• (bkz: mustafapasa)
  • kemerburgaz da bulanan bir avm.
  • ürgüp ün mustafapaşa isimli kasabasının eski ismi.
  • bu sıcakta` : hangi akla hizmetiçildiğenden mi bilmez, kanımcaköpek öldüren` sınıfına giren şarap markası. sitesi bile var; http://www.kapadokya.com.tr/
  • sprite veya fruko gazoz'la karıştırıldığında en parasız durumda kafayı yeteri kadar** güzel yapabilen şarap*.beyazı makbuldür bu dediğim durumlarda.öğrenci dostudur.
  • ürgüp'e 15 dakika mesafede bulunan tarihi yerleşimin eski adı. yenisi mustafapaşa. kapadokya'nın en güzel konaklarında kalma imkanı sunuyor. muhteşem konaklarda kalarak büyük hazineler gizli gomeda vadisi'nde; peribacalarını, kayalara oyulmuş evleri ve gizli kiliseleri keşfetmenin güzelliğini kaçırmayın derim.
  • timon koulmassis ve iro siafliaki sinasos - memories of a displaced village adinda bir belgesel film çekerek bu kasaba baglaminda mübadelenin getirdigi trajedileri anlatmaya calismis.

    http://www.filmfestival.gr/…/national/film10uk.html
  • canım türkiye'deki saklı güzelliklerden biri. saklı da kalmalı ki insanlar doluşup bozamasınlar. ama yine de birkaç entry'den fazlasını hakkediyor bu mistik mekan. o yüzden kolları sıvıyoruz. tanışma hikayemizi anlatarak başlayayım, sonra belki devam ederim.

    bir ramazan bayramı günü tanıştık sinasos'la. orjinal planımız bayramın arifesini ve ilk gününü aile ziyaretleri ile geçirip sonrasında nevşehir'e geçip bir-iki gün kaldıktan sonra istanbul'a geri dönmekti. o kadar rahatız ki hiçbir otelde rezervasyon yapmadan yola çıktık. kayseri'yi geçinceye kadar da yer konusu aklımıza bile gelmedi. daha önce defalarca nevşehir ve civarına gitmiş ve konaklamış olmamıza rağmen bayram günü yoğunluğunu hesaba katmamak büyük hataymış. önce uçhisar'a gittik ve museum hotel'e girdik. tabii ki hiç yer yok. bayramın ikinci günü için tüm odalar dolu, üçüncü günü yer var. "neyse her taraf otel zaten, mutlaka birinde yer vardır" diyerek bir iki yakın otele baktık. dolu, dolu, dolu... umutsuzca bir başka kaya otele girdik. hayret, son bir odaları kalmış ne hikmetse... hatta başka bir aile daha vardı, onlara da aynı şeyi söylüyorlardı. bildiğin birbirimize vurduracaklar bizi, en yüksek fiyatı veren alacak gibi bir durum. ama açıkcası 500-600 km yoldan sonra akşam da oluyorken para çok önemli gözükmüyor gözlere. "tamam dedik, biz tutalım". adamlar orayı burayı aradılar, ne oluyorsa... birkaç önemli görünen telefon konuşmasından sonra tek gecelik oda fiyatı 375 euro dediler !!. "oha" dedim direk, yani başka ne denebilirdi bilemiyorum ama istemsiz bir şekilde bu çıktı. yav, tamam yakalamışsınız geçireceksiniz ama oha yani oha ki ne oha... oteli böyle 35 yıldızlı, gökdelen tarzı, manken kılıklı kat görevlilerinin cirit attığı swiss benzeri bir yer sanmayın arkadaşlar. bildiğin kıytırık kaya oteli, penceresiz kaya içine oyulmuş odalar. o fiyata kuş kondursalar etmez, belli ki bayramda bir akşam vakti düşmüş ördekleri avlama modundalar. neyse uzatmayalım, kabul etmedik tabii. diğer aile ne oldu bilmiyorum çünkü ardımıza bile bakmadan sinirle çıktık resepsiyondan. otelin ismini özellikle vermiyorum.

    otelin karşısında arabamızın içinde oturuyoruz ama hiçbirimizin bir fikri yok ne yapacağımız hakkında. belli ki tüm oteller dolu veya bu tür rezillikler peşindeler. telefonun internet bağlantısını kullanarak nevşehir, ürgüp ve avanos'taki otellerin listesini indirdim. böyle 25-30 otel var listede. sıradan aramaya başladık. 10-15 tanesinden sonra kesin kanaat getirdik ki yer felan yok. akşam yavaştan çokmeye başlıyor, hava kararacak yakında. bir yer bulamazsak en yakın 100 km ötede kayseri var ama gerçekten saçmalık olur geldiğimiz yolu tekrar dönmek. bu tür düşünceler içinde, "telefonla aramayalım, direk otel otel gezip resepsiyondakilerle konuşalım, fiziksel olarak kalkıp gidersek belki ellerinde tuttukları kazık fiyatlı odalardan birini kaparız, nispeten az kazık olanlarından" diye bir fikir geldi. kalktık nevşehir'in içine gittik. neredeyse tüm kalınabilir otellere baktık, hiç yer yok. avanos'a geçtik, otellere baktık, hiç yer yok. hatta bir tanesinde resepsiyonla konuşurken bir otobüs dolusu turist geldi ve güle oynaya otele yerleştiler. neymiş, günler öncesinden rezervasyon yaptırmışlar, bık bık... eğer o gün bir resepsiyonist dövmediysem, evliya düzeyine eriştiğime delalet ediyor.

    ürgüp'e doğru yola koyulduk. güneş batmış, hava hafifen kararmaya başlamış. moraller dipte. herkes yorgunluktan bitmiş, pek umut da kalmamış. hala dönüp duruyoruz. sinirler gerildiğinden pek konuşma da yok. bu arada, karayolları da beklemiş beklemiş, bayramda ürgüp yolunu yapmaya karar vermiş. yol araçları çalışıyor, yola tamamen mıcır dökmüşler, toz duman, gözgözü görmüyor, hız yapmak zaten imkansız. binbir küfürle arabayı kullanmaya çalışıyorum. ürgüp-ortahisar arası yolun sağında bir otel gördüm. otoparkına girip durdum, gidip resepsiyona yer sordum. tahmin ettiğiniz cevabı aldım, döndüm. tam arabaya biniyordum ki, derinden bir ses: "fısssss". biraz yakından bakınca anladım ki arka lastik patlamış... yol çalışmasından mı oldu, yoksa hakkaten kısmet mi bilemiyorum ama lastik son hız iniyor. sakin olmaya çalışarak, otele tekrar girdim, lastiğimin patladığını ve otoparklarında lastik değiştirmem gerektiğini söyledim. buna izin veremezlermiş. düşünsenize, lastiğiniz patladığında birilerinin gelip size yardım teklif etmesi normal davranış şekli olması gerekirken, herifler otellerinin otoparkında lastiğimi değiştirmeme bile izin vermediler. otelin ismini vermeyeceğim. birşey söylemeden çıktım, arabaya bindim ve çalıştırdım. lastik iyice yere yapışmaya başlamışken, yoldan geri döndüm ve en yakın benzinliğe kadar öyle gittim. benzinliğin içinde bir yere çektim. arka bagaj full dolu, lastik bagajın dibinde tabii. ne var ne yok yere yığdık. bavullar, torbalar, çantalar, torba torba yiyecekler yerlerde geziyor. lastiği ve bijon anahtarını çıkardım, kan ter içerisinde. bijon anahtarını arka lastiğin bijonlarından birine taktım. ve, boşa döndü !!! bir anlığına ne olduğunu anlayamadım, hani öyle olur ya, gerçeği kabul edemez zihin, bir an mallaşır ya insan, aynen öyle oldum. tekrar denedim ve acı gerçek: bana arabayı satan herifçi oğlu orjinal bijonları değiştirmiş ve taktıkları orjinallerden daha küçük başlara sahip. yani orjinal bijon anahtarı ile o bijonları sökmemin imkanı yok. yav madem orjinal bijonları çalacak kadar düşeceksin, bari uyacak bir anahtar koy. galericilerin durumu bu arkadaşlar, geneli hem hırsız hem de düşüncesiz gerizekalı insanlardan oluşuyor. kendi kendilerini bitiriyorlar farkında değiller. neyse bu başka bir entry'nin konusu.

    bijon ve anahtar olayı akabinde, o zamana kadar soğukkanlı görünüp dayanmaya çalışan ben, resmen duygusal olarak çöktüm. "allahım neden başımıza bunlar geldi ?" tarzında bir kaç haykırış cümlesi ettim. bağırdım çağırdım. sinirlerim boşaldı resmen. düşündüğünüzde basit görünen problemlerin, arka arkaya kısa bir süre içerisinde başınıza geldiğinde sizi nasıl iki dakikada duygusal açıdan çökertebileceğini resmen gözlerimle gördüm o akşam.

    özet olarak; bir bayram günü, akşam karanlığı çökerken ürgüp-ortahisar arası bir benzin istasyonunda, patlak lastiğimiz ve bijonlara uymayan bijon anahtarımız ile kalmış durumdayız. arabanın bagajındakiler yere saçılmış. akşam kalacak bir yerimiz yok ve herkes yorgunluktan bitik vaziyette.

    -- belki başka bir entry'de devam eder...
  • 1923 nüfus mübadelesi öncesinde ortodoks hristiyan rumların yaşadığı, ortodoks inancında önemli yere sahip bazı kiliseleri içinde barındıran nevşehir'in ürgüp ilçesinin mustafa paşa adlı kasabasının eski ismi.
  • [hünkâr (yani hacı bektaş – ı veli)*, kayseri’den ürgüp’e gelirken yolda, sinasos adlı bir hıristiyan köyüne (bugünkü mustafapaşa) ulaştı. hıristiyanlar, çavdar ekmeği pişirmişlerdi. içlerinden bir kadın, başına bir tekne (hamur tahtası) almış, ekmek götürmedeydi. hünkâr’ı görünce hemen tekneyi başından indirdi;
    "derviş" dedi, "lütfen bir lokma al ye; bizim yerimizde buğday bitmez, ayıplama." hünkâr bu sözü duyunca, "bereketli olsun, çavdar ekin, buğday biçin; küçük hamur yapın, büyük somun alın" dedi. şimdi o köyde halen çavdar ekerler, buğday biçerler. küçük hamurları yapıp fırına atarlar, büyük somun çıkarırlar. buğday ekerlerse çavdar olur, fakat çavdar ekince buğday biçerler. gene bu yüzden o köydeki hıristiyanlar, hünkâr’ın oturduğu makamı ziyaret ederler, her yıl toplanıp gelirler, kurbanlar, adaklar getirip şenlik ederler.]

    yanılmıyorsam chronicledergisi.com diye bir yerden kaydetmiştim, artık bulamıyorum.

    (bkz: hacı bektaş veli/@ibisile)
    (bkz: sille)
hesabın var mı? giriş yap