• sefa pezevengi futbolcular klasmanında george best ve sergen yalçın gibi babaları aratmayacak bir ustadır robin friday. dengesiz, vahşi ve son derece şahsi. futbol hayatı batı londra’nın banliyölerinden acton’dan walthamstow avenue’ya, hayes’den de reading ve cardiff city gibi kulüplere uzanan bu üstün yetenekli ancak sağı solu belli olmayan leylek bacaklı zibidiyi saha kenarında görevli bir polise makarasına öpücük verdikten iki dakika sonra rakip takımdan bir futbolcunun şortunu indirirken görmek mümkün olmuştur.

    hayes’de oynadığı 1970'lerin başında takımının 10 kişi başladığı bir maça mahallenin pub'ında 3-5 pint birayı devirdikten sonra 10 dakika geç giren robin bey, büyük bir bölümünü sarhoş bir vaziyette sahanın dört bir yanında sendeleyerek geçirdiği maçın tek golünü atarak bu gölgede kalmış güney londra ekibinin gelmiş geçmiş en büyük kahramanı olmuştur. 1973’te transfer olduğu reading'de oynadığı 135 maçta 55 gol atmış, 1976’da bir başka dördüncü küme takımı tranmere rovers‘a karşı, topu yarı sahadan tek başına getirerek vole ile attığı gol ve ardından kaleciye çektiği hareket * ile sert kenar mahalle çocuğu futbolunun ne demek olduğunu, henüz george best’i tam olarak bağrına basamamış muhafazakar ingilizlere oturaklı bir biçimde göstermiştir.

    paul weller ve oasis’in kankası, mod futbol ve popüler kültür yazarı paolo hewitt’in kendisi ile ilgili yazdığı biyografiye the greatest footballer you never saw * adını adını vermesi bu bağlamda oldukça anlamlıdır. zira friday milli takımın da premiere league'in de dayanamayacağı kadar delibaştır, hatta aynı derecede aklıselimdir. 1990’da 38 yaşındayken alkolik olduğu halde yoksulluk içinde ölen gönül dostumuza, yakında memleketimizde ağırlayacağımız galler’in medar-ı iftiharları super furry animals, the man don’t give a fuck isimli ilk single'larını adamışlardır ki bu apayrı bir başlık konusudur; konsere sırf bunu dinlemek için bile gitmek farzdır. çalmayan toptur.

    (bkz: the man don’t give a fuck)
    (bkz: her entryi müziğe bağlama ekolü)
  • 1952-1990 yılları arasında yaşamış ingiliz futbolcu. efendim bugüne kadar bu ekşi sözlükte birçok topçu yazmış bendenizin tanımadığı bir isimdi bu. çok sevgili dostum eski yazarlarımızdan cosmo vitelli "abi, bir adam var demiş" ve kulaklarımı çekmişti. yıllardır tanıdığımız bay cosmo gidince, başlık öksüz kaldı diye içi ağlayan birkaç satır yazacak müsaadenizle.
    o aslında bir ikon futbolda. futbolun hem temizliğinin, fair playinin anlatıldığı günümüzde, ne yazık ki hatırlanmayan bir anti-kahraman belki de. evet siz george best masallarıyla mı büyüdünüz yoksa tıpkı benim gibi, işte friday en az bir best'tir fakat, georgie the best'tir.
    peygamberler kendi toprakları dışında da tanınırlar mı demişti romalılar bir zamanlar. bir latince söz vardı eskilerden şu an hafızamdan uçmuş olan. işte futbolun bir güzelliği olan friday, yapabileceklerinin çok azını yapmış yine de bir destan olmuştur ingiltere'de, en azından belli çevrelerde. super furry animals'ın the man don't give a fuck'ında kapak kızı olup v sign yapan bu adam peki kimdi?
    tamamen duygusal sebeplerle takım değiştiren yetenekli bir bızdıktı aslında. adamın, içkisi vardı, kadınları vardı arkadaşlar. haliyle paraya ihtiyacı vardı. daha çok parlamadan, bir gün bir maçı unuttu. pubda içkileri arka arkaya deviren kardeşimizi sahaya aldılar, işte mitos o gün başladı. sahada ayakta duramayan maçın tek golünü attı. hatta bazı iddialara göre, öyle bir gol attı ki o gün. bütün rakiplerini inci gibi ipe dizip boş kaleye girdi kimilerine göre, kimileri bildiğin bir gol attı dedi, büyütmeyin bu herzeyi dedi.
    reading'e transfer olduğu gün, ilk defa önüne ciddi yazılmış kâğıtlar konmuştu artık profesyoneldi çünkü. üç sezon kadar camiayı taşıdı bizim ufaklık. sahada döktürüyor, saha dışında dövdürüyordu. reading tarihinin en iyi adamı seçildi zira babadan oğula, kulaktan kulağa anlatılan bir efsanenin ta kendisiydi o. sahada bir yapsa, bin anlatılıyordu.
    tevatüre göre bir maçta kıçıyla kaldırdığı topu göğsüyle yumuşatmış, indirdiği topa bir bazuka çakmıştı. yazık ki görüntüsü yok derler yine bu pozisyon için. tabii şaşırmadık, başta dediğimiz gibi, ne de olsa friday mitosu almış başını bir kere, tutsan olmaz, bağlasan durmaz.
    bir gün mark lawrenson'a kafa çakan baba, en sonunda reading'i bırakıp cardiff mıntıkasına yola çıkmıştı. tren istasyonuna vardığında tutuklanmış lakin sonra salıverilmişti. çok da önemli değil galiba bilet almayı ihmal etmişti de kendisi. neyse efendim cardiff'te fena olmayan şeyler yaptıysa da, kısa bir süre sonra koptu futboldan.
    o bir maçta herkesleri çalımlayıp golünü atan, ardından sinirlenip rakibine kafa atan, kendisini zapt etmeye gelen polis memurunu öpen, bununla yetinmeyip rakiplerinin şortlarını indiren, ağza alınmayacak lafları çeşitli kulaklara fısıldamaktan imtina etmeyen, her türlü işaretle duygularını açıklayan bir adamdı. hiç kendine bakmadı, hep dolu yaşadı. bir gün ingiltere için oynamaktansa, başına buyruk takılmayı tercih etti. 38 yaşında kalbi londra'da durduğunda, zaman dondu onun için. reading taraftarının kalbinde yaşamaya ve yeni destanlar yaratmaya devam ediyor.
  • 22 aralık 1990'da, 38 yaşında, londra'da bir yerlerde kalp krizi sonucu hayata veda etmiş futbolcu.
  • kendisiyle ilgili olarak paul mcguigan ve paolo hewitt tarafından yazılmış the greatest footballer you never saw: the robin friday story isminde bir kitap bulunan futbolcu.
  • akıllara doğrudan bahtiyar yorulmaz'ı nam-ı diğer deli bahtiyar'ı getiren futbolcu. o bahtiyar ki, yiğidin malı meydanda olur önermesinin hakkını vererek mal varlığını tribünlerle paylaşmış bir futbolcudur. erasmus'un deliliğe övgü kitapçığının futbolcular için yapılanında robin friday'den sonraki sayfada yerini almalıdır.
  • "arizalarin efendisi bir adam: robin friday"

    http://vliegendenederlander.blogspot.com/…obin.html
hesabın var mı? giriş yap