*

  • okuz gibi olma durumu
  • (bkz: intolerance)
  • kendi sevdiğinin en güzel, kendi bildiğinin en doğru olduğunu düşünmek ve insanların zevklerine saygı duymamaktır.
  • hoşgörü duygusunun yetersizliği ya da var olmaması durumu. empati eksikliğinin kardeşi, iletişim kopukluğunun anasıdır.
  • olsa olsa, ötekilerin, diğerlerine tahammül edememesidir; biz hoşların, uzaktan gördüğü.
  • ancak karşıtıyla birlikte düşünüldüğü zaman bir anlam ifade eden, bu nedenle de hoşgörünün tanımından yola çıkarak anlaşılabilecek bir kavram.

    hoşgörü, göz yummak, izin vermek, anlayışla karşılamak anlamlarını içinde barındırır. bir yerde hoşgören kişinin, hoşgördüğü kişiden yüksek konumda olduğunu vurgular. hoşgörü sahibi kişi, adeta lütfetmiştir ve karşısındakinin istediğini yapmasına göz yummaktadır. "bırakın kerataları, istediklerini yapsınlar" şeklinde özetlenebilir.

    hoşgörüsüzlük, anlayışın sona erdiği, otorite konumundaki kişinin ya da kişilerin yapılan eyleme göz yummaktan, lütufkarlığını kullanmaktan vazgeçtiği, beğenmediği eylemlere artık izin vermeyeceğini belli ettiği yerde başlar. burada da yine bir hiyerarşik yapının varlığı görülür.

    sokak ortasında öpüşen iki turist düşünelim. türk milletinin her fırsatta vurgulanan ve övgüye mazhar olan hoşgörüsü işlemeye başlar. "onlar gavur zaten. yarın, öbür gün gidecekler. bakmayın, giderler birazdan" şeklinde bir tepkiyle özünde muhafazakar olan bir çevre, bu şekilde, bu eylemi hoşgörmüş olur. aynı şekilde, ankara, istanbul gibi bir büyük şehirden bir köye gidildiğinde de köy yaşantısından bihaber bir kişinin yaptıkları yüzüne vurulmaz ve hoşgörülür. ne de olsa adetleri bilmemektedir. adetler kibarca hatırlatılır ve yapılanlar hoşgörülür. örnekler uzatılabilir. sonuçta herhalde gün be gün azalmasına rağmen hoşgörünün bu ülkenin bir özelliği olduğunu söyleyebiliriz. mesela "çoğunluğu sünni olan bir ülkede aleviler, katolikler, protestanlar, ortodokslar, yahudiler ve diğer inanç grupları ve hatta ateistler, agnostikler vs. birarada yaşıyorlar" gerçeği, hoşgörünün bir kanıtı olarak gösterilir. doğru bir kanıttır.

    kulağa bu kadar iyi gelen hoşgörü iyi midir gerçekten? daha doğrusu, olması gereken sadece hoşgörü müdür ve hoşgörüyle mi yetinmek gerekir?

    işine gelenin işine geldiği zaman, işine geldiği şekilde kaynak gösterdiği batı avrupa'ya ve abd'ye dönüp bir bakalım. orada insanların birbirini boğazlamamasının nedeni nedir acaba? hoşgörülü olmaları mı yoksa başka bir şey mi? fikir bazında olan biteni şimdilik bırakıp fiziksel görüme odaklanalım.

    oralarda türban takan insanlar etrafında kıyametler kopartılmıyor değil mi? tepeden tırnağa küpelerle, hızmalarla, dövmelerle bezenmiş vücutlarını saklama gereği duymayan, sokakta bir görenin şaşkınlıktan bir daha dönüp bakmasına neden olacak insanlar da sırf farklı görüldükleri için kuytularda kıstırılıp dövülmüyor galiba? yazın parklarda yayılmış kızlı erkekli grupler, bikinilerle güneşlenen insanlar da toplumsal huzuru bozdukları için gözaltına alınmıyor değil mi? (akıllara gelmiştir belki, evet teşhircilik suçtur ama bu yazdıklarım teşhircilik sınıfına girmemektedir.)

    yukarıda saydığım türden fiziksel özellikte insanların birarada olması hoşgörünün bir işareti değildir aslında. bu insanların varlığına karşı olanlar da hoşgörüsüzlükten yapmamaktadırlar bunu.

    tolerance ve intolerance nedir ne değildir bir bakalım biraz da. buradan yola çıkılırsa yirmi birinci yüzyıl için türkiye'de hoşgörüsüzlüğün ne olduğu daha iyi anlaşılabilir. bu iki kavramın temeli, ingiltere ve fransa gibi dünyanın başına pekçok dert ve sorun açmış iki ülkededir. sosyal kontrat, sadece laf ola beri gele bir toplumsal uzlaşma değildir. hoşgörüyle de ilgisi yoktur. farklı insanların birarada yaşama haklarını garanti altına alma amacını güder. özünde de (biraz da karikaritürize edersek) şöyle bir düşünce yatar: beğensen de beğenmesen de senin gibi olmayan insanlarla birarada yaşayacaksın. bu toplum senden ve senin gibilerden ibaret değil. kendi fikrini en geçerli fikir sanarak yaşamak istersen işte kapı, nerde yaşarsan yaşa.

    burada bireyin diğer bireylere karşı, bazı haklardan vazgeçmesi sözkonusudur. mesele burada tartışılmayacak kadar derin ve kendi içinde de sorunları olan bir konu elbette ama şunu söyleyebiliriz ki canı örnek vermek isteyenlerin bugün ilk baktıkları ve hatta başvurdukları yer olan batı avrupa, birarada yaşamak kavramının yol açtığı sorunlarla yüzyıllarca uğraşarak, çözümler üreterek bu noktaya geldi. ulaştıkları son noktada insanların birarada yaşamaları için bizim pratikte bildiğimiz haliyle hoşgörü gibi muğlak bir kavrama bağlanmadılar. onun yerine, "insanların birbirlerine katlanmak zorunda oldukları" tolerance kavramına dayandılar. tolerance yüzyıllar boyu yaşananların getirdiği bir birikim ve adalet anlayışıyla sağlama alındı. tolerance'ın intolerance haline gelmesi, yani hoşgörüsüzlüğe bürünmesi de hoşlanmadıkları şekilde yaşamaya, düşünmeye çalışanlardan rahatsız olanların sistem için tehdit halini almasıyla oldu.

    güncel konudan yola çıkarak örnek verelim de soyutluktan çıkalım: türban takmak kişisel bir haktır. türbanlı insanları sevmemek, onların bu haklarına karşı çıkmak, haklarını istemek demektir. buraya kadar kimsenin bir sorunu yok. bir etnik grubu sevmemek de bir haktır ve kimse kimseyi sevmek zorunda değildir. burada büyük bir "ama" geliyor. türban takanlar ve kadınların türban takmasını isteyenler, türban takmak istemeyenlerin karşısına çıkıp dinin gereğini yapın derlerse, oruç tutanlar oruç tutmayanları dine saygı göstermiyorsunuz diyerek baskı altına alırsa, herhangi bir etnik grubu (türk, kürt, arap, ermeni fark etmez) sevmeyenler, onların yaşam alanlarını daraltmaya çalışırsa işte o andan itibaren hoşgörüsüzlük (intolerance) başlar. başlamalıdır da.

    türkiye'nin mevcut yönetim şeklinde, hiçkimse, türban takmak isteyen insanlardan hoşlanmasalar da nefret de etseler türban takmış insanların başından örtülerini çekip alamaz, onları iran'a, arabistan'a süremez.
    aynı şekilde hiçkimse, "biz reklam panolarında kadın ile erkeğin yakınlaşmasını istemiyoruz, abdestimiz kaçıyor" şeklinde fikrini beyanetmekten öteye geçemez, eyleme kalkışamaz. kimseye örtünmeleri için, namaz kılmaları, oruç tutmaları için baskı yapamaz.
    kimse, "kürtler vatan hainidir, onlarla aynı havayı solumak istemiyoruz, ırak'a gitsinler" dedikten sonra onları ülke dışına atmaya çalışamaz.
    kimse, "askere gitmek istemeyenler şerefsizdir" dedikten sonra askere gitmek istemeyenleri yok edemez.

    örnekler çoğaltılabilir. işin özü şudur. bir kişi, topluluk ya da cemaat, savunduğu hayat görüşü, siyasi görüş, dini inanç gibi kişisel nedenlerden ötürü bir başkasını değişmeye, kendi istediği şekilde yaşamaya zorlayamaz. bunu yapmaya çalışanlar, şiddetle bastırılır ve cezalandırılır. işte bu hoşgörüsüzlüktür. dünyanın geldiği noktada bu adil bir hoşgörüsüzlüktür.

    türkiye'de hoşgörüsüzlükten çıkaracağımız anlam bu olmalıdır. bugünkü haliyle bir eleştiri konusu olabilecek hoşgörüsüzlük, yukarıda anlattığım intolerance şekline bürününce, farklı meşrepten insanların birarada yaşayabilmesinin güvencesi olacaktır.

    türban konusunda, terör konusunda ahkam kesen keskin sirkeler, bu milletin yüzde 99 müslümandır, şu kadarı da türktür, bu kadarı da süper gelişmiş türktür derken ve hayali istatistiklerle kendini gaza getirirken acaba bu tür bir hoşgörüsüzlüğe hazır mı? sosyal kontratın taraflarından biri olmak zorunda olduklarını, olmadıkları takdirde hiçbir şekilde seslerine kulak verilmeyeceğinin bilincindeler mi? aihm'ye başvurup "haklarım çiğneniyor ben başımı örtmek istiyorum" diyenler, kendileri gibi olmayanlara aynı özgürlüğü garanti etmeye hazır mı?

    daha net örnekler verelim:

    kılıcını kınında zor zapteden ultra süper hardcore milliyetçiler, muhafazakarlar, türklüğü bir bıngıldağın etrafında ve babalarının malı sayanlar, düşündüklerinizin tam tersini düşünen kişilerin haklarına saygı duymayı taahhüt edecek misiniz?

    türban mağduru vatandaşlar, yaz sıcağında minilerini çekmiş kadınlar sevgililerini öperken başınızı çevirip uzaklaşmakla yetinecek misiniz? din bunu emreder minvalinde argümanlarla toplumsal hayatın sınırlarını çizmeye, uymayanları zorla, şiddetle yola getirmeye çalışanlara karşı cephe almaya hazır mısınız?

    laikliği kutsal kitap haline getirenler, hoşlanmasanız da her dinden insanın dinini canının istediği gibi yaşaması için mücadele verecek misiniz?

    vatansızlar, dünya vatandaşları, kendiniz gibi olmayanlarla birarada olmaya tahammül edebilecek misiniz?

    sadece popüler olan konuları saydım ama örneklerden yola çıkarak herkes kendi örneğini ekleyebilir herhalde. özgürlüğü ve bireysel hakları, sadece kendi istekleri gerçekleşene kadar sevenler, ikiyüzlü ve çıkarcı davrananların ayrışması için bir yol sunar hoşgörüsüzlük. özgürlük bayrağını koluna takıp diyar diyar gezenlerin iç yüzünü ortaya çıkarmakta kullanılır bu kavram. samimiyet testidir.

    gidiş bu gidiş olursa, belli ki yakın gelecekte birbirinden hoşlanmayan insanlar arasında çatışmalar artacak, belki de yayılacak. daha önce olmuştu da oradan akıl yürütüyorum. bu iş kaotik bir ortama gider de gücü gücüne yetene haline dönerse, kim kazanır, ne kaybederiz bilemem. ama o güne kadar bugünkü sistem geçerlidir. türkiye bugünkü haliyle bizim bildiğimiz anlamda bir hoşgörü ülkesi olmaktan çıkıp bir türlü kavrayamadığımız haliyle bir hoşgörüsüzlük ülkesi olmalı. mevcut sistem, buna müsait ve bunu amaçlayacak şekilde oluşturulmuş zaten.

    kimseyi sevmek zorunda değiliz ama herkes herkese tahammül etmek ve haklarına saygı duymak zorunda. bunu yapmadığımız zaman meşru bir hoşgörüsüzlük başlamalı. aksini düşünenler açıkça başkaldırmalı ki kimin ne olduğunu, ne istediğini açık seçik herkes anlasın.

    not: ne diyor be bu diyenler için:

    http://en.wikipedia.org/wiki/social_contract
  • insanoğlunun en büyük lanetidir.
  • cahillikle beslenip büyür, ta ki bir toplumu yok edene kadar.
  • bu benim çoğu zaman. baya benim, yani bu kavram ete kemiğe bürünmüş düşünmeyenadam diye görünmüş.

    tahmin ettiğinden biraz farklı ama sevgili sözlük yazarı/okuru. kafamdaki liberal bias'a uymayınca yahut çok basit ideallerin dışında gerçeklikler olunca çok öfkeleniyorum. hiç bir şey yapmıyorum, sadece çok öfkeleniyor, kaldırımlara bakıp kapak tekmeleyerek yürümeye devam ediyorum. sonra gidiyorum bir bira alıyorum. olayım bu yani, sadece tolere edemiyorum ve çok mutsuz oluyorum bu yüzden.

    neyi mesela tolere edemiyorum?

    bir sik bilmeyen, kitap okumayan insanların konuşmasına mesela dayanamıyorum. bunu yaptıklarında baya kalkıp gırtlaklayasım geliyor. (şiddete meyyâlim var, ama bir kere bile kavga çıkartmadım)

    yahut durumu olmasına rağmen pis gezen, duş almayan ve kötü kokan insanlara gerçekten tahammülüm yok. hoşgöremiyorum bu davranışlarını. birkaç kere açıktan "kötü kokuyorsun amk" diye haykırdığım da olmuştur şimdi, yalan yok.

    //annemin babamı tercih etmesi dahil olmak üzere;// kadınların efendi erkek yerine piç erkek tercih etmesine mesela tahammülüm yok. sonra gelip zırlıyorlar "ama neden böyle oluyoğr" diye.

    direkt hayvan sevmeyen, onları sokaklarda istemeyen insanları tolere edemiyorum.

    diğer insanların özgürlüklerini kısıtlayacak organizasyonlar altında örgütlenip (istersen adına akp de, istersen mhp, istersen direkt cami ya da mescid de. istersen add umurumda değil.) özgürlük meleği muamelesi gören yavşaklara hiç tahammülüm yok.

    rasyonal düşünceyi reddeden, "bilimle inancım çelişirse inancı tutarım" diyen saçma sapan mantığa toleransım yok yine.

    ve böyle böyle bir sürü şey daha...

    ha, dediğim gibi böyle oluyor da sonunda ne oluyor? en fazla birkaç sözlü münakaşa. şiddete eğilimim vardır, şiddetten keyif de alırım ancak şiddeti hiçbir zaman meşru görmedim hiçbir zaman uygulamadım. mutsuz olup iki bira çakıyorum işte. birkaç şarkı söylüyorum filan. böyle şeyler.
hesabın var mı? giriş yap