• tinin görüngübilimi’nde bilinç biçimlerinin tarihsel ekonomisini çözümleyen hegel, bilincin karşısına aldığı nesnenin bilgisiyle bilincin kendisinin hakikatine ilişkin bilgiyi birbirinden ayırır. ilki hakiki olana denk düşerken, ikincisi hakikatin bilgisinin bilincine karşılık gelir:

    “… bilinç bir yandan nesnenin bilinci, öte yandan kendisinin bilincidir; onun için hakiki olanın bilinci ve hakikatin bilgisinin bilinci.”

    burada hegel, nesnenin ve kavramın çoktan bilinçte olmaları olgusundan ötürü (ki hegel, burada kant’ın öznenin bilgideki kuruculuğu mirasını devam ettirir) bilincin kendisinin bu iki bilginin bir kıyaslaması olduğunu belirtir. bilincin bu kendi kendisini sınaması, bilincin kendiliğindenliğine ve öz-yapısına aittir. hegel’in yaptığı özgün katkı; bilincin, nesnenin bilinçteki kendinde-varlığı ile onun bilincin bütünlüğü (bilincin kendi üzerine düşünümü açısından) içindeki bir moment olarak varlığı arasındaki ilişkinin doğasına dair söyledikleridir. bilinç bilgisini –kendi içinde kurulu olan- nesne üzerinde sınar ve ikisinin uyumundan nesnenin hakikati çıkar. bilinç tarihsel deviminde –örneğin duyu kesinliğinden, algıya ve usun kesinliğine ilerlerken- bilinç nesnesinde bilgisinin ona karşılık düşmediğini bulduğunda, bilgisini değiştirir. bilginin değişimi ile nesnenin –bilinç içindeki- kendisi de değişir çünkü varolan bilgi özünde nesneye aitti ve bilgi değişirken nesne de başka bir nesne olur:

    “bilinç için yeni hakiki nesne ondan kaynaklanıyor oldukça, sözcüğün tam anlamıyla deneyim denilen şeydir… yeni nesne, o ilk nesne (değişimden önceki) üzerine yapılan deneyimdir.”

    hegel’in tartışmamıza getireceği ufuk ben’in başka ile olan ilişkisinde ben’in mekansallığına verdiği önemle ilgilidir. bu mekansallık, bizim “esnek içe-kapatma” olarak adlandıracağımız bir ben ve başka ilişkisini doğurur zira düşünümselliği içerisinde ele alınan nesnenin bilinçteki varlığı/mekanı (bilinç için nesnenin kendindesidir) ile bilincin yetilerin (anlama, uslamlama, hissetme) kendilerinin bütünsel mekanı arasındaki ilişki tarihsel deneyimle birlikte uyuşmazlığa sürüklenir. böylece bizim esneklik dediğimiz kavram açıklaşır, bilinç öz-sınamasında bütünsel hakikatini ve o hakikate konu alan nesnelerin bilgisini değiştirmek zorunda kalır: saf düşünümselliğin kendi-üzerine kapanmış hakikati, gerçekliğe doğru yeniden bükülür ve ona bulaşarak yeniden kendisine döner. böylece deneyim denen bilinç için-de bu yeniden-nesne yapma, aynı olandan başka olana geçiş, düşünümselliğin saf kapatılmışlığını mekansal olarak ben’de gerçekleştiriyor olsa da, tam da bu değişimin imkanı olan gerçekliğe bükülme bizim yazıda gelecek olarak ele alacağımız zaman kavramını ortaya çıkarır.

    yaşamın bir geleceği olması ancak ondaki yetilerin henüz tüketemediği başka’ların olmasıyla mümkündür ve bu başka’lar gerçekliğe doğru bükülen ve kendi hakikatinde sallantıda olan bilincin içine alındıkça tinin yolculuğu sürecektir. hegelci mutlak bilgi ile ilgili tartışmaları bir tarafa bırakan bu okumanın bize söylediği, hegelci bilgilenme ufkunun değişimi, esnekliği ve ben’in başka ile olan ilişkisi üzerinden kendisini başka bir mekanda ve başka olarak konumlandırmasını mümkün kıldığıdır. ben’in yetilerinin başka-bir-mekanda yeniden örgütlenişi, tam da bilinç ile nesnesi arasındaki uyumsuzluğun zamanından doğar, daha doğrusu ikisi arasındaki uyumsuzluktan zaman doğar. böylece bilinç dışarıya, gerçekliğin dağınıklığına ve kendisine yabancı olana yönelir, onu araştırır, onu dinler, orada bekler ve sonra başkadan kazandıklarıyla kendisini başkalaştırır, ben bir başka ben olur. böylece ben’in saf düşünümsel kapatması, başka’nın metafiziksel bir şiddet içinde indirgenerek, ona ait farkların bilinç için aynı kılınması hakikatin yalnızca bir kısmını ilgilendirir (ki foucault, levinas ve derrida bu açıdan eleştirirler hegel’i); işin en az bunun kadar önemli olan yanı böylesi bir esnek kapatılmanın, gerçekliğe bükülmenin bizatihi düşünsel kapatmanın kendisinin içeriğini ve biçimini ihlal ettiği, yetilerin mekanını daha yüksek bir biçimle düzenleyerek, ona yeniden gelecek bahşetmişçesine, onu yeni bir mekan/birliktelik içerisinde örgütlediğidir. bu da tam da ben’in değişmesi, ben’in kendisinin bir başka olması anlamına gelir. bu noktaları açık kıldıktan sonra levinas’ın başka ile düşünümsel olmayan ilişkiye değin söylediklerine geçebiliriz.

    levinas: “başka ile düşünümsel-olmayan bir fark zamanına, yara-sa-ya yönelim”

    başka'nın ekonomisi levinas için yeni olmak zorundadır, ontolojiden, olanı varlıkla anlayan şiddetin kuramsal biçiminden ayırt edilmelidir ve daha önemlisi bunu görme/bakış üzerinden yapan batı metafiziği'nin düşünümsel ekonomisi sorgulanmalıdır. dilin ya da düşüncenin ışıklandırması yerini başka'ya saf saygıya, düşünümselliğin ve her türlü ışık/bakış ilişkisinin ötesinde kurulan bir çıplaklığın deneyimine bırakmalıdır. hegelci yeniden okumamız açısından levinas, düşünümsel kapatmadan tamamen özgürleşmemizi ve anlama, düşünme ve hissetmenin ben-dolu içeriğini bir kenara bırakarak; ondan tamamen ayrı bir zamansallığa teslim olmamızı öneriyor. bu zamansal teslim oluşta, düşünümsellik yerine düşünümsel-olmama, birlik yerine bir araya gelmeyen çoklar, ışıktaki görme yerine duyma söz konusu edilir. mekansal yeniden-örgütlenme ve bellek, ben’e geri dönüşün reddedilmesi yüzünden imkansızlaşır.

    levinas’a göre başkadaki çıplaklığın (bizim hiçbir şeyini giydirmememiz gereken o saf çıplaklık) sesi bakışın ve olana varlık biçen düşünümün ufkunu aşar. levinas'ın ilk emir, ilk metafizik, esas olan derken ima ettiği budur: etik yasa, metafiziksel yükseklik, en yükseğin de ötesindedir, aşkın olanın sürekli yükselmesidir. bu teslim olma biçimi kendisinden vazgeçme halini almadan ne başka'ya ne de geleceğe bir saf saygı oluşabilir. buradaki gelecek, içinde hiçbir şimdinin ya da geçmişin bir çökeltisinin bulunmadığı, ufukların ufkundan bile görünmeyen teslim oluşun geleceğidir. bu teslim olmanın yeniliği birleştiren ve ayıran ışık ortamının, batı metafiziğinin düşünce ortamının, arkada bırakılmasından kaynaklanır; öylesine arkada bırakılır ki başka ile yüz yüzelikte ortaya çıkan bir buluşma, görüsel/mekansal olmayan bir kendinden-kayma, düşünceden-kayma, varolanın bütün biçimlerinden kayma gerçekleşir.

    gerçekliğe doğru ben’in yetileri ve kuvvetleri üzerinden bir bükülme, ben’den hiçbir destek yoktur burada; salt zamansal olanın bozunumuna uğrama vardır. öznenin kendisinin ortaya çıktığı düşünsel yetiler mekanından, kendisinin yok olduğu bir zamana, gece mırıldanmalarına kesikli geçiş tezahür eder. hegel’de ben’in dışında olsa da onun desteğiyle gerçekleşen uzanıma zıt olarak (ki gerçekliğe bükülme, esneklik demiştik) levinas’ta başka ile saf ilişkiden zaman doğar. böylece levinas açısından hegel aynının, farklılık görüntüsündeki zamanında meşgul olmayı sürdürür. varolanın her türlü biçimi ve kurulmuş anlamı ben'in özdeşliği içerisinde indirgenen bir dünyanın işgaline uğramışken ben'i işgal edilmemişin kapısına bırakmak ve açmayı, ışığın gözü açmasını, arkadakini göstermesini beklememek, oradakini duymak, yüz yüze gelmişçesine onu yüzünden yeni bir dili öğrenir gibi okumak, bakışın anlamayı dışta tutan düşünümsel şiddetini geride bırakmışçasına işitmek, başka'nın karanlığını, bize görünmeyenini işitmek,,, levinas bize bunları vaat eder: bu vaat, görünmeyenin, saf geleceğin izini hissetmektir, başka ile bütünleşip onu eritmeyen ben’in mekanının kendisinin dağılışıdır. mekanı aydınlatan ışığın, kendi karanlığına gömülmesidir. bilincin elinin başka’dan çekilmesidir, elin bilinçsiz, salt dıştaki sorumluluk hareketidir, zamanın bilinçsizleşen bir mekan olmasıdır: fark zamanı dediğimizin oluşumudur.

    bu başka ile levinasçı buluşma, bizim hegelci yeniden okumamızın desteğiyle yara-sa metaforu üzerinden okuyacağımız bir ekonomidir. “yara-sa”, hegelci yeniden okumamız içerisinde gerçekliğe bükülme olarak adlandırdığımız olayın ismidir. tam olarak düşünümselliğe, kendisine geri-dönmeyen, ben’e yeniden tutunmayan bir arada kalmışlık halini anlatır, bu yüzden iyileşmeyen ben yarasıdır, ben’e yabancıdır. bu yarada bize sızmamış, düşüncemize yabancı bile olamayan, bütün düşünsel sınırlara direnen bir tersi, bir dünya-yarası mevcuttur. ben’in mekanında gerçekliğe gidişin imkanı olan bu başkalık kapısı, düşünceye sınır değildir, ona terstir ve ona terslenir. ancak bu yarayla düşüncenin, ışığın ve tarihin derisinin dışına taşar ve başka'nın bize hiç ait olmayacak bedenine gireriz: bu yaradan içeri girme, dünyaya ters dönmedir, bütün kuralların havaya düştüğü bir yerdir ve orada düşünce kaçacak bir delik arar ve yarasayı görür görmez, bütün aynı'lık, bütünleştiricilik silahlarını bırakır. ben, saf deneyimin çıplaklığında, kendisinden ola ola yaranın zehrine bulaşır ve dışarının içerisine doğru çekilir. yarada ben'i, düşünceyi unutmak başlar, yara'da yarasanın tersliği ortaya çıkar. düşünce ruhunun en yüce bir şekilde parladığı değişmez özellikteki gözlerden uzakta, ihlal edilen sınırları için puslu bir savaş havasının ardına düşmektedir fakat yaradan içeri giriş yoktur, yarasalar bütün yüksekleri tutmuş ve onu düşünce olan mağaranın içine kapatmışlardır.

    burada yarasaların tutuşu levinas adınadır; levinas yaradan, başka’dan geri dönüşü arzulamaz, farklı bir şeyin yaşantısını kendisine katmak için bile olsa ben’in yeniden bütünleştiricilik talebine izin vermez. hegel ile levinas arasındaki temel fark da buradan çıkar: hegel, hakikatin ve ona ait nesnelerin yeniden-yapılmalarını borçlu oldukları gerçekliğe bükülmeyi ben’in kendisinin bir tecrit edilmesi olarak ele almaz; daha çok ben’in hakikatini zamansal olanla birlikte esnettiği ve yükselttiği yeni bir hakikat-mekanını düşünür; böylece burada gerçekliğin zamanı hakikatin mekanının, kısacası ben’in bütünleyici yetilerinin hizmetindedir: ben, daha yüksek bir ben yani başkası olmuştur fakat bu başkası önceki ben’den ilişkisizlik ya da saf ayrım içerisinde gündeme gelmez; öncekinin bir gelişiminin ürünüdür, önceki ben deneyimle geçilen yeni-ben’de içerilir. böylece bilinç tarihsel bilgisinin sürekliliğini garanti altına alır. levinas için ise yaradan geçişle birlikte başka’nın sorumluluğu saf olarak karşımıza gelir ve oradan dönüş demek, ben’in kendisinin yeni bir tahakkümüne doğru gidiş demektir, yeni bir bütünleyiciliğe araç olmak ve başka’yı kendisinde olduğu gibi dinlemek yerine onu düşüncenin ve ışığın aynılaştıran yapılarına teslim etmek demektir. bu da ışığın, varlığın olanlar üzerindeki şiddetinin süreceği manasına gelir. levinas ben’in direnişini kırarak onun mekansal birliğini yıkmak istemekte; mekansal birliği zamansal çokluğun hizmetine sunmaktadır. hakikatin mekanı dağılmalı ve gerçekliğin zamanı olarak, gelecek olarak saf başka’ya saygıya hizmet etmelidir.

    bu hizmet etmede ışık yoktur, görme yoktur, tarihsel hakikat mağarasının yukarıya doğru yükselen anlam ve bakma katmanlarına bir karşı çıkma, orada yokmuşçasına derin uykuda olma vardır, bilinmeyenin yeni şahlanışı gibi çarpacak derin uykuya geçiş vardır. yarayı hissetmek ilk emri hissetmek ve ona kendisini bırakmaktır. yaranın -yüksek-zehirlerinden vücut bulan yarasanın hissetmesi, insan olmanın en temel etik yasasının içe çekilmesidir ve bu içe-çekilmede varolan düşüncelerin, ben'in monoton ve tekrar edici oyunlarının hiçbirisinde bulunmaz. orada, bulunmayışın dalgalı, titretici yüceliği bulunur ve bütün hiçliği kateden bir karanlık dil dilsizleşir karşımıza et olarak dikilir, ben'i ihlal eder başkası ve vücut bulur. bu ihlal da tam foucault’nun bahsettiği ihlaldir, dilsiz, bilinçsizdir, sürekli yenidir ve sürekli olumsuzlayan gölgeye takılı kalmıştır. başkası dışarısı olur ve biz ona doğru saçılırız, düşüncenin bütünselliği kum tanelerine parçalanır ve anlamlı, işaret edici olmaktan çıkar. böylece aklın yetiler mekanı olan birliği, egemenlik altına almak isteyen kendi yapısından sıyrılır: başka'yı işaret etmeyi bırakırız, onu belirlemeyi, onu düşünmeyi, onun için istemeyi, onu kendi içimizden arzu etmeyi keseriz. ona doğru gideriz, onu görmeyiz, kendimizi dışarıya bıraktığımız melankolik ve sisli bir gün ışımasında yaşarız. düşünmeden, kendimizi görmediğimiz gelene bırakmışçasına yaşarız, yara-sa-laşırız. başka'nın tarih-dışında kalmış geçmiş yaralarını okuruz. yarasaların yüce ruhlarını anarız ve tersliğin bu kadim türüne saygımızı sunarız. böylece bu saygı sunuşun, en temel etiğin yaşamına yükseliriz. yalnızca başka olarak geleceğe de başka olarak geçmişe de yeniden sahip çıkarız, bütün unutulmuşları, ayrıntıları sonsuz samimiyetle yeniden gündeme getiririz.

    yarasanın, ona gelmekte olanı, dünyaya ters bir biçimdeyken hissetmesi ama görmemesi gibi, onu ses radarıyla taraması ama onun içine girmemesi gibi, başka'nın ben'i taraması, işte ihlali bu bilinmeyene yaraya doğru gidiş/giriş başlatır. gitme karşılıklı gibidir, biz gittikçe içimizde olan ama bizim düşüncemizle yakalayamadığımız bir öte-yan bize doğru, hiçbir zaman görüşümüze düşmeden sesleniyor gibidir. aslında bu karşılıklı seslenme fakat bulamama, dünyayla olan ve gözden kaçırılan bütün ilişkilerin yüreğidir levinas’ta. yarasa düşüncenin kendi imkanı olan sesi ortama verir, karşılaşma olmayanı böylece gözden kaybederiz, unuturuz. blanchot'nun dediği gibi beklediğimizi unutmaya başlarız, düşünce unutmada bekleşmeye başlar, kimi/neyi beklediğini bilmeksizin: bilme olan gözlerini kendisinden çıkartıp atmışçasına. ancak bu unutarak yaşama halidir ki, kendine gelmeleri ve bütünleşmeleri imkanlı kılar, zaman ve uzay görüsü bile kesikliklerin içinden doğar. işık sesleşmenin, unutmanın ardından gelir ve batı metafiziği'nin uzunca yalnızca varlık içine kapattığı bu ses, kendi özgürlüğüne bu yoldan açılır.

    levinas’ın yeni başka ekonomisinde ben'in farkındalığı denizin üzerindeki bir tahta parçası olarak yüzmeye başlar ve farkın sonsuzluğunda küçüklüğünün hiçliğini sezdiğinde, zamansal/mekansal olmayı bırakır, orada öylece beklemeye başlar, bütün neden sonuçlardan ayrı bir şekilde, geleceğin öngörülemezlerine, elementleri insanın tekil deneyimini aşan bir etiğin sonsuz çarpmalarına maruz kalır: bir mağara ile karşılaşınca, karanlıkta sonsuz yarasanın acılı ve merak uyandırıcı çarpmasına kalan insanın durumu buna benzerdir. insan orada bir yara hisseder, başkanın çığlıklarını hisseder ve kendi bencil aynasına/bilincine yansımayı askıya alır. böylece tanımsız kalan bir yara, bir acı hissi parçalanmayı ve birlik-dışında olmayı, ben’in kuruculuğunun ürünü olan bildik nesnelerinden kurtulmayı başlatır.

    başka ile buluşma, düşünümsel-olmayan tarafından bu taranma bilincin kendisini ürkütür. taranma bizzat varoluşun da yegane imkanıdır. insan, kendisinden önce insan olmuştur, ben başka'ların sonsuz dansında varlığa çıkmıştır. il ya (var) anonim varoluş olarak, bütün varlık ve yokluk biçimlerini önceleyen bir hiçliğin zamanını felsefeye dahil eder (bu hiçliğin zamanı, başkanın sonraları levinas’ta ölüm olarak da ele alınışında etkili olacak ve batı metafiziği bu sefer de ölümü hiçbir zaman varlık ve yokluk karşıtlığının ötesine taşıyamamış olmakla eleştirilecektir). bu anlamda başkanın ekonomisi aslında en son keşfedilen olmasına rağmen, levinas için ilk ve temel yaşam felsefesidir, kökensel metafiziktir.

    işığın, bakışın, varlığın, ontolojinin, düşünce ve madde ikileşmesinde vücut bulan düşünümsel tarafsızlaştırmanın/nötrleştirmenin mekanı olan şiddetle doldurulmuş geçmişin sadık kalmadığı ilk çıkış noktası: aynı'nın şiddeti, aynı'nın sonsuz türlülükte tekrar eder görünen ışık oyunlarının kapattığı ve derin uykuyla betimlediği karanlık yaradır. yeni ekonomi, yeni yarasa, geçmişin hakiki temsilcisi, bu oyunlara bir son vermelidir. karanlıktaki yaraya giriş için bir yarasalılık deneyimi gündeme getirilmelidir. ancak böylelikle başka'nın çıplak deneyimi, ben'in dışında, farkın kalbine, hakiki mevcudiyetin sesine erişecektir: hep kendini ihlal edenin, genişleyenin erişmesi: yarasanın taramasının/dilinin ışığın karanlığını fethi... bütün insani yenilgilerin gerçek yeri: mutlak kökenlerden ve düşünsel ufukların çizdiği geleceklerden farklı bir dile gelişin asıl başlangıcı.

    bu farklı dile gelişin yeniliğini belki de düşüncenin ben'in içkinliğindeki tahakkümüne başkaldırmasıdır diyebiliriz zira levinas'ın kendisi de bir tür düşünümsellik izine yenik düşmeyle yüzleşir. son olmayanı sona yerleştirmek, düşünümsel olmayanı düşüncenin ihlalinin tehlikesine atmak demektir. bu saf geleceğin nasıl saf kalacağı sorusunu da gündeme taşır, geçmişin bütün izlerine bir mesafe çeken, başkalık tasavvurunu ben'in düşünceleştirici, soyutlamacı, temsil edici yeteneğinden uzakta konumlayan bu başka deneyiminin yazının ötesine nasıl geçeceği sorulur. yazının kesikliği özümsemiş yaralarını, ifşa eden bu mevcudiyetin saklı biçimi eyleme nasıl akacaktır, bütün deliklerin bir bütünün simgesel gücü haline dönüştüğü nesneler dünyası nasıl yara-sa-lanacaktır? kendisini eylemin ansallığına ve öngörülemezliğine bırakışını yazının merkezi, düşünümsel kayıt altına alma biçiminden bile kurtaramayan bu ihlal merkezli kaymanın, mağarada derin uykuda bulunan yara'nın ben'deki mevcudiyetini, gün ışığına nasıl çekeceği,,, önümüze dikilen büyük hakikat anlatısının ilk sorusu olur.

    derrida, levinas okuması olan şiddet ve metafizik'te bunlara dikkati çeker ve hegel-karşıtı bu felsefenin ona özellikle gözün ruhsallıkla ilişkisi ve başka ile yüz yüzelikte nasıl da hegel felsefesine değdiğini not eder. bu not etme, saf gelecek, gerçek gelecek tasarımına da giden bir yolu döşer aslında. hegel'in fenomenoloji'de izini sürdüğü ben ve başka arasındaki arzu'nun saf düşünümsel olmadığı düşünüldüğünde, levinas'ın ben ve başkası ilişkisini, bütün ontolojiyi metafiziğe, etiğe altgüdümlü kılan bu emir felsefesinin şimdi ve gelecek ilişkisi-zliği-ne nasıl taşıyacağı merak edilir. saf bir gelecek deneyimi nasıl mümkündür? yarasaların, düşünceyi, düşünce/ben farkında olmaksızın ihlal ettiği durumda yarasanın içe geçmeyen taraması/duyması sesini kendi özdeşliğinde, kant'ın gösterdiği üzere tamalgının birliğinde tutan ben'e nasıl iletilecektir, gelecek şimdi'ye nasıl iletilecektir, şimdi'nin geleceğe gitmesi, onu belirlemesi ya da onu kendi sınırlarından ihlal etmesi mümkün olmadığına göre bu yeni başka ekonomisinin geleceğin şimdi'ye temas etme edimlerini nasıl göstereceği sorusu yanıtsız kalır. tam da bu yanıtsızlık bizim ihlal mantığımızın çarpıklığı, dolayısıyla özgürlüğümüzün imkanı denebilir ve buna sarılan levinasçı düşünce bu noktada sessizliği ya da düşüncenin ötesine konumlandırdığı ihlal edici kuşunu çok yükseklerde, saygıyla izlediğimiz yükseklerde uçurabilir, fakat o bizim görüş sahamıza -olduğu şekliyle, büyüklüğüyle değil ama bir biçimiyle- hala kendisi gibi kalarak dahil olmazsa geleceğe nasıl gideriz? başka'nın bu en temel ama yeni ekonomisi saf geleceği garantiye alırken, onu yalnızca yazı'nın saf belirsizlik ekonomisine emanet etmiş olmuyor mu ve bu emanetten, sonsuzca öğreneceğimiz olsa bile, geriye emaneti vereceğimiz/göreceğimiz bir ışık kalmazsa kendimizi duymaya nasıl devam ederiz?.. bu, sonsuzluktan kendi sonumuzu çıkarmak da istemeyiz mi?

    saf geleceğin saf başka'lığı bize nasıl gelir? soruyoruz... derrida'nın sorular cemaati dediğine katılıyoruz, orada uzunca kalmamak, saf yaranın getireceği saf kan kaybında ve saf körleşmede uzunca kalmamak kaydıyla... yara-sa-yı nasıl hissederiz ki gelişini gördüğümüz yalnızca duyduğumuz olsun ve duyduğumuz düşüncemizde olmayanın özü olsun... böylece ben'in başka bir geleceği olsun, saygıyla ve çıplaklıkla yaklaştığı. bir daha soruyoruz ve tersten: bütün -düşünce ile- giydirdiklerimizin dili başka'nın gecesi tarafından siyah bir çıplaklığa/dilselliğe boyandığında gece ve duyma olan başka, ben'i nasıl yutmaz? bütün bunları ifade ettiğimiz dil nasıl silikleşmez...

    ben'in içindeki bir yara'nın açtığı iz, sonrasında görünmezleşse ve başka bir bedenin ekonomisine dahil olsa bile, ilk açılışın özgürlüğü bizim bedenimizde/düşüncemizde/ışığımızda parlayan bir karanlık mağara ışığının bedenindeki yara-sa değil midir? keşfedilmeyi, sonsuz ihlale uğramayı beklese de, başka'ya çıplak deneyimi verecek olsa bile oraya giden izin düşünsel derin uykusundan, yarasanın ters duran buz halinden vazgeçebilir miyiz? kendi bedenimizin/düşüncemizin/ışığımızın yeni başka ekonomisi için feda edildiği saf bir teslim olma, yaranın patlaması ve bütün ben'i ele geçirmesi, derin uykuda kaldığı yerde uyanması ve ben'i, bu düşünümselliğin en yüce evrenini paramparça ederek saf saygı, geri çekilme ve varoluşsuzlaşmayı temin etmesi vuku bulduğunda,,, o zaman yara-sa üzerinden ancak saf saygıya açılan başka'lık deneyimi, yalnızca yaralardan ve ayrımlardan oluşan bir evrenin başka-edici, somutlayıcı-yüksekleştirici-hakkından fazlasını verici bir tahakküm dünyasına dönüşmez mi! o zaman ben'in kendisinin saf deneyimini başka'ya şimdi gösterdiğimiz yara saygısı gibi arar olur muyuz? o zaman ben'in kendisi sonsuz ses mağaralarının saf saygısında hep uyanık kalan minik bir yara, başka bir bedene açılan bir ufak ışık olur mu?.. başka'nın durumunu, geleceğe olan saygıyı gözlerimize, kulaklarımıza açan düşüncenin ben'in başka'nın konumuna düşmemesi için de yapması gerekenler olduğu açıktır...

    levinas’a derrida’nın okuması ve hegelci yeniden okumamız kapsamında başka sorular da yöneltmemiz zorunlu görünüyor. öte yandan bu soruları kendi içimize ve geleceğe/gelişmeye bırakıyoruz. hegel’de ben’in kendi içinde kendisiyle ve kendi geleceğiyle olan ilişkisi açısından, kısacası kendisi ve kendi gelecekteki hali için (yani şimdideki ben ile gelecekteki başka ben arasındaki) nasıl açılımlar sunduğunu ve bunun gerçekliğe bükülme üzerinden bir yeniden-kapatma, fakat esnek bir mekan kapatması olduğunu ifade etmiştik. buradaki kapatım, zamansal değildir, zaman tam tersine olarak bu yeniden-örgütlenişin mekanını değiştirir ve yükseltir. böylece, levinas’ın okumasında aynılaştırıcı, birleştirici, indirgeyici ve farkları silen ben oyunlarının –ki başkaya saygı açısından bunlardan kurtulmak zorunludur- hegel’in bu okunuşu kapsamında kimi eleştirilere açık olduğunu görebiliyoruz. öyle ki levinas’ın önerdiği yarasalılık deneyiminin özsel ve temel kılınması halinde, ben’in aynı zamanda kendi geleceğindeki başkaları feda ediyor olduğumuzu düşünebiliriz. ben’in diyalektik hareketi, ya da herhangi bir hareketi onun saf bir düşünümsel-kapatma yetisi olduğu düşüncesini zayıflatır.

    ben’in başka ile olan levinasçı saf düşünümsüzlük ilişkisinde, bu zamanın farklılığına hakikatin mekanının sürülerek ben’in kendi özdeşlik gücünden yoksun bırakılmasında, kendi ayrım ve kendini gelecekleştirme gücünden de sürüldüğünü anlıyoruz. kuşkusuz bu gelecekleştirme, aynı zamanda insanın özgürlüğünü de ilgilendirir çünkü gelecek tüketilmemiş olayların, farklı ilişkilerin gündeme gelmesi ve onların yabancılıkları olduğu kadar, kısacası zamansal bir belirlenmemişliğin ismi olduğu kadar, mekansal bir belirliliğin, ben’in yöneldiği yerin de ismidir. ben’in kendi deneyimleri vardır, kendi deneyimleri ve olanakları üzerinden geleceğe gitmekte, hegel’in gerçekliğe bükülme dediğine benzer olarak bir bütünsel mekan üzerinden daha bütünsel bir mekana yolculuk yaşamaktadır. bu yolculuk da yönelimin, geleceğin gelecek olarak imkanlarından birisidir, geçmişin deneyimleri ve onların ben’deki aktarımları olmaksızın başka’ya duyulacak, başka için kazanılacak saf deneyimler de yok olacaktır çünkü saflıklarını, yabancılıklarını düşünülmemiş, yaşanmamış, bütünlenmemiş olmalarına borçludurlar. böylece yazının içerisinde başarılı bir şekilde sergilenen başkayla saf ilişkinin düşünümselliğin hareket eden doğasının yakalayıcı gerçeklikleri içerisinde nasıl korunacağı sorusu yeniden belirir.

    ben, nesnelerini ve onlara ait hakikatleri esnekliği ve zamana açılımı üzerinden yeniden-bütünlerken önceki hallerini de belleğine alır ve bu önceki haller ben’in tarihsel olarak kazandığı deneyimlerin geleceğe aktarılabilirliği açısından hayati önem taşır. bu aktarılabilirlik, ben’in kendisinin bir başka olarak geleceğini de garanti altına alır. ruh bir mekan olarak, levinas’taki gibi yalnızca saf başka’nın zamanına teslim edildiğinde, insanlığımızı da geleceğimizi de yitiririz. bu salt başkalıkta, salt kendimiz olmayan boşlukta kazandığımız ise sonsuz bir karanlık noktada, sonsuz yara-sa-nın içinde derin bir terse çevrilmişliktir ve bu ola-geleceklik ben’in esnek olmayan soyutlayıcı kapatması kadar tehlikelidir. bu da geleceğin ola-gelen öngörülemezliğini tehlikeye atan bir durumdur. bu nedenle gerçekliğe bükülme, hakikatin mekanı, gerçekliğin zamanı olarak kavramsallaştırdığımız olayların yeniden-düşünülmesi ve bükülmenin bilinç-kapatması ile nasıl bir ilişkide olduğu incelenmelidir. burada levinas’ın başka ile olan saf ilişkiye dair çıkarımlarının gerçekliğe bükülme anındaki bilincin durumu ile bilinç ve ona başka olanlar arasındaki yeni ilişkinin anlaşılması açısından önemli bir perspektif sağlayabileceğini düşünüyorum. çünkü bilinç bu kırılmadan önce kendi nesnelerinin bilgisiyle bozuşmuştur ve ona kendisinde olmayan bir şey dışarıdan/deneyimden bu bükülme sayesine verilecektir. bu bükülme, kendi mekanında olmayan bir başka’ya, gerçekliğe bükülmedir ve bilincin bu gerçeklik ile ilişkisi bize levinas’ı çağrıştırır. bu bükülme ilişkisinin ayrıntıları ya da özü hegel’de belirgin değildir, bilincin hakikati ile gerçekliğin nasıl bir iletişim yaşadıkları, bu iletişim anının geleceği, başkanın başkalığını ve ben’in bütünlüğünü nasıl yeniden örgütlendiğini sorgulamak gerekecektir. levinas’ın yara-sa deneyimi üzerinden metaforlaştırdığımız başka ile olan etik ilişki çağrısı bu bükülmenin ve böylece özgürlük ile insan geleceğinin yapısını aydınlatabilir, elbette bu aydınlatmanın batı metafiziği’nin ışık biçimlerinden farklı bir ışıkla yapılması levinasçı felsefenin ruhuna uygun olacaktır.

    hakikatin mekanı ile gerçekliğin zamanı ilişkiye bu bükülme üzerinden girerler, ve bu bükülmeden gelecek doğar. gelecek bir zamanla bir zamanın değil, insan olan bir ruh mekanı ile gerçek olan bir zamanın kesişimidir. bu anlamda ben levinas’ın ve derrida’nın bize öğrettiklerini dikkate alarak hegel’in bir yeniden okunmasının mümkün olduğunu ve bu okumanın başka ile buluşma, başka’nın yeni bir ekonomisi açısından hegel’in felsefesinin kimi sonuçlarıyla çelişecek olsa bile bize yeni yollar gösterebileceğine inanıyorum…
hesabın var mı? giriş yap