• endülüslü hekim, filozof.
  • hayy ibn yakzân adlı felsefî romanında, ıssız bir adada büyümüş olan hayy ibn yakzân adındaki bir çocuğun büyüyüp düşünmeye alıştıktan sonra, akıl ve sezgi yoluyla tanrı'ya ulaşabileceğini göstermek istemiştir.
  • (bkz: tufeylî)
  • tam adı `ebu bekir muhammed bin abdu'l-malik bin tufeyl el-kaysi el-endulusi`dir.
    ortaçağ avrupasında abubacer aben tofail diye anılmıştır.
  • ibn tufeyl (1105-1185)

    hayatı

    gırnata'nın (granada) yaklaşık 5o km kuzey doğusundaki cadız kasabasında dünyaya geldi. o devir endülüs'ün iki önemli ilim merkezi olan işbiliye (sevilla) ve kurtuba (cordoba) şehirlerinde öğrenim gördü.

    başta fıkıh olmak üzere din ilimlerini öğrenmiş, ayrıca tıp ve felsefe okumuştur. felsefe alanında okuduğu eserler arasında ibn bâcce’ye ait olanların önemli bir yer tuttuğu anlaşılmaktadır.

    iyi bir tabip ve cerrah olarak yetişen ibn tufeyl mesleğini gırnata'da yürütmeye başladı. muvahhidi halifesi ebu yakup yusuf’un sarayında başhekim olarak görevlendirilmesi ibn tufeyl'in hayatında bir dönüm noktası teşkil eder.

    felsefeye büyük ilgi duyan halife, ibn tufeyl'i himayesine alarak ona huzurlu bir çalışma ortamı sağlar. bir gün saraya çağrılan ibn rüşt, halifenin yanında yalnızca ibn tufeyl'in bulunduğunu görür. ibn tufeyl, ibn rüşt’ü halifeye tanıtır. ardından halife ibn tufeyl ile derin bir felsefi tartışmaya girer. bir ara ibn rüşt te tartışmaya katılıp bilgisini ispatlama imkânı bulur.

    halifenin ibn tufeyl'e, aristo külliyatına açıklamalar yazılmasından söz etmesi üzerine kendisinin böyle bir iş için fazla yaşlı olduğunu söyleyen ibn tufeyl, bu görevin ibn rüşt’e verilmesini sağlar.

    ibn tufeyl, islam tıp literatüründe de kendi türünün en uzun manzum eserini (urcûze=mısraları kafiyeli kısa vezinli şiirler) kaleme almıştır.

    öte yandan ilim tarihçileri, ibn tufeyl'in astronomideki yetişmişliğinin tıptan daha ileride olduğu kanaatindedir. bunun nedeni, batlamyus astronomi teorisine yöneltilen eleştirilerin endülüs'teki öncülerinden biri olmasıdır. ancak ibn tufeyl'in ilmi şahsiyetinin en önemli unsurunu filozofluğu oluşturur. hay b. yakzan, felsefesi ile ilgili bilgi edindiğimiz yegâne eserdir.

    felsefe tasavvuru

    ibn tufeyl'in kendisinden önceki islam felsefesi geleneği hakkındaki değerlendirmeleri, onun bu gelenekteki konumunu ve dolayısıyla felsefe anlayışını ortaya koymaktadır.

    ibn tufeyl'in felsefe tasavvuru, eldeki yegâne felsefi eseri olan hay b. yakzan’dan anlaşıldığı kadarıyla meşriki hikmet kavramı etrafında şekillenmiştir.

    ilk önce ibn sina tarafından kullanılan bu tabir filozofun fikri serüveninin bir aşamasında kendi felsefesine, dolayısıyla bağlı bulunduğu felsefe geleneğine verdiği isimden ibarettir. kendisi de hay b. yakzan adlı eserindeki asıl hedefinin ibn sina'nın sözünü ettiği meşriki hikmetin sırlarını açıklamak olduğunu ifade eder. ibn tufeyl, kendi tasavvurundaki meşriki hikmet ideali açısından aristo ve farabi'nin eserlerini ve ibn sina’nın kitabü’ş-şifa adlı kitabını yetersiz bulmaktadır.

    ibn tufeyl'in meşriki felsefeden anladığı şey;

    nazari (teorik) düşüncenin ötesinde manevi tecrübeyle ilgili olup nazar ehlinin teorik felsefesine karşılık, müşahede, zevk ve huzur ashabının bütün boyutlarıyla ifade edilmesi imkânsız olan ruhi tecrübelerinin bütünüdür.

    ibn bacce değerlendirişi

    ibn tufeyl, ilk büyük endülüslü filozof ibn bâcce’yi ve bu coğrafyada yaygın bir etkiye sahip olan gazzali'yi de bu görüş açısından değerlendirmektedir.

    filozofa göre ibn bâcce’nin ittisalden söz eden (ittisalü’l-'akl) eserinde belirtilen metafizik bilgi seviyesi, tamamen nazari çabayla ulaşılan bir seviyedir. hiç şüphesiz kendisi bu seviyeye ulaşmıştır; ancak meşriki hikmet bağlamında sözü edilen durum bu seviyenin çok üzerindedir.

    ibn bâcce’nin bu risalesi dışında mantık ve metafiziğe dair öteki eserlerini de incelediğini belirten filozof, onu endülüs düşünce geleneğinin ilk gerçek filozofu olarak anmakta, bu büyük filozofun sistemini tamamlamaya fırsat bulamamasından üzüntü duymaktadır.

    ibn bâcce gibi teorik bilgi seviyesinde kalan filozofların aksine bazı sufiler (örneğin bayezid-i bistami, hallac-ı mansur) söz konusu manevi mertebeye ulaşıp o hali yaşamışlar, fakat onlar da bu tecrübelerini ilmi uzmanlıkla dengeleyemedikleri için, "kendimi tenzih ederim, şanım ne yücedir"; "ben hakkım"; "cübbemin altındaki allah'tan başkası değildir" şeklinde ifadeler kullanmışlardır.

    gazzali değerlendirişi

    yalnızca gazzali, bu hale vasıl olduğunda ilimlerdeki uzmanlığı ve marifetin kendisine verdiği terbiye sayesinde böyle sözler sarf etmekten kurtulmuş, fakat anlatamayacağı haller yaşadığını da belirtmiştir.

    gazzali’nin en yüce mutluluğa erdiği, o soylu ve kutsi mertebelere ulaştığı konusunda ibn tufeyl'in en küçük bir şüphesi yoktur. bu nedenle onun endülüs'e ulaşan cevahirü'l-kur'an, mişkatü'l-envar, el munkızu mine'd-dalal, mizanü'l-'amel ve tehafütü'l-felasife adlı eserleri ibn tufeyl için tam bir ilgi odağı olmuştur. ancak ibn tufeyl, gazzali’nin eserlerine yönelik değerlendirmelerinde eleştiriyi de elden bırakmamıştır. ona göre gazzali eserlerini farklı okuyucu kesimlerine göre yazmış olduğundan bunlar arasında yer yer çelişkiler bulunmaktadır.

    yönteminin temeli= irrasyonel sezgi

    ibn tufeyl felsefi gerçeği önce teorik araştırma yöntemiyle kavramış, daha sonra müşahede yoluyla belli bir manevi tecrübeye ulaşmıştır. onun hay b. yakzan'da yapmak istediği şey, bu sırların peşine düşen okuyucusuna birtakım nazari/teorik bilgiler verip bunlara taklitçi bir tarzda inanmasını istemek değildir.

    filozof, okuyucusunu kendi yaşadığı tecrübeler alanına çekmek ve böylece taklitten tahkike ulaştırmak istemektedir.

    bilgi teorisi ve hay bin yakzan

    ibn tufeyl'in epistemolojisinde bilginin imkânı, insan-tabiat ilişkisinden hareketle temellendirilmiştir.

    hay b. yakzan'daki hay tipi;

    aslında fiziki varlığıyla tabiatın bir parçası olmakla birlikte algılama ve bilme imkanlarıyla tabiatı müşahede eden, tabii varlık alanındaki temel düzen ve işleyiş hakkında düşünen, akıllı bir canlı olarak yeryüzündeki mevcudiyetini anlamlandıran, gözlem alanı ötesindeki metafizik varlık fikrine varan ve nihayet manevi tecrübeler sayesinde birtakım metafizik bilgilere ulaşan ideal özneyi temsil eder.

    tabii varlık alanı ise kendisine şuurlu bir bilme etkinliğiyle yönelebilen bu özneye, dayandığı düzen ve sürdürdüğü işleyişin fizik ve metafizik yasaları hakkında bilgi sağlayan ontolojik imkandır.

    insanın bilgi imkânı ve yeteneklerine gelince, ondaki idrakin ilkesi nefistir.

    teorik gelişimde bilgi vasıtaları (duyu-gözlem-akıl)

    hay, tabiatta münasebetinden dolayı ortaya çıkan teorik ve pratik her problemi tamamen şuurlu bir etkinlikle çözmeye çalışırken gelişme psikolojisi çerçevesinde açıklanabilecek aşamalar kaydeder.

    duyular, gözlem ve deney ile akıl, hayy'in teorik gelişiminde vazgeçilmez rolleri olan bilgi vasıtalarıdır.

    duyularla algılanan varlık ve olguların süreklilik arz eden özellikleri gözlem ve deney yoluyla adım adım keşfedilir.

    bu arada pratik aklın icapları olan teknik bilgiye ve hatta -hay'de utanma duygusunun gelişmesi olgusunda olduğu gibi- ahlaki bilince ulaşılır.

    tabiatın bağrında hayatını devam ettirebilmek için çeşitli aletler yapma çabasının yanında varlığı anlamlandırma gayreti içine giren hay mantıki çıkarım yoluyla tabiattaki işleyiş, bütünlük düzen ve gayenin akledilir ve soyut gerçekliğine bütün bu kozmolojik delillerle de yaratıcı tanrı fikrine ulaşacaktır.

    ibn tufeyl, sosyo-kültürel yönden herhangi bir şartlandırmaya maruz kalmadan tamamıyla el değmemiş tabii çevrede her şeyi kendi kendine öğrenen bir kahramanı kurgulamak suretiyle düşünce sistemini fıtrat kavramına dayandırmak istemiştir.

    antropolojik gelişim evreleri

    ibn tufeyl, insanın bu ortam ve şartlardaki entelektüel gelişimini ele alırken kaçınılmaz olarak insanlığın kat ettiği antropolojik gelişim evrelerine de atıfta bulunmaktadır. nitekim islam kültüründe zaman zaman derece, aşama ve katmanları ifade etmek üzere kullanılan 7 rakamının sembolizmi ibn tufeyl tarafından hayy'in gelişim aşamalarını belirtmek için de kullanılmıştır.

    her aşamanın yedi ve katlarıyla ifade edilen yaşlarda kaydedildiği bir gelişim anlayışı ortaya konmuştur.

    7 yaşına kadar süren ilk aşama hay’ın bedensel ve psikolojik gelişiminin başlangıç safhasıdır.

    hay, tekâmül kanunları gereğince ağaçların meyvelerinden yiyerek yaşamayı ve hayvanlara karşı kendini korumayı öğrenir. yani, tek başına yaşayacak hâle gelir. ceylânın peşinde dolaşarak onun tecrübelerinden istifade etmesini öğrenir.

    tecrübeleriyle ceylandan başka hayvanların da bulunduğunu görünce, ceylânın tek bir varlık olmayıp, bir tür olduğunu tespit eder. fakat bunların içinden kendine benzer başka bir varlığa rastlamadığı için hayrete düşer.

    hayvanların ayıplı yerlerini, tüyleri ve kuyruklarıyla örttüğünü müşahede edip, bu konuda kendisi de yapraklardan istifade etmeye çalışır. daha sonra ölü bir kartalın tüylerinden yaptığı elbiseyi kullanır. bu işleri yaparken ellerini kullanması ona kendisini diğer hayvanlardan ayrıldığı ve onlardan üstün olduğu fikrini verir.

    günün birinde ceylân ölür, bu olay hay için çok önemli bir tecrübe olur. fakat o, ölümün ne demek olduğunu anlayamaz.

    kulaklarını tıkadığı zaman işitmediğini, açınca tekrar duymaya başladığını deneyerek, duyu organlarının bir zaman için faaliyetten kesilse de tekrar eski duruma döndüğünü görür. ancak, ceylânın hareketsiz kalmasını, onun duyu organlarının artık çalışmadığı manasına geldiği hükmüne varır. durum böyle ise o duyuları ve organları çalıştıran içeride bir kuvvetin bulunması gerekecektir.

    hay bunu öğrenmek için ceylânı kesip yarar ve böylece teşrih/anatomi ilmini öğrenir.

    sonunda bedeni hareket ettirip idare eden bir şeyin varlığını ve onun yok olmasıyla ölüm hâdisesinin meydana geldiğini anlar. canlılar hem kendileri hem de onların organları, hareketleri ve hasseleri itibarıyla çok çeşitli olsalar da hepsinde başlangıca ait bir birlik vardır, o birlik de ruh’ tur.

    14 yaşına ulaşmış olan hay, böylece hayvani ruhu tanır. yedi ile yirmi bir yaş arası aynı zamanda pratik ihtiyaçların karşılanması için pratik aklın sayesinde araçların imal edildiği çağdır.

    21 yaşla birlikte merak dönemi başlar. bu dönemde hay, insan ruhu varlık ve oluşun sırlarını keşfetmeye yönelir. fizikten metafiziğe geçiş bu aşamanın belirgin özelliğidir. hay artık nazariyatla uğraşmaya başlar ve felsefe yolunu tutar.

    cisimlerin madde ile suretten mürekkep olduğunu, maddede suretler değiştikçe, fiil ve eserlerin de değiştiğini, hâdis olan bir şeyde onu, ihdas eden bir şeyin varlığının gerekliliğini düşünerek, illiyet (sebeplilik) prensibini kavrar. suretler hadis olduğu için de bütün bu evrenin bir vacibü’l vücud’a (zorunlu varlık) muhtaç olduğu sonucuna varır.

    28 yaşına geldiğinde zorunlu varlık’ın mahiyetini anlamak için oluş ve bozuluş âlemini bırakarak, gök cisimlerini araştırmaya yönelir.

    o, bunların ihtiyar ve irade sahibi, cisim olmayan bir fail’e muhtaç olduğunu düşünür.

    her şeyin kendisinden çıktığı bu vâcibü’l- vücûd (allah) sırf vücut, sırf kemâl, sırf ilim, sırf kudrettir. o’nun dışında her şey mahlûktur.

    35 yaşına varmıştır. artık eserden müessire, hissedilenden makule (düşünülene) yükselmeye başlar.

    o vâcibül’-vücüd’un duyu organlarıyla idrak edilemeyeceğini ancak, zatı ile idrak edilebileceğini keşfeder.

    kendi nefsinin bedenden ayrılınca ne olacağını düşünür.

    gerçek kemâl ve lezzetin ancak allah’ı daimî bir surette müşahede ile mümkün olabileceğini, kabul eder.

    onun için gafletten uzak durup, daima o’nu (allah) düşünmek gerekir.

    yaratıcıyı ve sonsuz kuvvetin nurunu anlayabilmek için, insanın kendi içindeki nur’a bakması yeterlidir, işte bu düşünceyle ölen kişi gerçek saadete kavuşur.

    insanın âlemdeki gayesi diğer hayvanlardan tamamen başkadır. insan, ruhani ve cismanî olan iki unsurdan mürekkeptir. fakat ruhani yönüyle; şeref kazanır ve allah’ı idrak eder. yaşayarak allah’ı bilme zevkine varan kişi, bütün dünya lezzetlerini yetersiz görür, onları terk eder. böylece inzivaya çekilen kimse bu sayede kendinde gördüğü asıl nurun kaynağına yâni nurların nur’u olan ilahi varlığa doğru yükselir.

    insan kendi nefsini yok edince allah’ın zatına bağlanır. bu ise nefsi terbiye ile yok etmek, kendinde allah’tan başka bir şey bırakmamakla olur. ulaşılan bu ilâhı mertebe, sözle ifade edilemez, yalnız tadılır.

    fakat hay, bedenin ihtiyaçları sebebiyle fena âleminden yine duyular âlemine (âlem-i mahsus) dönmek durumunda kalacaktır. bir müddet sonra tekrar ebedî âleme şevki artar ve orada yükselir. fakat tekrar maddî ihtiyaçlar nedeniyle madde âlemine döner. bu gidip-gelmelerden kurtulup sonunda tam bir ebedî hayata kavuşmak ister.

    50 yaşına varmıştır. onun bulunduğu ıssız adadan çok uzakta olmayan, insanlarla dolu bir ada ve hak dine sahip salaman ve absal adında da iki arkadaş vardır. bunlardan salaman zahir, absal ise bâtın ehlidir. ada halkını hak dine dâvet ederler, fakat bunda başarılı olamazlar.

    bâtın ehli olan absal, züht hayatını arzu ederek insanların bulunmadığı komşu adaya gider ve orada hay ile karşılaşır. kısa zamanda dost olurlar. absal ona konuşmayı, ibadet etmeyi ve ilmi öğretir.

    hay bunların absal’ın cemiyetinde tecrübelerden ve kitaplardan öğrenildiğini anlar fakat kendi batini makamında müşahede ettiği hakikatlere uygun olduğunu görünce hayrete düşer.

    iki arkadaş absal’ın halkının bulunduğu adaya giderler. hay orada, kendisinin ulaşmış bulunduğu zevk âlemini onlara anlatır, oradaki şeriatın bütün emir ve esaslarını doğru bulur. kendince her ikisinin de mutlak hakikati incelediğini kabul ettiği hikmet ve şeriatı birleştirir. fakat hay’ın halk arasında yaptığı izah ve telkinler hoş karşılanmaz. bu durumu fark eden hay, telkinlerinin boşuna olduğunu, insanların farklı yaratılışta bulunduğunu, onların büyük bir kısmının yüksek hakikatlere nüfuz etme kabiliyetinden mahrum bulunduğunu, hakikatler bazı remizler (semboller) ile gizlenmezse, halkın tamamen sapıtacağını anlar.

    arkadaşı absal’a zevk ve keşif hâlinin sınırlı sayıda insanlara mahsus olabileceğini, bu sebeple o toplumu kendi mevcut durumları üzere salaman’m idaresine bırakarak ıssız adalarına dönmelerinin daha uygun olacağını söyler. ve absal ile beraber tekrar eski ıssız adalarına dönüp, orada ömürlerinin sonuna kadar manevi âlemlerinin zevkini yaşarlar.

    bilginin değeri problemi

    insanın tabii çevresiyle girdiği etkileşim, fıtratındaki bilme ve yapma kapasitelerini aşama aşama geliştirir. bu epistemolojide gözlem ve deney, fıtratta var olan akıl yürütme kapasitesini harekete geçirmekte, dolayısıyla bilginin oluşumu için akıl da devreye sokulmaktadır.

    teorik (felsefi) kesinlik- görerek, tadarak (tasavvufi) kesinlik

    bilginin değeri problemini ibn tufeyl basit olarak felsefi ve tasavvufi bilgi arasındaki kesinlik farkına dayandırır. buna göre manevi müşahedeyle yahut tadarak ve yaşanarak elde edilen bilgi, gözlem, deney ve akli çıkarımla kazanılan nazari bilgiden kesinlik derecesi bakımından daha üstündür. fakat bu aynı konudaki nazari bilginin yanlış olduğu anlamına gelmez.

    teorik yöntemle elde edilen fizik ve metafiziğe dair bilgiyle tasavvufi müşahede yoluyla ulaşılan bilgi birbiriyle çelişmez, ancak aralarında apaçıklık ve manevi haz farkı mevcuttur.

    bu epistemolojide felsefi yöntemle tasavvufi yöntemin bir çatışması değil birlikteliği söz konusudur. fakat yine de teorik bilgiden velayet mertebesine ulaşanlar bunu allah'ın kendilerine bahşettiği bir güçle başarabilirler. böylece ibn tufeyl tasavvuftaki hâkim kaderci anlayışı da paylaşmış bulunmaktadır.

    insanın oluşumu problemi

    ibn tufeyl'in tabiat felsefesinde insanın oluşumu problemi önemli bir yer tutmaktadır. hay b. yakzan'ın adadaki mevcudiyetini açıklamak üzere ortaya atılan ilk teori, biyoloji tarihindeki "kendiliğinden oluşum" teorisini hatırlatmaktadır.

    hayy'in tamamen mutedil coğrafi şartlarda mayalamış çamurdan oluşumu, bir taraftan hz. adem'in topraktan yaratılışı gibi dini bir açıklamayı çağrıştırırken, diğer taraftan yeryüzünde hayatın nasıl başladığıyla ilgili olarak öne sürülen bilimsel teorilerle bir ölçüde karşılaştırılabilir unsurlar taşımaktadır.

    alemin meydana gelişi

    ibn tufeyl alemin meydana gelişini, farabi'nin ortaya attığı feyiz yahut sudur teorisinin terimleriyle açıklama eğilimindedir. örneğin allah'ın "emr"inden olan ruh, tıpkı güneş ışığının evren üzerinde sürekli ışıması gibi bütün varlıklar üzerine sürekli olarak feyezan eden bir cevherdir. aynı şekilde cismin var olabilmesi için maddenin muhtaç olduğu suretler de ancak tanrı'nın fiiliyle ortaya çıkabilir.

    alem, tanrı'nın zaman dışı varlık verme fiiliyle varlık kazanmış, başka bir deyişle bir fail-i muhtardan (allah) sadır olmuştur.

    alemin ezeliliği problemi

    hay, evreni "bir tek şahıs gibi" tam bir organik bütünlük olarak kavradığında, onun hür bir yapıp yaratana muhtaç olduğunun da farkına varmıştır. kendisi için bundan sonraki problem, evrenin kadim mi yoksa hadis mi olduğunu tespit etmektir.

    filozof, alemin kadim yahut hadis olduğu kabullerinden her ikisinin de felsefi güçlükler içerdiğini ortaya koyduktan sonra, geleneksel felsefi anlayışa uyarak alemin zaman bakımından değil, zat bakımından allah'tan sonra olduğunu ifade etmektedir.

    ibn tufeyl'e göre alemin ister hadis isterse kadim olduğu kabul edilsin her iki durum da zorunlu olarak tanrı'nın varlığı fikrine götürmektedir.

    bütün varlıklar tanrı'nın varlığına muhtaç olup tanrı onların illetidir. halbuki tanrı öteki varlıklara muhtaç olmadığı gibi varlığının bir sebebi de yoktur. o zorunlu varlıktır. en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün mevcudat kemalin zirvesinde bulunan hür bir yaratıcının eseridir ve her biri o'nun sanatının olağanüstülüğünü, hikmetinin nüfuzunu ve ilminin inceliğini göstermektedir. dolayısıyla ibn tufeyl'in tanrı'yı cisim olmaktan yahut cismani niteliklere sahip bulunmaktan münezzeh görmesi, onun tanrı'nın varlığını ispata yönelik delillerinin esasını oluşturmaktadır.

    nefis ve nefsin meadı

    ibn tufeyl'e göre cismani olmayan cevherleri kavrayabildiğine göre insandaki nefsin de manevi bir cevher olması gerekir. metafizik bir cevher olarak insan nefsinin meadı ise bir yönüyle ölümsüzlük, diğer yönüyle mutluluk problemiyle ilgilidir.

    cismani olmayan bir cevher oluşu sebebiyle insan nefsi bozuluşa uğramaz, beden ise ölümle birlikte dağılıp çözülecektir.

    tanrı'nın varlığını idrak ile yetkin hale gelip manevi bir cevher olarak ontolojik realitesini kazanınca ölümsüzlüğü hak eder.

    tanrı'yı ve metafizik gerçekliği tanımamak yüzünden manevi cevherliğini kazanamamış olan nefisler ise ölüm olayının ardından herhangi bir şevk yahut elem duyamayacaktır. şu hâlde onların başına gelecek olan akıbet hayvanların başına gelenle aynıdır. tabii olarak tanrı'yı tanımayan ve o'na iştiyak duymayan hayvanların akıbeti ise tamamen yok olmak yahut yokluk benzeri bir duruma düşmektir.

    tanrı'yı tanıdığı halde o'ndan yüz çevirip tutkularının esiri olan nefisler tanrı'yı müşahededen mahrum kalacak ve dünyada iken tanrı bilgisinden uzaklığı nispetinde uzun sürecek elemlere duçar olacaklardır.

    tanrı'yı tanıyıp o'ndan yüz çevirmeyen nefislerin meadı ise o'nu müşahede etmekten doğan sonsuz haz ve sevinçlerin idraki şeklinde olacaktır.
  • 1106’da gırnata yakınlarında vadiü’l-aş’ta doğdu, 1186’da merakeş’te öldü. işraki felsefesinin endülüs’teki en önemli temsilcilerinden biridir. uğraştığı ve önemli eserler verdiği başlıca konular, tıp felsefe ve gökbilimdi. günümüze ulaşan ve bütün dünyada tanınmasını sağlayan eseri ise (bkz: hay bin yakzan) ya da diğer adıyla esrarü’l-hikmeti’l-meşrikiye’dir. dünyada felsefi romanın ilk örneği ve ilk “robinsonad” olan hay bin yakzan, 14. yüzyıldan başlayarak dünyanın bütün bellibaşlı dillerine çevrilmiş, başta robinson crusoe’nun yazarı daniel defoe olmak üzere birçok batılı sanatçı ve düşünürü etkilemiştir.
  • avrupa medeniyeti üzerinde çokça etkisi bulunan, ama adı çok geçirilmeyen müslüman bir arap filozof.
    müslüman bir arap filozof olarak özellikle belirttim, çünkü bahsedilmemesinin sebepleri bunlar. halbuki einstein'ın çokça etkilendiği spinoza ibn tufely'den çokça etkilenmiştir. sadece spinoza değil; locke, russel, bacon gibi isimlerde de etkisi görünür. bunun yanı sıra galileo, newton gibi bilim insanlarını da çokça etkilediği görülüyor.
    bu arada tarihteki ilk romanı da cervantes değil, ibn tufeyl yazmıştır.

    tufeyl gerçekten de araştırılması, okunması ve öğrenilmesi gereken biri.

    edit: aşağıdaki arkadaş standart bir okur olduğu için anlayamamış konuyu. eğer anladı ise tufeyl'e referans veren avrupa ve amerika'da önemli kitapları ve üniversiteleri göstersin de biz de öğrenelim.
  • müslümanların mağdur edebiyatında sınır tanımadığını tekrar görmemizi sağlamış, ispanya'da 1110 yılında doğmuş 1182 yılında fas'ta ölmüş hekim...

    "arap ve müslüman diye bahsedilmiyor" muş... vay arkadaş... sanırsın gökbilimde ve matematikte kullanılan pek çok tabir arapça değil... avrupa üzerine yatmış.
    bahsedileme fikri nereden çıktıysa?
    einstein ondan etkilenmiş olabilir, o da aristoteles ve platon'dan etkilendi. gökbilim hakkında ortaya koydukları da hala takdir edilir.

    ben hayy bin yakzan'ı okuduğumda 17 yaşındaydım, 22 yaşında tekrar okudum.

    okumak isteyen okuyor yani.
hesabın var mı? giriş yap