• kendine filozof diyen bazı lüzumsuz varlıkların kelimenin tam anlamıyla götlerinden uydurup, sonra "aa harbi lan, niye öyle oluyo, neyiz biz, nerdeyiz" tribine girmelerini sağlayan bir önerme.

    ben "x durumu geçerlidir" dersem mantıklıymış, ben "x durumunun geçerli olduğuna inanmıyorum" dersem de mantıklıymış da; neden ikisini de bir arada söylersem absürd oluyormuş? halbuki iki önerme kendi içinde makul olabilirmiş de, neden "x durumu geçerlidir ama ben buna inanmıyorum" dersem absürd bir ifade halini alıyormuş? paradoksmuş. ba ba ba.

    sen bunu söylerken bir beynin olduğunu varsayıyorduk biz, ondan olabilir mi acaba? sen x'in mevcut olduğunu bilebilirsin. yahut (bak iyi dinle, yahut diyorum) x'in mevcut olup olmadığı konusunda somut bir bilgin yoktur, x'in mevcut olduğunda inanmayabilirsin. ama sen x'in hem mevcut olduğunu (yani bunu kesin olarak bildiğini) hem de buna inanmadığını (inanmak ne mna koim) söylersen, biz buna absürd demeyiz, dingil deriz. sen kendinin dingil olduğuna inanmadığını söylersen şunu deriz: "o dingil ama buna inanmıyor." bu ise senin dingilliğini kabul etmemenden ileri gelebilir, dingil olduğunu bilip itiraf edememenden ileri gelebilir, yalan söylemenden ileri gelebilir... birçok sebebi olabilir. o yüzden "o dingil ama buna inanmıyor" dediğimde kulağa absürd/mantıksız/neyarraamsa gelmeyebilir. ama hem x'i bilip hem buna inanmamak, "2+2=4'tür ama belki de 7'dir" demek kadar beyinsizce, dangalakça ve anlamsızca olmasından mütevellit, "filozoflar vardır, göt de vardır; o zaman filozoflar göttür" önermesini sizlere armağan ediyorum.

    felsefe illa bişeyleri götünden uydurup soru yaratmaya çalışmak değildir olm, yanlış gelmişsiniz siz. gidin biraz farklı disiplinlerden yararlanın, hayata bakışınız azıcık değişsin. daha önemli paradokslar var bu evrende. olmadı çiçekleri filan sulayın, çöpleri geri dönüşüme verin, bi işe yarayın. ne lan bu.
  • wittgenstein bir akşam bir kokteylde moore'un ortaya attığı pek derin bir sezgi gerektiren bu paradoksu duyar. o kadar etkilenir ki, moore'a da nedense pek saygı duymadığından gecenin bir vakti evine gidip adamı uyandırıp meseleyi uzun uzadıya anlatmasını istemiştir, diye bir mit vardır. ne kadar doğrudur bilmem, nerede okuduğumu da hatırlamıyorum açıkçası. aslında bizim ludwig bunu bir paradoks olarak literatüre kazandırana kadar da moore paradoksu olarak anılmamıştır zaten.

    mesele çok basit ama çok derindir. tıpkı gilbert ryle'ın kategori hatası'nda olduğu gibi.

    "şu an dışarıda yağmur yağıyor ama ben şu an yağmur yağdığına inanmıyorum." cümlesi mantıksal olarak çelişkili bir cümle değildir ve fakat epistemolojik olarak mümkün bir cümle de değildir. ama mantıksal bir imkansızlık barındırmamasına rağmen eğer possible world terminolojisiyle konuşacaksak, herhangi bir mümkünatlı dünyada var olduğunu tahayyül edemeyiz. halbuki mantıksal imkansızlığın tanımını zaten imkanlı dünyalar terminolojisi üzerinden şu şekilde yapabiliriz;

    eğer belli bir önerme hiçbir imkanlı dünyada mümkün değilse, o mantıksal olarak imkansızdır. en basit örnekle, "bir cisim* verili bir t zamanında iki farklı lokasyonda olamaz." önermesi imkanlı dünyalara göre değişmemektedir. her imkanlı dünyada verili bir t zamanında mevzubahis bir cisim tek bir lokasyonda olabilir. bu anlamda "bir cisim verili bir t zamanında iki farklı lokasyonda olabilir." önermesi mantıksal olarak imkansız bir önermedir. mantıksal imkansızlığın tanımını bu şekilde yaptığımız zaman, haliyle, eğer bir önerme herhangi bir tahayyül edilebilir imkanlı dünyada mümkünse, mantıksal bir imkansızlık olmadığını söyleriz.

    önermemize döndüğümüzde "şu an dışarıda yağmur yağıyor ama ben şu an yağmur yağdığına inanmıyorum." gibi bir şeyi gerçekten inanarak söyleyebilecek herhangi bir insanı hiçbir imkanlı dünyada düşünemeyiz. yani mantıksal bir imkansızlık olması gerektiği sonucuna varırız.

    ama açıkça görüldüğü gibi "şu an dışarıda yağmur yağıyor ama ben şu an yağmur yağdığına inanmıyorum." önermesi mantıksal olarak doğru olması mümkün, tutarlı ve çelişki barındırmayan bir önermedir.

    haydi bakalım.
  • üzerinde düşünmeye başlayalı yıllar geçen, ve hala içinden çıkamadığım derin problem.

    şimdi epistemoloji'de bazı iterasyon prensiplerinden bahsedebiliriz. bunun en temeli eğer bir şeye inanıyorsam, bir şeye kaniysem; "matın üzerinde bir kedi var." önermesi mesela, ben bu duruma inanıyorsam buna inandığımı bilirim. ya da "ankara türkiye'nin başkentidir." önermesine inanıyor, dolayısı ile ankara'nın başkent olduğunu biliyorsam ankara'nın başkent olduğunu bildiğimi de biliyorumdur.

    çünkü "aaa ben ankara'nın başkent olduğunu bilmiyorum." demek, açıkça, absürddür. ya da sana türkiye'nin başkent'i neresi? sorusu yöneltildiğinde türkiye'nin başkentinin ankara olduğunu bildiğini bilmeden ankara cevabını vermezsin. ve fakat hala ben bunu bildiğimi bilmiyordum dediğinde bu çelişki barındıran bir yerde durmaz.

    tıpkı şu gibi; bir tartışma esnasında bana öyle güzel argümanlar, detaylar ve bulgularla geliyorsun ki tezimden geri adım atmam, en azından revize etmem gerek. ama etmiyorum. ve sana rahatça diyebiliyorum ki, bütün bu söylediklerini anlıyorum ve çok güçlü olduklarına da katılıyorum ama ben söylediğim şeyin arkasındayım.

    ama şimdi hassiktir olmaz ki böyle.

    ya işte olmaz ki böyle diyoruz, idrakımıza sığmıyor gibi oluyor ama idrakımıza sığıyor. ve hatta bunun örneklerini yaşıyoruz dahi. moore paradoksundaki kadar açık seviyede olmasa da.

    girdim bir yola bir haltlar yenilecek de hadi bakalım.

    bu arada başlıktaki diğer arkadaş konuyu hiç anlamamış, çok yanlış gelmiş, onu da belirtmekte fayda var.
hesabın var mı? giriş yap