*

  • fenerbahçe'nin kurucularından. başkanlık da yapmıştı rahmetli. o olmasa da, kardeşiydi galatasaray ağlarına ziyadesiyle gol bırakan.
    (bkz: alaattin baydar)
  • 1924-1925 yıllarında fenerbahçe'de başkanlık yapmıştır. nail keçili'nin büyük dedesidir. halk partilidir ayrıca.
  • fenerbahçe'mizin kurucularından değildir. nasuhi bey, uzun bir zaman önce verdiği röportajda; ilk fenerbahçe takımında forma giydiğinde daha st. joseph lisesi 2. sınıf öğrencisi bir çocuktur. fenerbahçe kulübü ise ondan önce kurulmuştu.

    "ertesi gün mektepte*, sınıf arkadaşım şefkati*’ye bir kulübe girmek konusundaki arzumdan bahsettim. türkçe hocamız enver bey**’in oluşturmak istediği kulübe benim de katılabileceğimi söyledi. yeni kulübe girmek isteyenlerin pazar günü moda’dan sandallarla fenerbahçe’ye giderek futbol oynamaları gerekiyordu.
    pazarı iple çektim. nihayet o gün geldi. kararlaştırılan saatte moda iskelesi önünde birleştik.

    enver bey*, benimle şefkati*’yi kulübün reisi (başkanı) durumunda bulunan ziya (songülen) bey**’le tanıştırdı. ingiliz mürebbiyeleri tarafından yetiştirilen ve ingiltere’den henüz dönen ziya bey’in, elimi sıktığı zaman hissettiğim acı parmaklarımda, aynı tazeliğiyle hala mevcuttur. bu bir el sıkmak değil, parmak kırmaktı.
    fenerbahçe’ye geldik. orada kulübün diğer azalarını bulduk. * futbol takımı’nın ilk kadrosu şöyle idi: asaf*- necip* - ziya* - hasan* - büyük hassan* - sabri - nasuhi * - şefkati * - galip* - hüseyin* - hayri.

    fenerbahçe futbol kulübü, işte bu fenerbahçe gezintileri esnasında – o zamanlar cemiyet kurmak yasak olduğundan – gayriresmi bir şekilde kuruldu. nurizade ziya bey tarafından ingiltere’den getirilen ilk formalar “sarı-beyaz” renkte ve önü ile kolları düğmeli geniş gömleklerdi.

    ilk futbol dersini galip*’ten aldım. bu ders, topa kuvvetli vurmanın kuralları ile ilgiliydi. fakat yanlış hatırlamıyorsam ayağı içeri kıvırarak topu bilekle ayağın üstüne yerleştirmek suretiyle şut çekmekten ibaret olan galip’in tarzını – şutları fevkalade olmakla beraber – kendisinden başkası uygulayamamıştır.

    fenerbahçe’ye katılanlardan elkatipzade mustafa ve hamdan, ayetullah beylerle kulüp biraz daha kuvvet bulduğu için hazırlık maçlarına başlanıldı.

    bu karşılaşmalar bazen yoğurtçu deresi’nin solundaki “kördere” çayırında, bazen kurbağalı kenarındaki “kemikçi” çayırında, genellikle meşhur “kuşdili” çayırında ve en çok da bugünkü “fenerbahçe stadı”nın bulunduğu yer olan “papazın çayırı”nda yapılırdı.

    özellikle hasan, hüseyin ve galip gibi o zamanın en iyi futbolcularını kadrosuna almayı başaran fenerbahçe herhalde kadıköy’deki sporcu gençliğinde çok şiddetli bir kulüp ihtiyacını karşılamakta ve ihtiyacı tatmin edebilecek bir kulüp mahiyeti arzetmekte olduğundandır ki her taraftan katılma başvuruları gelmeye başladı.

    kulübün ilk günlerinde katılanlar arasında – daha sonra ortadan kayboldular – fethi ve irfan beyler de vardı. bu iki arkadaş, hasan, hüseyin ve galip’ten sonra o devrin en iyi futbolcularından oldukları için şefkati, mustafa hamdan, ikinci hasan ve ben gibi gençler zaman zaman yedeğe alınır ve maçların seyircisi durumunda kalırdık. o zaman takım gereğine göre şu şekilleri alırdı: asaf (ayetullah) - ziya - necip - irfan (hasan) - büyük hasan - sabri (hamdan) - fethi (nasuhi) - şefkati (elkatip mustafa) - galip - hüseyin - hayri.

    kulüp reisi ziya bey, bazı ingiliz sportmenleriyle birleşerek “papazın çayırı”nı, uzun süreli bir sözleşme ile hazinei hassa’dan kiralayarak “union club” sahasını meydana getirmeye başladığından antrenmanlarımızı hep burada yapıyorduk. bir gün veznedar necip bey, çok önemli ve gizli bir açıklamada bulunacağını gösteren bir tavırla hepimizi bir köşeye çekerek siyasi vaziyette bazı gerginlikler olduğundan bahsetti ve “cemiyet kurduğumuzu ima dahi etmeyecek surette” her türlü belgeyi ve para makbuzlarını imha etmemizi tembih etti. iki gün sonra da meşrutiyet ilan olundu.

    meşrutiyet yönetiminin ilk işi “cemiyetler kanunu”nu tanzim ve bir gecede mantar gibi türeyen cemiyetleri tescil etmek olmuştu. “fenerbahçe kulübü” de bu karmaşada resmen oluşturulan ilk kulüp oldu.

    oysa ki varlıklarıyla övünüp durduğumuz hasan ile hüseyin, lig maçlarının başlaması yaklaşırken eski kulüpleri olan kadıköy’e geri dönmüşler, fenerbahçe’yi çocuk denecek yaştaki bir takım gençlerden kurulu zayıf bir takımla bırakmışlardı.

    bu zayıf takım, artık resmi bir kulüp olduğunu düşünerek lig maçlarına katılmayı bir onur meselesi olarak kabul etti. fakat müsabakalara giren 6 takım arasında tecrübesizlikten sonuncu oldu.

    bu sonuç karşısında kulübün kurucularından ziya, necip, hasan ve asaf beyler çekildiler. takım, hiçbir zaman onbir kişiye tamamlanamayan çok dar bir arkadaşlık çemberi haline geldi. kulüp binası yoktu. moda ve cevizlik civarında oturan arkadaşlardan ayetullah, hakkı saffet, galip beylerin evleriyle bizim evde toplanır ve ortaklaşa aldığımız gevrekleri ev sahibinin hazırladığı çayla yiyerek hep futboldan ve futbolculardan bahsederdik. bilirdik ki düzenli bir kulüp binasına sahip olmamızın imkanı yoktur. bu konuyu açanları çok hayalperest bulur ve hemen sözünü keserek kendisini gerçeği görmeye davet ederdik.

    bir bina kiralamak için hiç olmazsa ayda 10 lira lazımdı. kulübe perde, tül gibi mefruşat lazımdı. hademeden vazgeçtik, fakat silip süpürmek, lambasını her akşam yakmak için masraf yapmak lazımdı, lazımdı, lazımdı...

    oysa ki bizim top almak, eskiyen formalarımızı yenilemek için bile paramız yoktu. sonra, bir futbol takımı onbir kişiden oluşıyorken biz on kişiydik...

    çoğalarak üyelerimizi de arttırmak için çareler ararken “üsküdar futbol kulübü” ile birleme teklifi aldık. o dönemin yaygın görüşü “birleşmek kuvvettir” idi. biz de bu inanca uyduk ve üsküdar kulübüyle birleştik. iyi hatırlayabiliyorsam bizimle birleşen şahıslar arasında şimdi “felek” namı altında yüksek mizah yapan atletizm federasyonu başkanı burhanettin bey’de vardı.

    bu yeni arkadaşlarla birkaç antrenman yaptık ve bir gün yeni yönetim kurulunu oluşturmak üzere “mühürdar” gazinosunda toplandık. amaç, birleşmenin genel şekliyle gerçekleşmişti. bu şartlarda üsküdarlılardan bir kaçını yönetici olarak seçmek ve tüzüğü oluşturacak ayrıntıları belirlemekti. fakat daha toplantı başlarken fenerbahçelilerin bir arada, üsküdarlıların da ayrı bir grup halinde oturmaları gösterdi ki birleşme belki arzu ediliyor, fakat samimi değildir. nitekim bize katılan arkadaşlar önce kulüp isminin “üsküdar-fenerbahçe” olmazsa “fenerbahçe-üsküdar” şeklinde değiştirilmesini teklif ettiler. birleşmek arzusu kendi taraflarından geldiğine göre “fenerbahçe” namının değiştirilmesine gerek olmadığı cevabı verildi. o halde isimleri büsbütün değiştirelim dediler ve kadıköy ile üsküdar belediyelerinde ne kadar tanınmış semt ismi varsa saydılar, aynı cevabı verdik.

    o zaman yönetim kurulu üyelerinin sayısı ile beş veya yedi üyeden kaçının fenerbahçe’den ve kaçının üsküdar’dan olacağı görüşülmek istendi. en tehlikeli konuya temas edilmiş ve pürüzlü görüşmelerin kötü sonuçlar vemesine imkan bırakmamak zamanı artık gelmişti.

    zira, bu iki karanlık nokta halledilmezse – üsküdarlılar bizden kalabalık oldukları için – öyle bir dayatma meydana gelirdi ki fenerbahçe futbol kulübü’nün varlığından vaz geçtik, fakat o küçücük varlığı bir iki seneden beri beslemiş olan kuvvetli samimiyet ve dostluk da kaybolur, giderdi.

    bununla birlikte, üsküdarlı arkadaşlardan isteklerinin ne olduğunu açıkça söylemelerini talep ettik. amaçları fenerbahçe’yi yok etmek miydi? ya da haklı görünüp, birleşme arzusunu geri çektikten sonra üsküdar kulübüne fener’in birkaç oyuncusunu almak için bir oyun mu oynuyorlardı?

    fenerbahçeliler arasında birkaç hukuk talebesi vardı ki henüz tam öğrenemedikleri hukuk ilminin cemiyetlere, toplantılara, görüşme ve katılımlara dair ne kadar kuralı varsa bunları öne sürerek haklılıklarını ispat etmek istediler.

    fenerbahçe’nin o zamanki reisi ayetullah bey’di. ayetullah bey, fransız okullarında okumuş ve hep yabancı çevrelerde yaşamış olduğu için türkçeyi hakkıyla konuşamazdı. hukukçuların mesleki ve karışık açıklamaları karşısında bunalıp aynı dille cevap vermekten aciz kalınca ayağa kalktı ve “fenerbahçe’nin idare hey’eti eskisi gibi kalacak, siz de bizlere tabi olacaksınız” hükmünü bildirdi. bu sert çıkış karşısında biz şaşırıp birbirimize bakmaya başladık. üsküdarlılardan biri:

    “fenerbahçeli arkadaşlar kararlarını açıklamamışken reis beyin hangi hakka dayanarak idare hey’etinin değiştirilemeyeceğini bu kadar kat’iyetle beyana cesaret ettiğini” bizlere dönerek ve şaşkınlığımızdan faydalanarak sordu.

    ayetullah, şu cevabı verdi:

    - fransa kralı xıv. lui “l’etat, c’est moi” dermiş. ben de “fenerbahçe ben’im” diyorum.

    fenerbahçe’nin varlığını bu kadar şiddetle koruyan ayetullah bey’i hukuk kurallarına feda edemezdik. fakat, bir de görüşme adabı vardı; sekiz on kişi görüşlerini söylememişken reisin dediğim dedik bir hükümdar gibi müzakereyi kesivermesi – hiç olmazsa – ayıptı. bizler, bu düşünce içinde şaşkın ve kararsız iken üsküdarlılar aynı tavırla hep birden ayağa kalktılar ve gazinoyu terk ettiler. birleşme sonuçsuz kalmıştı.

    üsküdarlılar biraz daha sabretselerdi ruhlarımızdaki ani krizden yararlanarak belki muratlarına ermiş olacaklardı. fakat fenerbahçe de üsküdar kulübü gibi “fındıklı meclisi meb’usanına” has ilmi tartışmalar arasında çoktan maziye karışmış bulunacaktı.

    fenerbahçe’yi bu vartadan kurtarmış olan merhum ayetullah bey’in hatırasını her fenerbahçeli rahmetle yadetmelidir.

    gene eski tas, eski hamam... evlerde toplanıyorduk. yalnız üsküdarlılardan bize yahya bey kalmıştı. bu arkadaş birkaç zaman sonra bizim evin yanındaki ceviz ağacının altında bir akşamüstü bana tevfik bey’i tanıttı. diğer bir gün kuşdili çayırında antrenman yaparken sait selahattin bey’le tanıştık. mustafa (elkatipzade) bey, sait bey’in ince oyununu beğenerek kendisini kulübe kaydettirdi. sait bey, nuri bey’i fenerbahçe’ye getirdi. onu kemal bey takip etti. kemal bey, mühendis mektebi talebesiydi. birkaç zaman sonra da arif bey’in fenerbahçe’ye katılmasını sağladı. hasan kamil (sporel) bey’de bu sırada fener’e katıldı.

    artık epeyce kalabalıktık. hepimiz aynı semtte oturduğumuz ve çok sıkı arkadaş olduğumuz için akşamları mutlaka bir evde toplanıyor ve birbirimizden vazgeçemediğimiz için de hangimizin evinde toplansak – çay, şeker, gevrek gibi malzemeyi sağlamakla beraber – ev sahibi için gene yük oluyorduk.
  • fenerbahçe'nin kuruluşu hakkında; 1913 yılında türk tarihinin ilk spor dergisi niteliğini taşıyan idman dergisi'nde bir makalesi bulunan fenerbahçe futbol takımının ilk kadrosundaki oyunculardan olan merhum şahıs. kendisi de; ilk fenerbahçeliler gibi saint joseph lisesi'nde bu kervana* katılmıştır. zira, fenerbahçe'nin kuruluşunu da detaylarıyla anlatmaktadır. buyurunuz:

    --- spoiler ---

    1323 (rumi 1907) senesinde frerler (saint joseph lisesi) mektebi türkçe muallimi ve elyevm rüsumat müfettişi bulunan enver (yetiker) bey, talebe-i kadimesinden beş altı futbolcu genci bir araya toplayarak bir kulüp tesis etmek arzusunda bulunduğunu bildirmişti. bu fikre bütün arkadaşları iştirak ederek akşamları moda* çayırında idman yapmaya başlamışlardı. altı kişilik futbol takımı olmazsa da enver bey* ve arkadaşları teşkil ettikleri heyete bir isim vermeyi unutmamışlar, o zaman hiçbir fikr-i siyasiye hamil -2. abdülhamit dönemindeki istibdattan ötürü siyasi isimlerden kaçınıyorlar- edilmemesi için fenerbahçe namını bulmuşlardı. fenerbahçe o zamandan itibaren idmanlarına germi verdi, bu cihetle dört beş ay zarfında azasının adedini yirmiye iblağ etti. biraz sonra enver bey* reis-i fahri mevkiinden çekildi. kulübün yed-i idaresi müteşebbis, faal olan nurizade ziya (songülen) bey'e tevdi edildi. reis bulunduğu müddet zarfında kulübün gösterdiği faaliyet şayan-ı takdir bir dereceye yaklaştı. kulüp istanbul'un en kuvvetli timlerinden oldu. ziya bey faaliyetinin yalnız reisi bulunduğu kulübe münhasır kalmasını ve yalnız fenerbahçe'nin terakki edip diğerlerinin mahrum-u tekmil bulunmasını istemiyordu. binaenaleyh futbolun daha büyük bir mikyasta ilerlemesi için birkaç türk ve ingiliz arkadaşıyla teşrik-i mesai ederek kadıköy'deki union kulüp'ün teşkiline sai etti ve meramında muvaffak oldu. union kulüp inşa edildikten sonra fenerbahçe her sene istanbul kulüplerinin içtimasından hasıl olan lig heyetine dahil oldu. fakat o sırada hasan ve hüseyin* beyler kadıköy'e*, mösyö armitage** da galatasaray'a dahil oldu. kulüp en fazla güvendiği azasını kaybedince mağlubiyet de bittabî baş gösterdi ve hemen hemen her müsabaka kaybedilmeye başlandı. sene nihayetinde fenerbahçe lige dahil bulunan kulüplerin sonuncusu idi. kulübün bekasından ümitvar olamayan rüesa birer mazeret ile kulübü terk ettiler. kulübün idaresi en büyüğü on dokuz yaşını tecavüz edemeyen on beş gence kaldı. bu gençler yorulmak bilmez bir faaliyetle çalışmamış olsaydılar, ne 1912 şampiyonluğu bir türk kulübünde kalacak, ne de halen mevcudiyetleri ile terbiye-i bedeniye sahasını tezyin eden heyetler, cemiyetler bu kadar müşaşa bir hayata sahip olacaklardı. halbuki fenerbahçe birinci sene-i hayatında mağlup oldu; ikinci, üçüncü, dördüncü hatta beşinci sene dahi sonunculuğu muhafaza etti, fakat bununla maneviyatı münkesir olmadı. yenildi, fakat istiklalini muhafaza etti. yenilmemeyi arzu etti; mesela kadıköy kulübü'yle* *birleşti, üsküdar kulübü'yle* teşrik-i mesai etti. fakat bunlardan mesalikine mugayir bir fikir -velev ki ehemmiyetten ari olsun- telakki edince birinciliğe, şampiyonluğa bilatereddüt veda etti. galibiyet maddiyattan ziyade azası beyanındaki mücanesetin maneviyattan, arkadaş hatta kardeşçe bir rabıtadan mütevellit olmasını özledi. hüsnüniyet ve ikdamının mükafatını gördü. tevfik (haccar taşçı) bey'in taht-ı riyasetinde iken geçen sene şampiyonluğu kazandı. mevcudiyetini dostlarına da düşmanlarına da gösterdi. her hususta halkın muhabbetine, sportsmenlerin teşvik ve tergibine mazhar oldu. ismini "fenerbahçe futbol kulübü" iken "fenerbahçe spor kulübü"ne tahvil etti. ve böylece terbiye-i bedeniyenin aksam-ı mühimmesini programına ithal etmiş bulundu. timlerinin adedini tezyid ederek; on dört ile on sekiz yaşlarındaki gençler için bir ikinci tim ve on ile on dört arasındaki çocuklar için de üçüncü ve dördüncü timlerini teşkil etti. hokey, tenis, kriket, av, waterpolo, kürek, çocuklar için "keşşaf yoldaşlığı" şuabatını, temin ettikleri faide-i adideye, mebni nizamnamesine ithalde hiçbir mahzur görmedi. ahaliden daha fazla rağbet ve evliyay-ı umur daha fazla teşvik gördükçe terakki ve tealisi de daha büyük bir nispette olacaktır.

    mehmet nasuhi (1913)

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap