• (mutasarrıf) tasarrufeden, tutumlu kullanan, müsrif karşıtı.

    (bkz: sarf) (bkz: israf)
  • tanzimat sonrasında, osmanlılarda bir sancağın* kaza ile vilayet arasındaki bölümün en yetkili idare amiri, yöneticisi..
  • bireysel mülkiyet kavramı ortaya çıkmadan önce bir toprağı ekip biçen ve vergisini veren kişiye verilen isim.
    19. yüzyılda osmanlı yargısının bir içtihatıyla "mutasarrıf" sıfatı "malik" sıfatına dönüştürülmüştür.
    (bkz: mülkiyet)
  • (bkz: tasarruf)

    sarf etmekten gelen anlamıyla yetki anlamı karışabilen bir kavram olan tasarruf'u yapan / tasarruf'u haiz olan kişi
  • reşat nuri güntekin romanlarıyla belleğimde yer etmiş sözcük. acımak , yaprak dökümü gibi romanlardan öğrenilmiştir.
  • urfa mutasarrıfı nusret bey en ünlülerindendir.

    (bkz: yanyalı nusret bey)
  • fiili kullanımında bulundurdukları şey hakkında tasarrufta bulunabilen, ondan faydalanabilenler.
  • osmanlı devletinde bir idari birim yöneticisi. mutasarrıflıklar 19. yüzyıla ait idari birimlerdir ve aslında normal devlet hiyerarşisinin biraz dışındadırlar.

    şöyle izah edeyim, osmanlı'da en küçük idari birim o zamanlarda da köydü. köyün biraz büyüğüne nahiye deniyordu ki günümüzdeki karşılığı beldedir. nahiyelere müdür atanırdı.

    günümüzde ilçe olarak adlandırdığımız yerler ise bugün hala günlük hayatta kullanılan kaza tabiri ile anılmaktaydı. kaza, kadıdan türemiş bir kelimedir. bugün il olan yerler, sancak (liva) olarak anılırdı. bugün çoğu büyükşehir olan kentler ise aslında birkaç sancağın da bağlı olduğu vilayetlerdi.

    hiyerarşik olarak köyler nahiyelere, nahiyeler kazalara, kazalar sancaklara, sancaklar ise vilayetlere bağlıydı.

    işte burada mutasarrıflıklar bu hiyerarşinin dışına çıkmaktadır. normal hiyerarşide mutasarrıf diye bir birim yoktur. ancak osmanlı'nın mutasarrıflıkları oluşturma nedeni şudur, tek başına vilayet olamayacak kadar küçük ama sancak olamayacak kadar büyük yerleşim merkezlerini özel bir yöntemle idare etmek.

    mutasarrıflar teknik olarak merkeze doğrudan bağlıydılar. emirlerini sancak beyleri gibi vilayet merkezinden değil istanbul'dan alırlardı. kendilerine ait özel tahsis edilmiş bütçeleri ödenekleri vardı. ancak bir mutasarrıflık yine de bazı hususlarda vilayetin denetimindeydi.

    şöyle söylemek herhalde doğru olur, mutasarrıflar valiye bağlı değildiler, ama ona karşı sorumluydular.

    mesela kastamonu osmanlı'da bir vilayetti. sinop, çankırı, bartın, bolu gibi sancaklar doğrudan kastamonu vilayetine bağlıydılar. ama izmit bir mutasarrıflıktı. izmit mutasarrıfılığı kastamonu vilayetinin bir parçası sayılmakla beraber, özel durumlar dışında emir aldığı makam, kastamonu valisi değil, başkent istanbul'du.
  • sözlükte, “tasarruf eden, kendinde kullanma hakkı ve selahiyeti bulunan” anlamlarına gelen mutasarrıf, bir görevin yanında ek olarak bir sancağı yöneten veya herhangi bir görevi olmadan yalnızca bir sancağı “ber-vech-i arpalık” olarak idare eden veyahutta bir görevi olsun veya olmasın bir veya birden fazla sancakla birleştirilen bir sancak yönetimini üstlenen, genellikle de vezir rütbesine sahip olan paşalara denilmekte idi.
    eyalet yönetiminde vali ile aynı yetkiye sahip olan bu yöneticilerin valilerden tek farkı genellikle tasarrufları altında olan sancak veya sancaklardan birisini merkez seçerek orada ikamet etmemeleri idi.

    mutasarrıf, padişahın emri ile atanırdı. atama emirlerinin hepsinde atanacak kişilerin “yarar ve kârgüzâr, her vechile müstahak-ı inâyet ve hakkında mezid-i inâyet-i re’fet-i seniyye-i pâdişâhâne” nin hâsıl olmasının gerekliliği vurgulanmaktaydı.
    xvıı. yüzyıldan itibaren timar sisteminin bozulup yerini iltizam yönetimine bırakması yanısıra vezir rütbesini taşıyan kimselerin artması, bu kişiler için ünvanlarına uygun görevlerin bulunmamasına yol açmıştı. bu vesile ile daha önce ulema sınıfı için uygulanan “arpalık” sistemine yönetimde de yer verilmiş, vali olması gerekirken boş eyalet bulunmadığı için atanamayan görevlilere sancak idaresi daha önce de ifade edildiği üzere bazan muhafızlık şartıyla, bazan yürütülen bir göreve ek olarak bazan da ya tek başına ya da birden fazla sancakla birleştirilerek genellikle “ber-veçh-i arpalık” şartıyla vezir rütbeli paşalara tevcih olunmuştur.

    mutasarrıfların görevleri,
    • mutasarrıflar, harp zamanında sefere çıktıklarında maiyyetlerindeki askerleri ile beraber savaşa iştirak etmek.
    • görev mahalli içerisindeki halkın güvenliğini sağlamak.
    • tayin ettiği mübaşirler vasıtasıyla suçluların ve şikayet edilen kişilerin “divan”a çıkarılmasını temin etmek.
    • gerektiğinde şehirde bulunan bazı dini ve sosyal yapıların, su yollarının tamir ettirilmesi.
    • herhangi bir tabii afet anında halkın ihtiyacı olan temel gıda maddelerinin temin edilmesi.
    • sancak içerisinde ihtiyaç duyulan görevlilerin atanması veya merkezden atanmaları için takrir yazılması.
    • narh verilmesi gibi idarî, askerî, ekonomik ve sosyal nitelikli görevleri ifa etmekteydiler.

    mutasarrıflar, tayin edildikleri yerlere gelirlerken, sefere gidip- dönerlerken veya eşkiyayı bertaraf etmek üzere herhangi bir bölgeye geçerlerken güzergah üzerindeki yerlerin yöneticilerine “buyuruldu” göndererek maiyyetinde bulundurduğu “kapı halkı”nın yiyecek, içecek, münâkale ve konaklama gibi ihtiyaçlarının temin edilmesini talep etmekteydiler. sicillerde “zahire buyuruldusu” olarak isimlendirilen bu belgelerde mutasarrıfın maiyyetinin 3 günlük ihtiyacı olan zahirenin tür ve miktarları önceden belirlenmekte ve bölgeye intikal edilmeden önce bu zahirenin zaman geçirilmeden tedarik edilmesi ilgili yöneticilerden istenmektedir.
    her eyaletin ve vilayetin valisine ve mutasarrıfına ait olan gelirleri, zaman zaman, yer yer değişmekte, hiç birisinin geliri ötekinin gelirine tam tamına eşit olmamaktaydı.
    normalde bir yıllık bir süre için göreve atandıkları halde, çok kısa bir süre içerisinde yerleri değiştirilen ya da açığa alınan mutasarrıflar, “atama bahşişi”, “hediye”, “sarraf ücreti”, “kapı kethüdası ücreti” gibi masrafları, kendilerine tahsis edilmiş olan eyaletin yasal vergileri ile karşılayamadıkları için çeşitli bahanelerle yeni vergiler ihdas ederek halktan yasal olmayan gelirler temin ediyorlardı. bir başka ifade ile, görev yerlerinde çok az bir süre kalacak olan ve ellerinde eskisi gibi kuvvet ve servet bulunmayan mutasarrıfların bu usulsüz davranışları, bozulmuş olan düzende, sürekli, güvenli bir göreve sahip olamayışlarından, görev yerlerinde kısa bir süre kalmak mecburiyetinde olmalarından, masrafları için fazla paraya ihtiyaç duymalarından kaynaklanıyordu.

    mutasarrıfların, bölgelerinde güvenlik ve asayişi sağlamada görevli olan kapı halkının masraflarının temini için tahsis edilen “imdâd-ı hazeriyye” “imdâd-ı seferiyye” gibi yasal vergilerin haricinde, görev yerlerine ya da sefere giderlerken uğradıkları yerlerde “zahire paha”, “mürûriyye”, “teftişiyye” vs. isimlerle karşılığını ödemeden halktan yem, yiyecek vs. talep etmemeleri hususunda defaatle yayınlanan hatt-ı hümayun’lara rağmen bu tür teamüllerin daha sonraki dönemlerde de devam ettiğini belgelerden tespit edebilmekteyiz
hesabın var mı? giriş yap