• andrey tarkovski'nin stalker filminde asistanlık yapmıştır. zaten filmlerine baktığımızda bir etkilenme olduğunu çok net görebiliriz. ülkemizde pek bir tanınırlığı yoktur. aslında avrupa'daki arthouse'lar dışında bilinirliğinden söz etmek pekte mümkün değil. buna karşın müthiş bir şekilde kendine has görselleri ve hikaye anlatımı olan biri. hani her sinefilin rüyasıdır aslında bu. bir gün çok az kişinin bildiği müthiş bir yönetmen keşfetmek. işte lopushansky'de tam da böyle biridir benim nazarımda.

    2013 yapımı son filmi "rol"ü henüz izlemedim ama onun dışındaki filmlerini göz önüne aldığımızda iki önemli kırılma dönemleri vardır yönetmenin filmografisinde. hiç kuşkusuz zirve filmi 1989 yapımı "posetitel muzeya" filmidir. hem tarzının en mükemmele yaklaştığı hemde konu olarak inanılmaz başarılı bir filmdir. bu filmden sonra aynı tarzla bu filmin çok gerisinde kalan iki tane daha film çeker. diğer kırılma noktası da 2006 yapımı "gadkie lebedi (ugly swans)" filmidir. bu filmde bariz bir şekilde tarzını temelde korumakla birlikte artık popülerliğe doğru bir geçiş vardır.

    filmleri genel olarak varoluş problemiyle ilgilenir. varoluşun o can sıkıcı ağır konularını izleyicinin dikkatini çekebilecek bir şekilde işleyebilmek içinde bir tür distopya yaratarak seyirciyi bu konuyu ciddiye almaya zorlar.

    kendisi hakkında bırakın türkçeyi ingilizce kaynak bile bulmak zordur lakin ilginç bir şekilde kendisi hakkında yazılmış şöyle bir türkçe makale de vardır.

    link
  • aramakla bulmak arasında bağ olduğuna inanmayanlardanım. bazen arasan da bulamıyorsun veya bulduğunda aramıyor olabiliyorsun. tamam, aramak enfes bir melankoli yaratıyor; ancak bulduğunun kıymetini bilmedikten sonra, arasan ne aramasan ne...

    bu yönetmen işte içimde böyle bir yarılma oluşturdu. ben mi onu aradım, yoksa o mu beni buldu, bu soruya anlamlı bir cevap verebileceğimi sanmıyorum. mesele sinemayla veya sanatla, olmadı düşünceyle ilgilenmek, düşe kalka yürümek falan da değil... ne bileyim? neyse ne.

    konstantin lopushansky'nin (konstantin lopushanskiy diyenler de var. siz yine de aradaki i'yi okumayın. başlığın bu hali doğru. yok illa ingilizceden meyledeceğim diyorsanız o zaman i'yi iliştirebilirsiniz. modaratörler sözlükteki bu iki başlığı birleştirirse bu ikilemden kurtulmak mümkün.) filmografisi şu şekilde.

    1978 slyozy v vetrenuyu pogodu
    1980 solo
    1986 pisma myortvogo cheloveka / ölü adamdan mektuplar
    1988 ızgnanie iz ada
    1989 posetitel muzeya / müze ziyaretçisi
    1994 russkaya simfoniya/ rus senfonisi
    2001 konets veka
    2006 gadkie lebedi / çirkin kuğular
    2013 rol

    bir de yapım aşamasında olan "skvoz chyornoe steklo" isimli film var. şu an 71 yaşında. ömrü uzun olsun da daha çok film çeksin diyelim.

    yukarıda belirttiğim filmleri izlemek mümkün. ha, ulaşmak epeyce zordur; ama arayan bulur. belirtmediklerim de dağıtıma çıkmamış. yani izlemek mümkün değil. üçlemesi önemli. kıyamet üçlemesi (the apocalypse quartet) olarak geçiyor.

    1986 pisma myortvogo cheloveka / ölü adamdan mektuplar
    1989 posetitel muzeya / müze ziyaretçisi
    1994 russkaya simfoniya/ rus senfonisi

    ilk iki filmin çevirisine erişmek mümkün. uzun, çok uzun zaman bekledikten sonra yalnız kaldığıma kanaat getirip, ite kaka da olsa, olmasa da üçüncüsünü de ben çevirdim. ilk iki film birer başyapıt. üçüncü film ne kadar etkileyici olabilir? diye sormadım değil ve işte bu nedenle elimi hep ağırdan aldım; ama geçenlerde müze ziyaretçisini tekrar izleyince daha fazla beklemenin anlamsız olduğuna kanaat getirip işe koyuldum. çeviri dün bitti. ben de mıhlanmış oturduğum yere yapıştım kaldım. abarttığımı sanabilirsiniz; ama mahvoldum. artık ben mi öyle istedim yoksa yönetmen mi beni manipüle etti, bu satırları okuyanlar karar versin.

    filmlere dair bir şey söylemeyeceğim. herkes heybesinin genişliği kadar alıyor ve kimin heybesi büyük, bunu kestirmek güç. bugün sizinki büyük olabilir, yarın benimki veya da tam tersi. sanıyorum bu ender duyguları tecrübe edebilmek hepsinden önemli olan ve ben de yalnızca bununla yetinmeyi tercih ediyorum.

    yönetmen hakkında bilgi yok. yönetmen hakkında hiçbir şey yok. hatta belki de böyle bir yönetmen yok. ne bu ülkede biliniyor ne başka bir ülkede. ne bir iz, ne bir ses... ha, youtube'da ve filmlerinin dvd'lerinde birkaç kayıt, söyleşi falan var; ama rusça zor bir dil. dili anlamayayım, ifadeler yeter, deseniz bile olmuyor.

    bu adam neden bu kadar gizli? büyük bir umursamazlığa mı maruz kalıyor? neden farklı dillere çevrilmiyor? adı geçtiğinde neden yer gök sarsılmıyor? sanat yönetmeni denildiği zaman akla gelen isimlerin arasında neden kendisi sayılmıyor? inceleme yazısı falan da yok. kimse izlemiyor mu? bu kadar saklıda kalmış birine erişmek hiç kolay değil. yine de küçücük bir umut dahi yeşeremez mi? başkasını bilmem; ama yaklaşık beş yıl önce izlediğim ilk filminden bu yana o umut bende yeşermedi. zaten umutsuz kaldığım için çeviriye kalkıştım ya... ben! çeviri!

    tabi, 2013 rolü de çevireceğim. ıkınsam da sıkılsam da çevireceğim.

    aslında mesele ne, biliyor musunuz? mesele başkalarına sırtınızı vermeden, yalnızca kendi sesinizle ayakta durma gayreti. bunu başarabilmek için envai türlü ilkeniz olmalı. son derece planlı bir hayat yaşamak zorundasınız. bu zorundalık bile ilkesel temellere dayanmalı. hah, işte hayatı böyle yaşıyorsanız, başyapıt bile ortaya çıkarsanız kimsenin umurunda olmuyorsunuz. zira dayanağınız yok. yani yaptığınız şeyi pazarlama, kalabalıklara sunma konusunda çok çok eksik kalıyorsunuz. emin değilim; ama bu yönetmenin de böyle olduğunu sanıyorum. olağanüstü bir zeka, olağanüstü bir hayal gücü, olağanüstü bir perspektif; ama kimse bilmiyor, kimse konuşmuyor, kimse düşünmüyor.

    neyse... bazı şeyler... evet, o bazı şeyler, ne yaparsanız yapın özel kalıyor. özel kalmak zorunda kalıyor. konstantin de benim için öyle. özel bir yönetmen.

    hey! eyo! alooo! tarkovskiciler! bergmancılar! kurosawacılar! hanekeciler! kieslowskiciler! rohmerciler! yeni yetme larsçılar! size, hepinize sesleniyorum. tamam, hepiniz çok büyük abilersiniz ve sanat kanatlarınızla aciiip yükseklerde uçuyorsunuz, bravo size... de... insanlık adına... şu yönetmenin sesine kulak verin lütfen.

    ha, öyle, yok oyunculuktu, yok kamera açısıydı, yok soundtrack'tı, yok ışıktı... falan... bunları bi bırakın da öyle gelin. çıplak yani... mümkünse çırılçıplak! çünkü sanat yalnızca parçalamaz, birleştirenler de var. orpheus olup da ruhunuza seslenenler, kalbinizi burkanlar, insanlığınızı sorgulatanlar da var.
  • bir edebiyat öğretmeni, teşhisi konulamamış bunaltısına çare bulamayan bir doktor ve yaşadığı yörenin tüm efsanelerini bilen bir kılavuz, birlikte dağ başındaki yatıra; arayış dolu gözüken yolculuk sonunda ulaşarak neler dilemiş olabilir?

    strugaskiler'in de stalker'ında işlediği bu geniş çaplılık, asistan olduğu filmden etkilenmelerden daha fazlası lopushansky'de. sürgüne yollanan şeyin sovyet rusya'da din olarak adının konması ile tanınsaydı daha fazla yer kaplayabilirdi. mimikler-söylevler-davranışlar. bir filmin görsel yüzeyini dağınık halde açıklayan hareketli metinsellik o filmin kendisi gibi olmasına yol açan doğal bir dışavurumdur. engellenemez ve örtük kalamayan büyük bir karakter kaynağı. özgünlük düzeylerini yükselten esas da bu aslında. lopushansky tavrını netleştirip, izleklerini belli odaklardan geçirmenin yalnızca sinema sanatına faydası olabilir.

    benim ilgimi bu çekmiyor.

    birdenbire başlayan binlerce betimleme: ara sıra anlatıldığı düzlemin yüzeyine dönerek, biçemin ona duyduğu ihtiyacı karşılayıp, her bir betimlemenin kendi doğrultusundaki hareketinden sürekli yüzeye geri dönüp, sonra tekrar betimlediği şeylere, ona olan ihtiyaçları için dönen olağanüstü örüntünün zik zaklı doğallığı, gel-gitli yapısı, durdurulamayan zorlantı arzusu ve bu yüzden kısacık tekrarları nedenmiş gibi sunması.

    zerkalo başlıklı bir festivalde şunları söylemiş:

    "kader sanatçıyı yönetir. bazen sizin hayal edemediğiniz yol budur ve buna hazır olmanız gerekir."

    daha da güzel bir ihtiyaç betimlemesi yoktur herhalde.

    lopushansky
  • “insanoğlu, kendine bak ve kederlen. çünkü doğa hiç bu kadar aşağılık bir şey görmedi.”

    posetitel muzeya filminden.
  • hakkında bu kadar az entry girilmesine şaşırdığım underrated yönetmen. (bkz: posetitel muzeya) (bkz: pisma myortvogo cheloveka) ile birlikte en başarılı filmi olarak gösterilmektedir. her iki filmde de varoluşsal sancıları ele almaktadır. bahse konu olan filmleri izlerken tarkovski havasını bariz hissedebiliyorsunuz. wikipedia'da yazılana göre stalker da tarkovski'nin asistanı olarak çalışmıştır.
    izlenmesi gereken yönetmendir
hesabın var mı? giriş yap