• fritz lang'ın jean renoir yeniden çevrimlerinden biri, la chienne'in ki. la bete humaine' i de human desire ile yenilediydi yanılmıyorsam. scarlet street deyince dönüp bakılacak bir diğer film de the woman in the window'dur ki, cast olsun, troi muhabbeti olsun, kırkından sonra azmak olsun hemen hemen aynıdır. gündüz veznedar akşam ressam olan hassas ve nazik edward g. robinson'un, cici ve serseri hastası joan bennet'e aşık olması, joan'ın serseri ve paragöz aşkı dan duryea'nın da edward g. robinson'u manitası üzerinden sömürmesini anlatır. parasını aşırır, eserlerini satar falan filan.

    la chienne'nin yeniden çevrimi demiştik, bir ressamın oğlu olan renoir, ilk filmde bir sanatçının tutkularına ve (ürettiği)sanat eserlerinin metalaşmasına yenilmesini anlatıyordu. haliyle scarlet street de aynı yolda. eserleri başkasının imzasıyla, binlerce dolara satılırken fakirlik çeken lakin bunu hiç dert etmeyen bir adam edward. sadece iki şey yapmak istiyor: resim çizmek ve genç sevgilisiyle beraber olmak. bi süre de böyle devam ediyor. aslında win-win-win bi üçlü ilişki var ortada ama işte şirret sarışın'lar işi hep bozuyor. sanatçı da olsa adam erkek yahu. gururuyla oynamayacaksın.

    45 yapımı. lang'in hollywood işlerinde ilk dönemler hariç hep bi yavanlık var. ideolojik olarak sağlam filmler çekmiş olsa da zirve yaptığı the big heat bile sinema zevki açısında akranlarının yanında biraz sönük gelir bana. eh scarlet street de nasibini alıyor aynı hissiyattan. m'ye odaklan fritz.

    ukde.shocktheworld.
  • harika film noir. noir sevenler izlesin. fem fatal gibi fem fatal var filmde, böyle taşak geçeninden,gururla oynayanından, piç tercihi yapanından.

    johny, johny.

    lang abimiz gözüne sıkıştırdığı tek camlı gözlüğün hakkını veriyor.
  • edward g. robinson'ın sadece özdeşleştiği sert adam rollerinde değil, çeşitli diğer rollerde de ne kadar ustalaşabildiğini gösteren film. ayrıca tarihine kadarki olan film noir'ler arasında benim izlediğim en iyi filmdir. tüm zamanlar içinde de zirveye oynar.

    hikaye baştan tahmin edilebilir bilindik femme fatale ögeleriyle başlıyor ancak sonrasında mümkün oldukça tahmin edilebilirlikten uzaklaşıyor. biraz da orjinal hikayenin etkisiyle bir film noir'den pek de beklenmeyecek derinliğe sahip fritz lang'ın scarlet street'i. joan bennett her ne kadar tüm çekiciliği ile hafif meşrep karakterinin hakkını sonuna kadar verse de oyunculukta edward g. robinson ve dan duryea çok başka bu filmde.
  • orijinal filmi izlesem fritz lang'ın filmini bu denli beğenir miydim bilemiyorum. bu aralar lang'ın filmlerini izliyorum, bazı filmlerini pek sevemedim, human desire mesela. ama bu scarlet street filmini (yeniden çevrim) pek sevdim. lang'ın en iyi filmlerinden the woman in the window'u hatırlatıyor bazı açılardan. lang gene usta aktör edward g. robinson'la çalışmış. robinson gene 40'ından sonra azıp femme fatale bir kadının rüzgarına kapılıyor ve kandırılıyor. fakat ortak taraflar bunlarla sınırlı. anlaşılacağı üzere film mutsuz bir evliliği olan, bir bankanın veznedarı olan yaşlı chris'in çekici, çekici olduğu kadar dolandırıcı da olan bir kadına âşık olmasını, bu kadının chris'i dolandırmasını konu alıyor. çok iyi bir film noir. bir süredir çoğunlukla geceleyin geçen filmlerden sonra gündüz de geçen bir noir izlemek keyifliydi. robinson her zamanki gibi rolün hakkını vermiş. joan bennett femme fatale rolde epey eğlenmiş görünüyor, filmin en iyisiydi. onun sevgilisini oynayan oyuncu da iyiydi.

    spoiler

    yani şimdi dolandırıcılara kızmak istiyorsunuz. adama ve kadına. chris'in niyetini suistimal edip bin beş yüz dolarını kapıyorlar, yetmiyor ona ev tutturuyorlar. chris'in resimleri bir eleştirmenin dikkatini çekince o resimler üzerinden zenginleşiyorlar. chris ise memur hayatına, yabani karısıyla yaşamına devam edip dolandırıcı kadının kendisini sevdiğini sanıyor. işte, 40'lı yaşlarında bu denli saf olmayı başaran, her şeye anında inanan bir adamın dolandırılması şahsen pek kızdırmıyor. zira gözü açık olmak lazım. dolayısıyla dolandırıcılara pek kızamıyorsunuz. bir nevi çiftlik bank vakası.

    spoiler
  • filmi beğenemedim. başlayıp biteremediğim onlarca film arasına girmesin diye biraz dişimi sıkarak tamamladım. sonlara doğru bir hareketleme oldu ama yine klişe bir final yapmaktan kurtulamadı. filmin yeşilçam uyarlaması var mı bilmiyorum ama eğer yoksa yeşilçam müthiş bir senaryoyu kaçırmış. double indemnity filminden tanıdığım edward g robinson dan daha iyi bir performans bekliyordum açıkçası. kitty karakterinin maskülen tavırları da oldukça iticiydi. fritz langfilmi olmanın ekmeğini yiyerek imdbde 7.9 puan aldığını düşünüyorum. chris karakteri bana kürk mantolu madonna daki raif efendi karakterini anımsatmadı değil. bu kadar kötüleme üzerine filme dair en güzel detay olan şu repliği paylaşıp kaçayım:

    --- spoiler ---

    -bir resmi yapman ne kadar vakit alıyor?
    -bazen bir gün, bazense bir yıl. bunu bilemezsin, büyümesi lazım.
    -boyanın büyüyebildiğini bilmiyordum!
    -duygular büyür. bu en önemli şeydir, duygular. kendimi ele alırsam, kimse bana nasıl çizim yapacağımı öğretmedi. ben de etrafımda gördüğüm şeylerin bana hissettirdiklerinin etrafına bir çizgi çektim.
    -evet, anlıyorum.
    -bu aynı, aynı aşık olmak gibi sanırım. bilirsin.. önce birini görürsün, sonra içinde bir şeyler büyür de büyür... ta ki sen başka birini düşünemez duruma gelene kadar.
    -bu oldukça ilginç.
    -benim etrafımdakilere bakış şeklim, işte bu da sanatın ta kendisi. her resim, iyi ya da kötü bir aşk macerasıdır.
    -daha önce bu şekilde konuşan birine rast gelmemiştim.
    -şey...etrafta bu şekilde konuşulacak pek insan yok. bu yüzden de bunları kendine saklıyorsun. her şeyi bastırmış bir şekilde gezinip duruyorsun.

    --- spoiler ---
  • izlediğim en farklı edward g. robinson filmi.
  • edward g. robinson adlı aktörün ne kadar büyük bir sanatçı olduğuna bir kez daha şahitlik ettiğimiz fritz lang filmi. ancak film aynı yönetmenin çektiği the woman in the window filminin yanına bile yaklaşamaz. şimdiye kadar izlediğim en vasat noir örneğidir diyebilirim.
  • alman exprisyonizminden femme fatal bir aşk hikayesi. güzel bir kadının otoportresini yapar gibi film çekmiş, sinemanın renoire'ı olmak böyle bir şey. bu şiirselliği bir f. lang'ın bir de tarkovsky'nin filmlerinde çok net görebiliyorum. gördüklerinin etrafına çizgiler çekerek resim yapan başrol chris cross fritz lang'ın elleri...

    --- spoiler ---

    her resim, iyi ya da kötü bir aşk hikayesini anlatır...

    --- spoiler ---

    ben bu filmde izlenimci romantizmin( böyle bir şey yok ama aslında var gibi de ) bir adamın dudaklarından döküldüğünü, dibe vurduğunu gördüm:

    --- spoiler ---

    bir resmin bitmesi bazen 1 gün, bazen 1 sene sürer; duygular büyüdükçe büyür her resim, gecikir. tıpkı aşk gibidir...

    --- spoiler ---
  • edward g. robinson nasıl döktürmüş. yalnız joan bennett ne kadar güzel. siyah beyaz filmde mavi mavi bakıyor. "paint me" deyip ayağını uzatması da en iyi femme fatale sahnelerinde tepelere oynar. filmi çok beğenmedim ama. sonu iyiydi gerçi, karanlık bitti ki hele o yıllar için büyük bir şey bu.
  • georges de la fouchardière ve andré mouëzy-éon romanlarından uyarlama fritz lang yönetmenliğinde 1945 yapımı, film noir.
    edward g. robinson, joan bennett ve dan duryea gözlere ziyafet oyunculukları ile büyülüyorlar.

    imdb
hesabın var mı? giriş yap