• fransızca deyim. proust "madeleine'i - ya da "madeleine"i roza hakmen gibi çevirirsek "proust madleni".
    marcel proust'u biliyorsunuz, à la recherche du temps perdu'nün yazarı. o halde, o romanda marcel'in çoçukluk anıları ile özdeslesen "madeleine" kekini de bilirsiniz. "proust madeleine'i, tıpkı marcel proust'un madeleine deyince çoçuklugu ile ilgili bir anısının kafasında canlanması gibi bir anı canlandıran bir esya, bir isim, bir müzik, kısacası herhangi bir seydir.
    bu deyimi dün trt2 instagram sayfasında tanıtmıs :
    https://www.instagram.com/p/bx-m_zggvuk/
    bu instagram sayfası da kimilerinin "trt 2 gibi kadın"i, kimilerinin de ismail cem'i anımsaması için bir "proust madeleine"ine dönüstü böylece. *.
  • "bir tarak midyesinin oluklu çenetleri arasında biçimlendirilmiş gibi görünen o kısa, tombul kekler"
    - marcel proust

    (bkz: #108009986)
  • madeleine de proust kalıbı fransızların koku ve tat arasındaki bu özel ilişki için kullandıkları bir kalıp. insanı geçmişteki bir anıya götüren bir koku veya tadı anlatmak için kullanılıyor.

    fransız yazar marcel proust'un eserlerinden biri olan kayıp zamanın izinde, çaya batırılan bir madlen kekinin geri çağırdığı kayıp bir zamanla ve geçmişin hatıralarının yeniden hayat bulmasını anlatıyor.

    herkesin kendi madeleine de proust'ları var hayatta. geçmişteki bazı anıların anahtarı gibi bu çağrışımlar. bazen bir dilim kek çocukluk anılarımızın saklı olduğu o kutuyu açabiliyor.

    bu vesileyle kitaptan bir alıntı paylaşmış olayım.

    “uzun yıllardır, akşamları yatışımın tiyatrosu, dramı dışında combray'ye ait her şey benim için yok olmuşken, bir kış günü eve döndüğümde, üşümüş olduğumu gören annem, alışık olmadığım halde, biraz çay içmemi önerdi. önce istemedim, sonra, bilmem neden fikir değiştirdim. annem, birini gönderip, küçük madlen denilen, bir tarak midyesinin oluklu çenetleri arasında biçimlendirilmiş gibi görünen o kısa, tombul keklerden aldırdı. az sonra, o kasvetli günün ve iç karartıcı yarının beklentisiyle bunalmış bir halde, yaptığım şeye dikkat etmeden, yumuşasın diye içine bir parça madlen attığım çaydan bir kaşık alıp ağzıma götürdüm. ama içinde kek kırıntıları bulunan çay damağıma değdiği anda irkilerek, içimde olup biten olağanüstü şeye dikkat kesildim. sebebi hakkında en ufak bir fikre sahip olmadığım, soyutlanmış, harikulade bir haz, benliğimi sarmıştı. bir anda, hayatın dertlerini önemsiz, felaketleri zararsız, kısalığını boş kılmış, aşkla aynı yöntemi izleyerek, benliğimi değerli bir özle doldurmuştu; daha doğrusu, bu öz, benliğimde değildi, benliğimin ta kendisiydi. kendimi vasat, sıradan ve ölümlü hissetmiyordum artık. bu yoğun mutluluk nereden gelmiş olabilirdi bana?… sonra ansızın o hatıra karşımda beliriverdi. bu tat, combray'de pazar sabahları (pazarları missa saatinden önce evden çıkılmadığından), léonie halamın, 'günaydın' demeye odasına gittiğimde, çayına ya da ıhlamuruna batırıp bana verdiği bir parça madlenin tadıydı…
hesabın var mı? giriş yap