• parası,silahı,cephanesi olmayan,hasta,yorgun,aç ve tükenmiş bir milletin kendi küllerinden yeniden doğuşu*
  • "kumandanlar gidiyor dönmüyor geri"

    mısrası tüyleri diken diken eder.

    şöyle ki;
    http://www.youtube.com/watch?v=eq9cw5xycj0
  • kollumu salladım diye de bilinmektedir. urfalılar bunu istiklal marşı olarak görür. hatta urfa'da katıldığım bir sıra gecesinde bu türküyü istediğimde, bunun istiklal marşları olduğunu söyleyip, ek olarak da içkili ortamda söylemediklerini ekleyerek, bu isteğimi kibarca geri çevirmişti.
  • anonim bir şiirdir ya da anonim olabildikçe güzelleşecek olan şiirdir.

    kurtuluş savaşı destanı

    kan, duman, pus
    dinle bak bir ulus yeniden doğuyor
    karanlığın içinden ateş kızılı şafaklara

    o şafak ki milletimin kanlı göğsüdür
    o şafak ki bayrağımın rengi, tarihimin süsüdür

    bir vakitler
    dağı kandı, taşı kandı
    ekmeği kan, aşı kandı vatanın
    analar oğul vermekten,
    oğullar can vermekten usandı
    silkindi uykusundan o mağrur ejderha
    bu ezanlar dinmesin, bayrak yere inmesin diye
    erkeği, kadını, yaşlısı, genci
    türkü, kürdü, lazı, çerkezi
    tek vücut oldu yürüdü allah’a

    o millet ki bu vatanın mayasıdır, ruhudur
    o millet ki bu vatanda topraktır, havadır, sudur

    acısında bir, sevincinde bir
    türküsünde bir, ağıdında bir
    ateş yürekli, demir bilekli bu millet
    ana karnındaki bebeler güne doğsun diye
    ve gayrı aydınlık karanlığı boğsun diye
    allah allah diyerek kavuştu toprağa

    geride kalanlar aydınlık gözlerle baktılar uzağa
    göğe yükselen dağa , denize koşan ırmağa
    toprağa ve ağaca , buluta ve yağmura
    baktılar ve dediler ki:
    bu vatan, bu toprak bu milletin öz yurdu
    kahramanca can veren ordu böyle buyurdu

    erkeği, kadını, yaşlısı, genci
    türkü, kürdü, lazı, çerkezi koca bir millet
    onların kanıyla yazıldı bu destan
    onların şanıyla kuruldu cumhuriyet
  • yasaklıymış,1968'den beri. o yıllarda memleketimden insan manzaraları içinde yayınlanmıştı. sonradan ayrı baskı halinde bu muazzam destan çıktı. talep edene de, kararı verene de diyeceğim, buradan adres veriyorum, iki hali de var kitaplarımın arasında gelsinler toplasınlar, ezberimi de bozacak değiller ya.
  • sezarın hakkı sezara, bu türküyü en iyi ve en etkili ahmet kaya yorumlamıştır.
  • bu ülkenin umudunu büyüten tek parti olan tkp'nin en büyük kadrolarından biri olan nazım'ın dizelerine odaklanmaktır.
  • nazım hikmet’ten gelsin:
    dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyordu.
    ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
    şayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
    güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birdenbire beş adım sağında onu gördü.
    paşalar onun arkasındaydılar.
    o, saati sordu.
    paşalar: “üç” dediler.
    sarışın bir kurda benziyordu.
    ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    yürüdü uçurumun başına kadar,
    eğildi, durdu.
    bıraksalar
    ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
    kocatepe'den afyon ovası'na atlayacaktı.
  • --- spoiler ---

    adapazarı'ndandı kerim… ince uzun boyluydu, fidan gibi bir çocuktu… babasını seferberlik günlerinde kaybetmişti. 14'ünde yetim kalmıştı… 1919 yılının kış aylarıydı… okusun diye eskişehir'e dayısının yayına gönderdiler kerim'i. dayısı trenlerde makinistti. kuvvacıydı… eskişehir o günlerde işgal altındaydı. ingilizler demiryolunu kontrol etmek için sömürgesi hindistan'dan getirttiği askerlerle yörede kuş uçurtmuyordu. üstelik kıtlık günleriydi. evde ekmek dahi yoktu. kerim, hintli askerlerle dost oldu. onlardan bisküvit almaya başladı. karnını ancak böyle doyurabiliyordu. askerler bu şirin delikanlıyı zararsız gördükleri için düşmanın ambarlarına girebiliyordu. bir gün dayısı bir kenara çekti kerim'i. yine kulağına fısıldadı: 'ambardan silah çalıp bana getir, gavura karşı koyan zeybeklere vereceğim.' ve kerim'in kuvayi milliye günleri işte o an başladı… arkadaşlarından öğrenmişti; kuvva, arapçada 'güç, kuvvet' demekti. kuvayi milliye ise milli kuvvetler anlamına geliyordu. kerim, içinde tutuşan milli kuvvetin aşkıyla ve hiç korkmadan her gün ambarlara giriyor, çuval ya da süpürge çalıları arasında bir iki tüfek kaçırıyordu. dayısı da tüfekleri gizlice zeybeklere uçuruyordu. zeybekler bu tüfeklerle işgalcilere kan kusturuyordu… bir süre sonra düşman geri çekilmeye başladı. kentin kontrolü artık zeybeklerdeydi. dayısı kerim'i bir kere daha kenara çekti. yine kulağına fısıldadı: 'seni zeybeklere veriyorum, canın pahasına düşmana karşı koyasın!' canı pahasına… daha ötesi var mıydı? kerim kısa sürede ata binmeye başladı. gizlenmeyi, iz bırakmamayı, aynı zamanda iz sürmeyi öğrendi. haberci yaptılar onu. görevi gizli emirleri cepheden cepheye taşımaktı. atını mahmuzladı mı yel gibi esiyordu. kayalardan keçi gibi iniyordu. ormanda gizlenip bir anda kayboluyordu. bazen de azrail'le burun buruna geliyordu… bir gün yine gizli bir emiri taşırken atı bir anda ürktü. tenekeciler denen düşman çetesi mola verdikleri yerde ateş yakmış, söndürmeden gitmişlerdi. hayvan korkudan şaha kalkınca, kerim kendisini yerde buldu. incecik bedeni savruldu. ağır yaralanmıştı… acı içinde tekrar ata bindi. karargâha vardığında perişan durumdaydı. doktor yok ki göstersinler. çıkıkçı şerif ustaya emanet ettiler. şerif usta katran varilinin içine batırdı kerim'i. bir süre öyle kaldı. çıktığında artık kamburdu. kambur kerim oldu o günden sonra… fakat o haliyle bile kuvayı milliye için çalışmaktan vaz geçmedi… kurtuluştan sonra uzun süre iş bulamadı. sonra hastabakıcı yaptılar kendisini. görev yeri bursa hapishanesi idi. yıl 1940… kambur kerim hapishanede şair nazım hikmet ile tanıştı. çok samimi oldular. nazım o günlerde ölümsüz şiiri 'kuvayi milliye destanı'nı yazmaktaydı. kambur kerim'in anlattıklarını dinledikçe heyecanlandı. kerim yaşadıklarını anlattı, nazım hikmet soluklanmadan yazdı… ve kuvayi milli destanı'nda artık kambur kerim de vardı… sonuna kadar hak ettiği biçimde hem de: yıl yine 1919 ve istanbul'un hâli ve erzurum ve sivas kongreleri ve kambur kerim'in hikâyesi dedi 'ikinci bap' başlığında nazım hikmet. sonra soluksuz devam etti: “akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm 'ya istiklal ya ölüm!' dedi. kambur kerim de böyle dedi aynen adapazarlıydı kambur kerim seferberlikte ölen babası marangozdu seferberlik denince aklına kerim'in çok beyaz bir yastıkta kara sakallı bir ölü yüzü, fahri bey çiftliğinde patates toplayıp kaz gütmek, mektep kitapları ve bir de saçları altın gibi sarı fakat alnı çizgiler içinde anası gelirdi…(…)”
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap