• charles baudelaire'in var böyle bir şiiri. en güzellerindendir. "sürgün", "yabancılaşma", "nostalji" temalıdır... "andromakhe, sizi düşünüyorum" diye başlar, truvalı hektor'un dul karısı andromakhe... hem ülkesini hem de kocasını kaybetmiş andromakhe... yastadır.

    andromakhe'yi baudelaire'e düşündürten ise baron haussman'ın dönüştürdüğü paris şehridir. nasıl ki yunanlılar troya'yı alt üst etmiştir, renovasyon da paris'i alt üst etmektedir. tanıdık sokaklar, kiosklar hep yokolmuş, yerine geniş bulvarlar, taş yapılar gelmiştir...

    işte bu yeni paris'te dolaşırken, bizim ayı oynatmaya benzeyen eski bir fransız adeti sebebiyle meydanlarda sergilenen bir kuğu'nun kafesinden kaçtığını görür.. kuğu da tanıdık bir şey aramaktadır, bir miktar su. ancak uzun süredir yağmur yağmadığından taş olukların arasında bir damla bile su yoktur. büyük bir nehrin kenarında, bu şehir çölünde susuzluktan ölen kuğu, ayaklarıyla tozlu sokakları su için eşeler ve yağmur için tanrı'ya seslenir, başını yukarı kaldırır ki gadarca mavi bir gökyüzü vardır.

    baudelaire umutsuzdur, paris değişmekte ancak kendi melankolisi olduğu gibi yerinde durmaktadır,. paris'i yeniden inşa eden iskleleler gözüne darağaçaları gibi görünür. ama baudelaire bunlar karşısında anılarına sığınır, onun gözünde eski paris hala yerindedir. böyle düşünürek yürüyüşüne devam eder ve louvre'un önüne varır. işte louvre'un önünde tekrar kuğu'yu hatırlar, görkemli ve komik... sürgünler gibi. sonra andromakhe'yi anar yine, akhilleus'un oğluna savaş ganimeti olarak verilen esir andromakhe, sonra helenus'a eş olmak zorunda kalan.. sonra siyahi bir kadın gelir gözünün önüne, boynunda bir zincirle köle olarak getirilmiş, çamurdan bir kulübede bir daha hiçbir zaman göremeyeceği afrika'yı, palmiyelerini, mavi gökyüzünü hayal ederken... baudelaire'in kendisi de onlardan biridir aslında, nasıl ki andromakhe kocası hektor'dan ayrılmış ve başkalarına eş olarak verilmiştir, nasıl ki kuğu eşelediği kuru oluklarda yaşadığı gölü bulamayacak, nasıl ki siyah kadın bir daha afrika'yı göremeyecektir, işte şair de kaybettiği şeyi asla ve asla bulamayacaktır. ne zamanda ne mekanda...

    şiir o vakitler guernsey adasında sürgünde olan victor hugo'ya ithaf edilmiştir:

    i

    andromaque, je pense à vous! ce petit fleuve,
    pauvre et triste miroir où jadis resplendit
    l'immense majesté de vos douleurs de veuve,
    ce simoïs menteur qui par vos pleurs grandit,

    a fécondé soudain ma mémoire fertile,
    comme je traversais le nouveau carrousel.
    le vieux paris n'est plus (la forme d'une ville
    change plus vite, hélas! que le coeur d'un mortel);

    je ne vois qu'en esprit tout ce camp de baraques,
    ces tas de chapiteaux ébauchés et de fûts,
    les herbes, les gros blocs verdis par l'eau des flaques,
    et, brillant aux carreaux, le bric-à-brac confus.

    là s'étalait jadis une ménagerie;
    là je vis, un matin, à l'heure où sous les cieux
    froids et clairs le travail s'éveille, où la voirie
    pousse un sombre ouragan dans l'air silencieux,

    un cygne qui s'était évadé de sa cage,
    et, de ses pieds palmés frottant le pavé sec,
    sur le sol raboteux traînait son blanc plumage.
    près d'un ruisseau sans eau la bête ouvrant le bec

    baignait nerveusement ses ailes dans la poudre,
    et disait, le coeur plein de son beau lac natal:
    «eau, quand donc pleuvras-tu? quand tonneras-tu, foudre?»
    je vois ce malheureux, mythe étrange et fatal,

    vers le ciel quelquefois, comme l'homme d'ovide,
    vers le ciel ironique et cruellement bleu,
    sur son cou convulsif tendant sa tête avide
    comme s'il adressait des reproches à dieu!

    ii

    paris change! mais rien dans ma mélancolie
    n'a bougé! palais neufs, échafaudages, blocs,
    vieux faubourgs, tout pour moi devient allégorie
    et mes chers souvenirs sont plus lourds que des rocs.

    aussi devant ce louvre une image m'opprime:
    je pense à mon grand cygne, avec ses gestes fous,
    comme les exilés, ridicule et sublime
    et rongé d'un désir sans trêve! et puis à vous,

    andromaque, des bras d'un grand époux tombée,
    vil bétail, sous la main du superbe pyrrhus,
    auprès d'un tombeau vide en extase courbée
    veuve d'hector, hélas! et femme d'hélénus!

    je pense à la négresse, amaigrie et phtisique
    piétinant dans la boue, et cherchant, l'oeil hagard,
    les cocotiers absents de la superbe afrique
    derrière la muraille immense du brouillard;

    à quiconque a perdu ce qui ne se retrouve
    jamais, jamais! à ceux qui s'abreuvent de pleurs
    et tètent la douleur comme une bonne louve!
    aux maigres orphelins séchant comme des fleurs!

    ainsi dans la forêt où mon esprit s'exile
    un vieux souvenir sonne à plein souffle du cor!
    je pense aux matelots oubliés dans une île,
    aux captifs, aux vaincus!... à bien d'autres encor!
  • le vieux paris n'est plus (la forme d'une ville
    change plus vite, hélas! que le coeur d'un mortel)

    eski paris yok artık.(bir şehrin çehresi-biçimi-, daha hızlı değişir, ne yazık! bir faninin yüreğinden.)
  • okuduğum en güzel şiirlerden. yıkılmış bir şehirde, kurumuş bir göl yanındaki kuğudan alır adını. eskiden orada olan hayvanat bahçesinde, bir kafesten kaçan kuğu, kurumuş gölün yanına gider ve tanrıya sitemler eder; yağmur beklercesine başını göğe uzatır. şairin bulunduğu şehre yabancılaşmasını ifade eder gibi. kuğu; vatansızlık, yabancılık sembolüdür.

    aynı şekilde andromakhe da, truva savaşı'nda kocası akhilleus tarafından öldürülen dul kadın, savaşı akhalar kazanınca vatanından olmuştur. yine bir sürgünlük, vatanından kopmuşluk anlamı taşır.

    ahmet necdet çevirisi:

    ı

    andromakhe, sizi düşlüyorum! o çayı,
    acınızın sınırsız görkemiyle dul iken
    ışıldayan zavallı ve hüzünlü aynayı,
    yalancı simoeis’i, gözyaşıyla beslenen,

    bolluk getirdi hemen verimli belleğime
    tam geçtiğim sırada ben yeni carrousel'den.
    eski paris yok artık (bir şehrin biçimi de
    çabuk değişir, yazık! bir faninin kalbinden).

    ancak zihnimde kalmış barakalar mevkii,
    kurulmak için hazır çadırlar ve kalaslar,
    camlarda parıldayan bir yığın eski püskü,
    ve otlar, bataklıkta yosun tutmuş kayalar.

    orda vardı eskiden bir hayvanat bahçesi;
    orda gördüm, bir sabah, soğuk gökler altında
    iş saati, çöplüğün meydana getirdiği
    çıt çıkmayan havada karanlık bir kasırga,

    orda gördüm, kaçmıştı kafesinden bir kuğu,
    kaldırıma sürterek perde ayaklarını,
    beyaz teleklerini yerde sürüklüyordu.
    susuz çay yakınında açarak gagasını

    yıkıyordu, asabi, tozda kanatlarını,
    ve diyordu, yüreği dolmuş doğduğu gölle :
    “gök, ne zaman gürlersin? ne zaman yağarsın, su?”
    bu bahtı kara, garip ve uğursuz söylence,

    bazan bir göğe doğru, ovidius’u andırıp
    göğe doğru, alaycı, zalimcesine mavi,
    gergin boynu üstünde aç başını uzatıp
    tanrı’ya sitemlerde bulunuyordu sanki!

    ıı

    paris değişiyor, ne ki hiçbir şey değişmedi
    iç dünyamda! saraylar, yapı iskelesi, taşlar,
    o eski mahalleler, benim’çin alegori,
    ve taştan daha ağır bende aziz anılar.

    ve louvre’un önünde de bir imge ezer beni:
    çılgın haliyle büyük kuğuyu düşlerim, ki
    sürgünler gibidir o, hem gülünç, hem de yüce,
    ve dinmez bir arzuyla kemirilmiş! ve sizi,

    andromakhe, büyük kocanın kollarından
    düşmüş pespaye hayvan, ellerine pyrros’un,
    boş bir mezar yanında esriyip boyun kıran,
    hektor’un dulu, yazık! karısı helenos’un!

    düşünüyorum, zayıf, veremli zenci kızı,
    tepinerek çamurda fersiz gözle arayan.
    afrika’nın kaybolmuş ceviz ağaçlarını
    sisin sonsuz duvarı arkasında yer alan;

    asla bulunmayacak bir şeyi yitireni,
    ve boğulurcasına gözyaşı dökenleri
    ve acı emenleri, tıpkı dişi kurt gibi!
    çiçek gibi kurumuş sıskacık öksüzleri!

    ve böylece zihnimin sürüldüğü ormanda
    eski bir anı üfler borudan nefesini,
    düşünürüm o yitik tayfaları adada,
    tutsak ve mağlupları!... ve daha nicesini!
hesabın var mı? giriş yap