• kieslowskinin ölümünden hemen sonra zbigniew preisner tarafından usta için beste edilen ağıt
  • boğazda bir düğüm. lugata bakın, preisner dinlerken ölüvermek deyimine, karşılıklarından biri olarak bu da sayılmıştır. taptığımız yönetmene ithaf edilmesi taçlandırmıştır gözümüzde albümü. içindeki iki adet lacrimosa ile kai kairos'a can kurbandır. lacrimosa'lardan requiem içindeki birinci baskısı vurursa da öldürmez. yoksa seni öldürmeyen şey güçlü kılar mı? o zaman ikinci versiyon fona konur, kesici delici aletlerden bir koşu uzaklaşılır. abartıyor muyum yoksa? siz elzbieta towarnicka ablamıza biraz kulak verin, ne demek istediğimi anlarsınız...
  • "lacrimosa dies illa,
    qua resurget ex favilla
    judicandus homo reus.
    huic ergo parce, deus:

    pie jesu domine,
    dona eis requiem."

    "lacrimosa"
  • şimdi sen öldün ve bir daha hiç olmayacaksın, öyle mi? sakladığım kartpostalları yazan ellerin toprağa karışmaya başlamıştır şimdi. sana ait eşyaları dağıtmışlar mıdır, bizdeki gibi, bana çok kötü gelen şeylerden biri, sanki izlerini silmek ister gibi ölümün.

    oysa ölümün izlerinin silinebileceğine inanmıyorum ben. hani hep kalbimde bir yerin olacağını söylerdim, o yer acıyor, sanki bir boşluk var da içinden rüzgar geçiyor gibi sızlıyor. hani dostumdun yaşadığımız sürece, o "yaşadığımız" kısmı bu kadar kısa olmayacaktı, hep "90 yaşında da böyle olacak mı" demez miydin, genlerinde uzun yaşamak yok muydu, insanların, 90 yaşında ölen arkadaşlarına "aramızdan genç yaşında ayrılan x..." diye verdikleri ölüm ilanlarını gösterip gülmez miydin? lanet kitaplar her derdin devasını iyimserlik olarak gösterirken bu kadar sahtekarlık yapmış olabilirler mi? tanıdığım en iyimser insandın. vücuduna yayılmış kanseri yenebileceğine inanacak kadar iyimserdin. ipe sapa gelmez dertlerimi dinleyip beni hayatın güzelliğine ikna edecek kadar iyimserdin. şımarıklıklarım için nasıl utanıyorum şimdi.

    sen öldüğünden beri seni düşünmemeye çalışıyorum. ya da ölümden sonra nereye gittiğini. eğer bir yere gittiysen ya da beni duyuyorsan bir işaret ver, diye kendi kendime konuştum bi kez. cennet diye bir yer varsa ordasındır eminim. (bunlara inanmadığım için hiç bu kadar üzülmemiştim.) ilk tanıştığımızda sana bir kadının ruhunu taşıdığını söylemiştim. sonra dedim ki, yok hayır, kadınlar romanlardaki gibi filan değiller, gayet de odun pek çoğu, sen daha çok bir meleğin ruhunu taşıyorsun. hepimiz mesela ahkam kesiyoruz, insanlara yardım etmek filan diyoruz ama geviş getirmekle yetinip gerçekte bir şey yapmıyoruz. sen yapıyordun. ardından bırakılan notları okurken çok ağladım çünkü, o kadar çok insan senin iyiliklerinden, nezaketinden, anlayışından bahsetmişti ki... sanırım gerçekten bir meleğin ruhunu taşıyordun, ve tanrı da bi süre sonra bunu fark etti.

    sen öldüğünden beri iyilerin gerçekten erken öldüğüne bir kez daha inandım. kendimi iyi filan gördüğümden de değil ama ölümden korktum. insan genç ölmeyi hiç tasarlamıyor, çocuklarımı büyütemeden ölmekten korktum. (sonra hiçbir şeye, onu kendimizle ilişkilendirmeden üzülemediğimizi fark edip kendimden utandım.) eve dönüp kızıma ve oğluma her sarıldığımda senin kızını düşünüp üzüldüm. iki yaşındaki o meleğe hak ettiklerini şimdi kim verecek, diye düşündüm. seni tanıyamayacak, hatırlayamayacak, ne kadar beklenmiş ve sevilmiş olduğunu bilemeyecek diye üzüldüm. hayat ne kadar narin diye düşündüm. ne kadar acımasız, adaletsiz, boktan, bir yandan da mucizevi... bu yaz tatilden döndüğümde nasılsın diye bir mesaj bırakmıştın, iyiyim, demiştim, tatilden sonra rüyalar ve gerçek çarpışıyor, kendi rutinime döndüm. olsun, diye cevap vermiştin, o rutinin kendisi de yaşamak için muhteşem bir şey... sen öldükten sonra bu sözünü hatırladım yeniden, gündelik hayatın, rutin dediğimiz şeyin, aslında nasıl dengeli ve mucizevi olduğunu düşündüm. kaybetmedikçe kıymeti anlaşılmayan cinsten. öte yandan sen ölmüştün ve dünya cidden adaletsiz bir yerdi.

    requiem for my friend'i preisner kieslowski için yazmıştı, bana sen dinletmiştin ilk, van den budenmayer'dan sen bahsetmiştin, bütün o müzikler senin için çalıyor şimdi.
  • dünyanın yedi harikasından biri olmasa da müzik tarihinin yedi harikasından beşincisi. bir ustanın, diğer bir usta için yazdığı muazzam eser.

    bu albüm herhangi bir yerde çalmaya başladığında kieslowski yerinden kalkar, varşova üzerinde bir tur atar, gömlek cebinden bir sigara yakar ve amerikanlara okkalı küfreder. sonra binoche'un gözleri dolar, irene jacob tebessüm eder.
  • dinlerken tüyleri ürperten bir ağıttır. tanrı zbigniew preisner, yakın dostu usta yönetmen krzysztof kieslowski'nin ölümünden sonra bestelemiştir.
  • (bkz: kai kairos)
  • bu albüm o kadar bütünlük içindeki baştan sona kadar dinlemeden bırakamıyorum. çok yaşa preisner!
hesabın var mı? giriş yap