• 2005 yapımı bir fransız gerilimi.favori oyuncu vincent lindon başrolde.
  • bir emmanuel carrère filmi. yönetmenin aynı isimdeki kitabından sinemaya uyarladığı hatta senaryosunu da jerome beaujour ile birlikte yazdığı film, chicago film festivali'nde fipresci ödülünü almış. istanbul film festivali'nde gösterimini kaçırdığım bu filmi iki gece evvel dvd marifetiyle izledim.
    mesele özetle şu: marc* dediğimiz evli ve mimar bir adamcağızdır. yakın arkadaşlarının* kızının doğum gününe davetlidirler ve her medeni insan evladı gibi evden çıkmadan önce banyo yapıp traş olmaktadır. aniden yıllardır kesmediği bıyığını kesmeyi düşünür. karısına bu fikrini sorar. umursamaz bir cevap alınca ya da aldığı cevabın içinde umursamazlık, ilişkinin monotonlaştığının ipucunu yakaladığını sanınca cırt diye keser bıyığını. amacı karısını şaşırtmak ve ilişkiye yeni heyecanlar katmaktır. (yürüyorum ben) fakat gelin görün ki, karısı agnès* bu değişikliği fark etmez. marc, önce bu durumun banyoda aniden içine kurt düşüren "tavsayan evlilik ilişkisi sendromu"nun ispatı zanneder, bozulur. sonra arkadaşları da fark etmeyince birlik oldular da onu kekliyorlar zanneder. gene bozulur ama sazan durumuna düşmemek için belli etmez. efendime söyleyeyim, derken, şaka kakaya döner ve olaylar gelişir.
    zaten içim sıkışmış. boktan ve küçük bir erkek kaprisinden nasıl bir gerilim çıkacak, kesin bu kadını aldatıyor vicdanını da bıyık bokuyla aklıyor diye merak içinde o mükemmel oyunculukları izlerken olayların akışı tuhaflaşmaya başlamaz mı... o kadar gerildim ki, bir ara marc'ın o turnikeden geçip şehirhatlarımsı vapura bindiği sahnede kalbim sıkıştı. terledim. nabzım hızlandı. düğüm düğüm bir gerginlik içinde bastım stop düğmesine. aaa! sıçarım bıyığına da, boynuzuna da, sana da, yapacağınız filme de yeter kardeşim, dedim. gidip yüzümü yıkadım. bir bardak su içtim. derin derin nefes aldım. bir sigara yaktım ve izlemeye devam ettim. gerilim tanımlamasını sahiden haketmiş bir film la moustache, evet. babalar gibi bir gerilim filmi. zaten daralmışım, çaresizleşmişim elalemin yönetmenlerinin ve aktör/ aktristlerinin kabiliyetlerine methiye düzmekten. neyse..

    - aynı ismi taşıyan 25 dakikalık bir de belgesel varmış. yönetmeni belmin söylemez. bu belgesel, 2001 yılında antalya'da altın portakal kazanmış.

    - yazarın* aynı isimli kitabı "üç nokta yayınları" tarafından dilimize kazandırılmıştır.

    (bkz: vincent lindon)
    (bkz: emmanuelle devos)
  • frn. bıyık

    ayrıca hayatımda izlediğim en acayip filmlerden birinin adı. yani bir film bu kadar mı havada biter, alacağınız olsun.. hayır işin kötüsü doğru düzgün açıklama da yok hiçbir yerde.. neyse, en son şöyle bir şey buldum, mantıklı geldi (spoiler içerir):

    http://www.imdb.com/…ard/nest/72731508?ref_=tt_bd_1

    linkteki klmonline isimli kullanıcının açıklaması en mantıklısı sanırım.. oyuncular ve müzikler iyi tabii, film boyunca da insan bir sürü teori üretiyor. ancak bittiğinde öyle kalakalıyorsunuz.
  • --- spoiler ---

    kendi bıyığını keserek veya uzatarak paralel evrenler arasında gezintiye çıkan bir amcanın gerilimli öyküsü.

    --- spoiler ---
  • buraya çözümlemesini yazmanın iyi bir fikir olmayağı dünyanın en iyi filmi veya favori filmim -rashamon'un yanında. muhteşem sanatının gözümün önünde belirmesini izlerken doruklardan doruklara koştum resmen!

    --- spoiler ---

    yine de pür öznel bi entry girmiş gibi gözükecek öyle olmasa da o yüzden "içeriğine" dair iki üç şey söylensin. bir şüphe nasıl direnir, nasıl direnemez bunun sinemasını yaptı "bıyık". sekanslar, dönüşler, arşivini kendi zihninde tuttuğun rasyonel sekans ile toplumsal çevrenin seninle beraber kontrol ettiği "dış" dünyada normalize olmaya başlamış irrasyonel sekans arasında nasıl ilerleyeceksin.
    bu dışarıdan gelen sürekli parazit gibi, hastalık gibi, sinsi bir düşman gibi diğerini domine etmek peşinde, ve sen de kendini bazı durumlarda teslim etmek istiyorsun, kadının kadınlığını kullandığı sahneler yürek parçalayıcıydı -burda siddhartadan, amakı hayale, tüm yolculuk kanonunun ertesine konabilir irrasyonel gerçekliğin nasıl cezbettiği, nasıl ağına düşürdüğü konusunu işleyişi. çünkü üst üste binmiş zihinsel bilinçsel süreçler birbirininin önceliğinden çalıyor, ve unutuyoruz.

    bir şüphe nasıl direnir, uyumsuz bir gerçeklik nasıl hayatta kalma mücadelesi verir bu hayati sorunu sanatı kullanarak çok güzel cevaplandırıyorlar, o yüzden baya değerli bi film. yani hani çok iyi kavga sahneleri olur ya, bu da çok iyi bir zihinsel kavga aslında ancak kavga işlendiği vakit asıl soru uzak doğuda olduğu gibi hangi teknikler yöntemler kullanılıyor duygular bu teknik sürecin etrafında ve içinde yaşanıyor.
    yani kavga örneği şöyle de ilginç adamın amacı kendi gerçekliğini yaymak değil, kendi gerçekliği ile dünya arasında transparan bir geçişkenlik olduğunu sanıyordu bıyığını ilk kestiğinde ama ertesinde tek amacı kendi gerçeklik algısını, kendini korumak oluyor, zihinsel ve öznel bir varlık olan insan nasıl hayatta kalacak -sadece düşüncelerini düşünme kabiliyetini de önce sorunsallaştırıp sonra patolojikleştiren "yakınlara" rağmen.

    ve kaçış. hong kong'a gittiğimizde ağlayacaktım nerdeyse. hong kong'ta bulduğu barış, huzur.

    filmin özü aslında şu aşağıdaki kontrastta açıkça ifade ediliyor, geri kalan tüm hikayesel akışlar bu ikisinin arasına yerleşiyor:

    "ev"deki döne döne uyuşturan bir ritim için temizleyen ve gündelik zamansallığı yaratan çamaşır makinesi vs. hong kong'un kıyıları arasında sürekli yeni jeton olarak gidip gelen vapurda yaptığı sayısız yolculuk.

    ve tam kendini kurtamış, çevreyle uyumunu kurduğu bir dünya kurtarmışken tekrar kaybedişi...
    baya hapis hayatı yaşıyoruz, ve aslında yaşamıyoruz bile ölüyoruz diyor, ve direne direne zihnimizi yaşatacağız diyor bu kadar basit.
    gerçi sonunda direnmiyor ve absorbe oluyor, ordası bu şiddetin enerjisi tabi ki termodinamiğin 1. kanununu doğrularcasına gözyaşı olarak beliriyor.

    edit: bu arada rastgele kamusal alanlardaki rasgele kamusal bir memurun onun gerçekliğini paylaşması ise bir diğer muhteşem noktaydı. kafanızda toplumsal birimleri nasıl diziyorsunuz onları test etmek için çok iyi bir fırsat.

    edit2: bu arada son fotoğraf ile pes etmesi ise fotoşoplu suni otantik belgelerle generallerin hapislere yollandığı rejimlerin yıkıldığı yakın türkiye cumhuriyeti ve dünya tarihi açısından oldukça isabetli bir final olmuş.
    --- spoiler ---
  • la moustache (2005)

    7.6 / 10

    başarılı senaryosu, git gide artan psikolojik gerilimi ve içerisindeki zeki parçaları ile, la moustache hakettiği değeri göremediğine inandığım başarılı eserlerden bir tanesi. film; marc adında mutlu bir evliliği olan ve işinde de başarılı bir adamın, yıllardır kesmediği bıyığını kesmesini ve eşi de dahil olmak üzere kimsenin bunu farketmemesini anlatıyor. eşinin ve çevresindekilerin sen zaten bıyıksızdın demesi üzerine marc kendi akıl sağlığını sorgulamaya başlar. acaba eşi ve çevresi ona sinsice bir komplo mu kurmuştur, yoksa marc akıl hastası mıdır? film, yarattığı gizemi ve ikilemi finaline kadar taze tutup, izleyiciyinin dikkatinin dağılmasına izin vermiyor. toplumun robotik duygularını, tepkilerini ve hareketlerini eleştiren film, gerçek farkındalığın ve hassas olmanın insanı delirtebileceğine dair bazı ipuçlarına da sahip ayrıca. marc'ın kore'ye gittikten sonra vapurda aynı günleri yaşıyor olması, birbirinden çok farklı olmayan günler geçirmesi ve filmin finalinde tekrar bıyık bırakması, insanın içinde bulunduğu paradoksu ve buhranı en iyi anlatan sahnelerdi. toparlamak gerekirse, çok yaratıcı ve özgün bir fikre sahip, merak güdüsünü film bitene kadar taze tutan, hakettiğini değeri görememiş sıradışı bir film la moustache.
  • film muzigi philip glass'in keman konçertosunun 2. bolumudur.

    https://open.spotify.com/…jxaaq?si=95db267ceee8410f
  • emmanuel carrère’in aynı isimli kitabından senaryolaştırdığı ve yönetmelik koltuğuna oturduğu la moustache, bir gün ani bir kararla bıyığını kesmeye karar veren başarılı bir mimarın bu masum eyleminden sonra gelişen olayları anlatan, şüpheye ve yabancılaşmaya dair son derece yaratıcı bir film. başta karısı olmak üzere çevresindeki kimsenin kendisindeki değişikliği fark etmemesi üzerine önce kendisinden, sonra çevresinden şüphelenen ve gerçeklik algısı alt üst olan bir adamın trajikomik hikayesini anlatan film; başarılı kurgusu, giderek artan psikolojik gerilimi ve zekice tasarlanmış ayrıntıları ile daha ilk anda yarattığı gizemi son ana kadar taşıyan çok yaratıcı ve özgün bir yapım.
  • gerilim filmi der miydim veya havada bitti diye düşünür müydüm, sanmıyorum diyeceğim film.
    çok irdelemeden....

    ~~~~ spoiler spoiler spoiler ~~~~

    sanki sorun adamdan başka herkesteymiş gibi bir yandan da. ben buna ikna oldum: delilik paranoya neyse o yaşadığı, durduğu yerin tam karşısı, onda değil karşısındakilerde sorun. çoğul olmak haklı olmanın göstergesi olmamalı, en azından filmlerde.
    ~
    adam hong kong'a gidince onunla birlikte ben de huzur buldum. insan sıkıntılarından kaçabiliyor demek dedim.* o jetonlu döngüde mutluydu. sakal bıraktı, gömlek değiştirdi hem mecazen hem reelde.
    ne zaman ki karısı geldi oraya ruhum daraldı yine.

    normal bir akış değildi, evet, yine de rüya mıydı paralel evren miydi çok önemli değil benim için yine seyrederim bir ara o gözle de adam en sonunda duymak istediğini duydu karısından, aralarındaki boşluğu doldurdu, kendince döngüsünü tamamladı. ve ışığı kapadı.
hesabın var mı? giriş yap