• komsu evlerde oturan bu kisiler birbirlerine asik olurlar.aileleri evlenmelerine izin vermez,ve 2 sevgili bunun uzerine evden kacmaya karar verirler.ninos'un mezari yanindaki bi dut agacinin onunde bulusmak uzere sozlesirler.
    bulusma mekanina ilk gelen thisbe'dir,pyramus'u beklerken yakinlardan 1 yerlerden gelen bir aslan kukremesi duyar.agzi kanli disi bir aslan ansizin ortaya cikar ve thisbe panige kapilip olay yerinden hemen sivisir,kacarken de sirtindaki ortuyu dusurur.disi aslan yere dusmus ortuyu parcalar v ormana geri doner.
    sonra pyramus bulusma yerine gelir ve kanlar icinde yerde durmakta olan ortuyu gorur,thisbe'nin oldugunu sanar.sevgilisini koruyamamis olmanin uzuntusu yuregini burkar ve yakindaki 1 dut agacinin yanina gelip "simdi sen de benim kanimi iceceksin" der,ardindan da kinindan siyirdigi kilicini tum gucuyle kalbine saplar.beyaz renkli dutlar sicrayan kanla siyaha boyanir.
    mezarliga donen thisbe pyramus'la bulusacaklari yerin hemen yanindaki ak dut agacini arar,fakat bulamaz.kisa sure once aslanin saldirisina ugradigi yerde bir kara dut agaci vardir sadece.once afallar,fakat kara dut agacinin altina uzanmis yatan pyramus'u gorunce olup biteni 1cirpida kavrar.pyramus'u kollarina alir v uzun uzun oper.
    yasadigini umarak pyramus'a "ben geldim pyramus,ben;thisbe" diye seslenir.pyramus omrunde son kez gozkapaklarini aralar ve ardindan olum gelir.
    sonra thisbe pyramus'un kilicini alir ve asagidaki sozleri soyler:
    "benim icin oldurdun kendini,ama ben de cesurum,benim içim de askla dolu.ancak olum ayirabilirdi bizi;oysa simdi o birlestirecek." ve pyramus'un kani hala ustunde olan kilici kendine saplar.

    halk arasinda denir ki,tanrilar bu 2 asigin anisini surdurmek icin butun ulkelerde kara dut agaclarinin yetismelerini,yesermelerini saglarlar.
  • aşık olmanın extacy kadar sakat bir durum olduğunu kanıtlayan, özel bir mitolojik hikayedir.
  • shakespearein a midsummer nights dream isimli oyunundada bahsi geçer bu aşıkların..
  • piramos (pyramos) ve tisbe (thisbe). kraliçe semiramis'in çevresini tuğladan yapılmış surlarla çevirttiği babil kentinde birbirine bitişik iki evde komşu olarak yaşıyorlardı. piramos çok güzel bir delikanlıydı. tisbe'ye gelince bütün doğuda ondan güzel kız bulamazdınız. komşu oldukları için doğal olarak birbirlerini tanıyorlardı ve kısa zamanda da birbirlerine aşık oldular. aslında evlenmeleri gerekirdi, ne var ki anababaları buna izin vermiyordu. ama birbirlerini sevmelerine engel olamazlardı ve işte ikisi de birbirini çok, ama pek çok seviyorlardı. bu gizli sevdada onların yanlarında olacak kimseleri yoktu. birbirleriyle ancak baş, göz, el işaretleriyle konuşabiliyorlardı. ama duygularını gizlemeye çalıştıkça bu gizlenen duygular daha umutsuzca güçleniyordu.

    evlerini birleştiren duvarda evi yapan işçilerin bırakmış olduğu çatlak bir yer vardı. uzun yıllardan beri bu deliğin kimse ayırdına varmamıştı. ama aşk her şeyi görür, işte bunu ilk kez keşfeden ve birbirleriyle konuşmak için kullanan bu iki aşık genç oldu. hiç kimsenin haberi olmadan bu çatlak yerden birbirlerine sevgi sözleri fısıldıyorlardı. piramos duvarın bir yanında, tisbe de öbür yanında durup soluklarını, keserek birbirlerinin söylediklerini dinlerlerken kimi zaman şöyle söylenirlerdi: 'acımasız duvar! neden aşkımıza engel oluyorsun? birbirimize gerçekten kavuşmamız için hepten yok olmanı istemek çok şey olurdu belki ama hiç olmazsa biraz daha açılabilirsin, böylece biz de birbirimizi öpebiliriz. gene de sana minnet duyuyoruz. senin sayende sözlerimiz birbirimizin sevgi dolu kulaklarına erişebiliyor.

    işte boyle konuşurlardı. ikisi de duvarın öbür yuranda olmayı düşleyerek. gece olunca vedalaşırken öbür tarafa geçemeyen öpücükler kondururlardı duvara.

    ertesi gün şafak söküp yıldızlar yok olunca ve güneşin ışınları otların üstündeki çiğ tanelerini kurutunca gene biraraya gelirlerdi. hafif fısıltılarla önce durumlarından yakındılar. sonra birgün gecenin sessizliğinde karanlıktan yararlanıp görünmeden dışarıya çıkmaya karar verdiler. evlerinden çıkınca kenti de arkada bırakıp, tenha yerlerde dolaşmamak için ninos'un mezarı yanında buluşacak, oradaki ağacın gölgesine gizleneceklerdi. bu üstü karbeyazı meyvalarla dolu büyük bir dut ağacı idi yakınında da buz gibi suları olan bir çeşme vardı. buldukları bu çare çok hoşlarına gitti. akşamı iple çekmeye başladılar, gün bitmek bilmiyordu. ama sonunda güneş denizin sularına indi ve gece denizin içinden çıkarak geldi.

    karanlıkta tisbe ses çıkarmamaya özen göstererek kapıyı açtı ve dışarı çıktı. ev halkından kimse onu görmedi. yüzünü bir tülle örterek mezarın yanına geldi ve ağacın altına oturdu. sevgisi onu yüreklendiriyor, korkusunu dağıtıyordu. ama birden bir aslan göründü. herhalde daha yeni bir hayvanı paralamıştı, ağzı kanlıydı. ağacın yanındaki çeşmenin yalağından su içmeye gelmiş. babilli güzel tisbe aslanın geldiğini uzaktan ay ışığında gördü ve korkudan titreyerek kaçıp hemen oracıktaki karanlık bir mağaraya saklandı. ama kaçarken başına bağladığı tül kayıp düşmüş ve arkasında kalmıştı.

    vahşi aslan bol bol su içip susuzluğunu giderdikten sonra ormana dönmek için yola koyulunca tisbe'nin ince eşarbını gördü ve onu kanlı ağzıyla parçaladı.

    az sonra piramos geldi ve toprağın üstünde bir yaban hayvanına ait olduğunu hemen anladığı ayak izlerini gördü. yüzü bembeyaz kesildi derken kan lekeleriyle kirlenmiş eşarbı da bulunca şöyle bağırdı: "aynı gece iki sevgilinin de ölümünü görecek, ikimizden en uzun yaşaması gereken oydu, suçlu olan benim, zavallı sevgilim! seni yok eden ben oldum. çünkü geceleyin böyle tehlikeli bir yere gelmeni senden ben istedim ve buraya senden önce gelmedim. ey bu kayalıklarda yaşayan aslanlar! bedenimi parça parça edin. etimi korkunç çenelerinizle ısırıp paralayın.. ama yalnız korkaklar ölüm dilenirler."
    sonra tisbe'nin eşarbını atarak buluşmayı kararlaştırdıkları ağacın altına gitti. o kadar iyi tanıdığı eşarbı öperek uzun uzun ağladı. ve ona şoyle dedi: "şimdi benim kanımı da içmelisin." böyle diyerek yanında taşıdığı kılıcı hemen böğrüne sapladı ve geri çekti aldığı yarayla o anda öldü. yarasından fışkıran sıcak kanlar tüldeki dut ağacının beyaz meyvalarını boyadı. ağacın kökleri de kanı iyice içmişti . bunun sonucu olarak dut agacının meyvaları mor bir renk aldı.

    ..

    müzehher erim, mitolojiden masallar

    hikayenin devamını eserden okuyunuz.
  • bu efsanenin erkek kahramanı pyramus yada bir diğer ifadeyle pyramos; aynı zamanda ceyhan kentine ve ceyhan nehrine roma döneminde verilen addır. şu günlerde yönetmen muzaffer yüksel kaya tarafından ceyhan nehri civarında belgeseli çekilmektedir. (bkz:http://www.basakgazetesi.com/…ekimleri devam ediyor )
  • ...pyramus ve thisbe'nin aşklarının bu kadar tutkulu olması üzerine olympos ahalisi duruma müdahale eder..bu aşkı ölümsüzleştirmek için kara dut ağacını sevgililerin aşkına adarlar..pyramus'un kanını ağacın meyvelerine,thisbe'nin gözyaşlarını da ağacın yapraklarına verirler..o günden sonra kara dut ağacının çıkmayan lekesini ağacın yaprakları temizler (pyramus'un kanını thisbe'nin gözyaşlarının temizlemesi)..gerçekten elinize dut ağacının yaprağını alır ve lekeye tatbik ederseniz dut lekesinin inatçılığından eser kalmadığını,kolayca çıktığını görürsünüz..
  • cervantes'in don quijote'unda da yer alır bir sone ile bu aşıklar. don lorenzo, don quijote'un ricası ile okur şu soneyi;

    genç ve güzel kız yıkar,
    deler pyramus'u duymak için duvarı,
    görmek için o dar, inanılmaz yarığı
    ayrılır kıbrıs'tan aşk, yola çıkar.
    cesaret edemez ses, fısıldar,
    geçemez böyle dar bir boğazı,
    ama sevişir o delikte ruhları
    çünkü kolayca buluşur bütün aşıklar.
    dayanılmaz oldu arzu,
    çağırıyor kendi isteğiyle ölümü tedbirsiz bakire
    hele bakın şu hikayeye:
    ah ne tuhaf şey bu!
    öldürüyor, gizliyor, canlandırıyor ikisini de
    bir kılıç, bir mezar, bir hatıra tek bir hamlede.
  • bir netflix dizisi olan ''the oa''nin 2. sezon 4. bölümü ''syzygy''de, homer ve yassi'nin restoran sahnesindeki diyaloglarında geçen benzetme. değişik.
  • pyramus, kraliçe semiramis'in ülkesi babil'in en yakışıklı genci, thisbe ise en güzel kızıydı. birbirine komşu evlerde yaşayan bu iki genç birbirlerine aşık oldular ama aileleri evlenmelerine izin vermiyordu. ancak ailelerin bu itirazı gençlerin aşkının giderek büyümesine engel olamadı. çok geçmeden evlerini birleştiren ortak duvarda küçük bir çatlak olduğunu keşfettiler. onlardan başka hiç kimse duvardaki bu çatlağın farkında değildi. aşk neye kadir değildir ki! artık bu çatlaktan hiç değilse seslerini birbirlerine duyurabiliyorlar, sevgi dolu sözler fısıldıyorlardı. "acımasız duvar! bu iki aşığı neden ayırıyorsun? ama gene de sana nankörlük etmemeliyiz, hiç değilse birbirimize olan aşkımızı kelimelerle de olsa ifade etmemizi sana borçluyuz." diyorlardı. gece olup ayrılma vakti geldiğinde ise duvarın iki tarafında dudaklarını duvara dayayıp öyle vedalaşıyorlardı. bir sabah, şafak yıldızları ortadan kaldırıp güneş çimenlerin üzerindeki kırağıyı erittiğinde her zamanki yerlerinde buluştular. kötü talihlerine lanetler yağdırdıktan sonra ertesi gece, el ayak çekildikten sonra kimselere görünmeden evlerinden çıkıp buluşmaya karar verdiler. buluşacakları yeri surların dışındaki ninus'un türbesi olarak belirlediler. erken gelen pınarın yanındaki dut ağacının altında diğerini bekleyecekti.her konuda anlaşmışlar, ikisi de sabırsızlıkla güneşin sulara gömülmesini ve oradan gecenin yükselmesini beklemeye başlamışlardı. gece olduğunda önce thisbe, tanınmamak için başını kocaman bir atkıyla sardıktan sonra, ailesine görünmeden evden uzaklaştı ve türbenin olduğu yere gelerek kararlaştırdıkları gibi dut ağacının altına oturarak beklemeye başladı.

    o sırada gecenin koyu karanlığında, çenesinden süzülen kanlardan avdan döndüğü anlaşılan dişi bir aslanın, hararetini gidermek için pınara doğru geldiğini gördü. gördüğü manzaranın dehşetiyle kendini hemen yakındaki bir mağaraya attı. bu arada aceleden atkısını düşürdüğünü farkettiyse de aslana yem olmak korkusuyla geri dönemedi. aslan suyunu içtikten sonra ormana dönmek için yola koyulurken yerdeki atkıyı gördü ve kanlı ağzıyla yoklayıp didikledikten sonra yoluna devam etti. gecikmiş olmanın telaşıyla hızlı hızlı randevu yerine doğru yürüyen pyramus kumda aslanın ayakizlerini farkedince beti benzi attı. biraz ötede yerde duran kanlı atkıyı da görünce: "ah benim şanssız sevgilim, senin ölümüne ben sebep oldum. canımdan çok sevdiğim sen, aşkımızın ilk kurbanı sen oldun. arkandan geleceğim. bütün kabahat bende, seni böyle tehlikeli bir yere gönderdim ve seni korumak için senden evvel buraya gelmedim. hey, aslanlar! kayalıklardan çıkıp gelin ve bu suçlu bedeni dişlerinizle parçalayın!" diye bağırdı. yerdeki kanlı atkıyı alarak buluşacakları ağacın altına geldi ve onu gözyaşlarıyla ıslatarak öpmeye başladı. ardından "deseninde benim kanım da olacak" diyerek kılıcını çekti ve kalbine sapladı. yaradan fışkıran kanlar toprağa yayıldı, ağacın köklerine ulaşarak gövdesinden meyvesine yükseldi ve ağaçtaki beyaz dutları baştan aşağı kırmızıya boyadı.

    bu sırada, korkudan hala titreyen thisbe, sevgilisini hayal kırıklığına uğratmamak için usulca mağaradan dışarı çıktı. atlattığı tehlikeyi ona anlatmak için sabırsızlanıyordu. ağacın yanına geldi, ağaçtaki kırmızı dutları görünce bir an için yanlış yere geldiğini düşündü. böyle tereddüt içindeyken bir anda yerde can çekişmekte olan birisi olduğunu farketti. onun sevgilisi olduğunu görünce haykırmaya, dövünmeye başladı. onun cansız bedenini kucaklıyor, yaralarını gözyaşlarıyla yıkıyordu. "ah pyramus" diye haykırdı. "bu nasıl oldu? bana cevap ver. ben thisbe'yim, senin thisbe'n. bitanem, duy beni ve başını kaldır!" thisbe adını duyan pyramus birden gözlerini açtı ama sonra tekrar yumdu. bu sırada yerde kendi kanlı atkısını ve onun kılıcının kınında olmadığını gören thisbe "sen kendini vurdun ve bunu benim için yaptın. ben de cesurum ve aşkım da senin aşkın kadar güçlü. buna ben sebep olduğum için arkandan geleceğim. bizi ayırabilecek yegane şey olan ölüm arkandan gelmemi de engellemeyecektir. ve ey bizim kederli ailelerimiz, bu son ortak arzumuza karşı gelmeyin, aşk ve ölüm bizi birleştirdi, mezarımızı da tek yapın. ve sen ey ağaç, bu kıyımın izlerini sakın kaybetme, dutların kanımızın anısını hep taşısın." bunları söyledikten sonra kılıcı vargücüyle göğsüne sapladı. thisbe'nin ailesi onun son dileğini yerine getirdi, tabi tanrılar da. bedenleri tek bir mezara kondu ve o günden sonra dut ağacı, onların anısına, meyvalarını koyu kızıl renkte verdi...

    pyramus'un kanını ağacın meyvelerine, thisbe'nin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verirler (pyramus'un kanını thisbe'nin gözyaşları temizlemiştir). o günden sonra kara dut ağacının çıkmayan lekesini ise ağacın yaprakları temizlemektedir.
  • babilli iki genç, peşpeşe intihar ediyorlar. ailelerin karşı çıktığı aşk. pyramos (puramos) thisbe'yi aslan yedi sanıp kılıçla, thisbe de onun ölüsünü görüp onun kılıcıyla kendi canına kıyıyorlar. ilk kez söz eden metamorphoses'ta ovidius olmuş.

    (bkz: pyramus), thisbe
hesabın var mı? giriş yap