim siyahlari, cift yarimlari ayni surede, ayni sertlikle calar. piyanonun tuslarina heyecan asilamaz. heyecanin gelmesini bekler. heyecan gelir ve parmaklarindan piyanoya, ona, salona yayilir.
    -
    heyecana karsi durarak, heyecan yaratmak.
    -
    bach, org calisina hayran olan bir ogrencisine soyle der: "notalara tam zamaninda basacaksin."
    -
    hedef fazlasiyla belirli oldugunda, ona ulasmak icin kili kirk yarmak gerekir. debussy: "su akoru mu, otekini mi kullanacagima karar vermek tam bir haftami aldi."
    -
    mucizelere sirt cevirme. aya, gunese hukmet. yildirimlar, firtinalar yarat.
    -
    tiyatronun gozlukleriyle yargilayan, geri kalmis, tembel bir elestiri kurumunun verdigi zarar (ustelik yalniz seyirciye de degil) ne kadar buyuk!
    -
    bedenleri, yuzleri, sesleri kendilerine aitmis gibi gorunmeyen, onlarin bedenleri, onlarin yuzleri, onlarin sesleri oldugundan emin olamadigimiz oyunculara verilen oscar odulleri.
    -
    bicimde mutlaka kesin kararli ol. ozunde mutlaka olmasan da olur (yapabiliyorsan).
    -
    sezgilerinin sana fisildadigi seyi, kafanda on kez yeni bastan bozup yaptigin seye tercih et.
    -
    okudugun kitaplardan alacagin dusunceler her zaman kitaptan alinma dusunceler olarak kalacaktir. dosdogru kisilere ve nesnelere yonel.
    -
    bir ressamin gozune sahip ol. ressam bakmakla yaratir.
    -
    ressamin gozunden ateslenen silah gercegi paramparca eder. daha sonra yine o gozde, ressam gercegi kendi zevkine, yontemine ve ideal guzellik anlayisina gore yeni bastan kurar ve duzenler.
    -
    yaptigimiz her haraket bizi ortaya koyar (bkz: montaigne). ama yalnizca otomatik oldugunda (istenmeden, soylenmeden yapildiginda) ortaya koyar bizi.
    -
    x, modaya uymak icin filmlerine her seyden biraz katiyor; tipki fazla renk kullanan bir ressam gibi.
    -
    yanlis anlamalar. kaynagini bir yanlis anlamadan almayan ovgu ve yergi yoktur (ya da cok azdir).
    -
    yakinlik ve uyum yaratma konusunda ozel bir yetenekle dunyaya gelmis olmak gerekir.
    -
    yerini degistirdigim goruntunun, yepyeni bir anlam kazanmasi karsisinda duydugum hep ayni sevinc, ayni hayret duygusu.
    -
    daha ilk bakista ya "tamam iste bu" ya da "yok bu degil" deriz. akil yurutme sonra gelir (ilk bakisimizi dogrulamak icin).
    -
    sanata karsi dusmanlik besemek, yeni ve beklenmedik olana karsi da dusmanlik beslemektir.
    -
    once eyleme gecmeli. londra'da bir hirsizlik sebekesi bir kuyumcunun kasasini acip icinden incileri, altinlari, tasli kolyeleri, yuzukleri almis. kasada ayrica yandaki kuyumcunun kasasinin anahtarini bulmuslar, onun icinde ise ucuncu bir kuyumcunun kasasinin anahtasini.
    -
    guzel olmayan seyler, ciplakken mustehcendir.
    -
    kendine kayitsiz sartsiz guvenmek gerektigi konusunda madame de sévigné'nin su sozleri: "yalnizca kendime kulak verdigimde harikalar yaratiyorum."
    -
    butun seyler arasindaki esitlik. komposto kasesini de, oglunu da, sainte victoire dagi'ni da ayni gozle ve ruhla resme doken cézanne.
    -
    cézanne: "her firca darbesinde hayatimi tehlikeye atiyorum."
    -
    filmini beyazlik, sessizlik ve hareketsizlik uzerine kur.
    -
    muzikte sessizlik gereklidir, ama sessizlik muzigin parcasi degildir. muzik sessizlikten destek alir.
    -
    ne kadar cok filmin bosluklari muzikle gelisi guzel dolduruluyor. filmi muzige boguyorlar. goruntulerde bir sey olmadigini gormemize engel oluyorlar.
    -
    ancak cok yakin zamandan beri, o da yavas yavas, muzigi filmlerimden kaldirdim ve bir kurgu ogesi, bir heyecanlandirma araci olarak sessizlikten yararlanmaya basladim. bunu soylemezsem durustluk etmemis olurum.
    -
    hicbir sey degismesin ama hersey bambaska olsun.
    -
    montesquieu mizah icin "isin zor tarafi, nesnede, yine onun kendisinden gelen yeni bir duygu bulmamizi saglamasidir" der.
    -
    seyirciyi aglatmak icin, modellerinin gozyaslarini kullanmaya kalkisma. boyle bir istekte de bulunma. tam yerini bulan belli bir goruntuyle, belli bir sesle aglat aglatabilirsen.
    -
    sana inanmalarini sagla. dante surgunde, verona sokaklarinda dolasirken insanlar birbirlerinin kulagina onun istedigi zaman cehenneme gidebildigini ve oradan haberler getirdigini fisildiyorlarmis.
    -
    nereden hareket ediyorum? dile getirilecek olan nesneden mi? heyecandan mi? yoksa her ikisinden birden mi?
    -
    gercegin karsisinda, aracilik eden imgelemin isi ne?
    -
    kili kirk yararak calismak. gercek olup da dogruya donusmeyen ne varsa (sahtenin korkunc gercekligi) elinin tersiyle itivermek.
    -
    kehanet. bu kelimeyi calisirken kullandigim o iki yuce aletle birlestirmemek mumkun mu? kamera ve ses kayit cihazi, her seyi zorlastiran akildan uzaklara goturun beni..
    ---
    (alıntı: robert bresson - sinematograf üzerine notlar / nisan yayınları, subat 1992)
  • robert bresson'un tam manasıyla mırıldanmalarını gelişi güzel şekilde yazdığı, sinema yolunda ilerlemek isteyen insanların okuması gereken bir başlangıç kitapçığı. yaklaşık 70 sayfa olsa da çoğu kısa kısa notlardan oluştuğu için birkaç saatte okunabilir.

    daha çok sinematograf'ın ne olduğu üzerine, model ve oyunculuk farkları üzerine oldukça radikal düşüncelerini belirtiyor. okurken kendimi elimde kameramla, istanbul sokaklarında geziyor gibi hissediyorum.
  • "hareketsizlik ve sessizlikle aktarılabilecek her şeyi en sonuna kadar kullandığından emin ol."
hesabın var mı? giriş yap