• eskiden sakalarin icinde su tasidigi , agzi dar alti genis , deriden yapilma kap
  • "cok su icen kisi " anlamina bir deyim
  • ince köseleden de üretildiği görülebilen su kabı...
  • [zünnun* dedi ki: "tanrı'ya dayanmış, çöle dalmış, sopasız, kırbasız gidip duruyordum.

    yolda, hepsi de bir yerde can vermiş kırk tane derviş gördüm.

    aklım karma karışık oldu. perişan bir hale geldim; coşkun canıma bir ateştir düştü!

    dedim ki: yarabbi, bu ne iş? uluları ne kadar da elden ayaktan düşürüyor, zelil bir hale sokuyorsun?

    hatiften ses geldi: bu işin hikmetini biz biliriz. biz öldürür, kan diyetlerini de yine biz veririz!

    dedim ki: peki, ne vakte dek böyle öldürüp duracaksın? dedi ki: diyet vermeye kudretim oldukça, bu iş böyle gidecek!

    hazinemde diyet verecek para bulundukça öldürür, yasını da tutarım.] feridüddin attar - mantıku't-tayr

    (bkz: tulum)
  • sakaların su taşıdığı, altı geniş, ağzı dar, meşin(koyun derisi)'den yapılmış su tulumuna kırba denir.

    kaynaklara yansıdığı kadarıyla, sucular meşinden yapılan büyük su kaplarını yani kırbalarını sırtlarına takarlarmış. biraz ağır olan kırba, sebilcinin veya sakanın omzunu acıtmasın diye meşin ceket giyerlermiş. ceketin önüne sarı su taslarını asarlar ve su istiyenlere kırbanın ön tarafında bulunan musluktan su doldurup verirlermiş. (haluk yusuf şehsuvaroğlu, asırlar boyu istanbul s. 220).

    kırbalarıyla sokaklarda dolaşan sebilcileri gören samiha ayverdi ise izlenimlerini şu satırlarla aktarır;
    “evin önünden bâzan da sebilciler geçerdi. onların kırbaları, omuzlarına asılacak ölçüde küçük tulumlardı. içleri âyetler, hadisler yazılı pirinç taslarını şıkırdatarak, "sebil, sebil! diye bağırarak isteyene su dağıtırlardı. fakat bu, bir ihtiyacı karşılamaktan ziyâde, kibarca dilencilik demekti. onun için de sebilciler, sevilen makbul kimselerden sayılmazdı.” kaynak, s. 173.

    kaynaklardaki ayrıntılı tasvirlere konu olan sırtında kırbası, elinde taslarıyla saka/sebilci'ye dair görsel.

    kırbanın bir diğer anlamı çocuk sağlığı ile ilgilidir. hazımsızlıktan kaynaklı olarak bağırsakları iltihaplanan çocukların karnının şişmesiyle oluşan rahatsızlığa ifade etmek üzere kırba kelimesinin kullanıldığı vakidir.

    musahipzade celal'in aktardığına göre, ağrıların şiddeti arttığında, çocuğun karnı güneşe asılmış sedef yağıyla ovularak tedavi edilmeye çalışılırmış. aynı zamanda, arpacılar camii'nde bulunan ve "kırbacı" olarak isimlendirilen hocaların okumasıyla bu rahatsızlığın iyileştiğine inananlar da bulunmaktaymış.
  • "konuşmak; o ne zor şey oldu, o, benim için... bir zamanlar ruhumun memelerinden kırbalar dolusu kelâm sütü sağar ve yine içimi boşaltamazken, şimdi aynı memelerden süt yerine kan geldiğini sanıyorum." **
hesabın var mı? giriş yap