• haydan gelen huya gider sözünün doğru versiyonu.. allah'ın sıfatlarındandır hayy ve hu.. yani "allah'tan gelen, allah'a döner" anlamındadır..
  • (bkz: #15514836)
  • tam kelime manasıyla çevirecek olursak: "diri olan"'dan gelen "o"'na döner demektir. güzel sözdür vesselam. tasavvuf menşeilidir.
  • "hay" diye başlayan her cümlenin nereye gideceğini herkes bilir de, kiminkine gideceğini tahmin etmek zordur.
  • toplumda haydan gelen huya gider şekliyle (belki de asırlardır) olumsuz bir manada kullanılırken, bir anda aslının hayy'dan gelen hu'ya gider olduğu keşfedilen (!) ve dolayısıyla "allah'tan gelen, allah'a döner" manasına geldiği çıkarımıyla olumlu bir söz olduğu kanaatine varılan deyim. hal böyle olunca, birçok insanın zihninde, olumlu bir anlamı olması beklenen bu deyimin zaman içerisinde nasıl olumsuz bir manaya evrildiği sorusu beliriyor. kesin bir cevap olmamakla birlikte, düşünür dücane cündioğlu'nun bu konuda ilginç bir hipotezi var. yazının tamamı şurada, ancak üşengeçler için ilgili kısmını aynen aktaralım:

    ---

    halvetilikte müridler seyr-i süluk esnasında esma-yı seb'a (yedi isim) zikretmekle vazifelidirler: tehlil (lâ ilâhe illallah), allah, hû, hakk, hayy, kayyum, kahhar. şeyh efendi müride, haline göre ona bu isimlerden birini zikretme görevi verir ve mürid sırasıyla makamdan makama bu isimleri zikremek suretiyle basamakları çıkardı.

    dikkat edilirse 3. sırada 'hû', 5. sıradaysa 'hayy' ismi yer almaktadır. şayet sâlik, 5. mertebede kalmayı ve ilerlemeyi başaramazsa, hâli tekrar geriye avdet eder ki bu takdirde hayy'dan gelip hû'ya gitmiş (düşmüş) olur; yani -tam da halkın kasdettiği anlamda- bütün yaptıkları boşa çıkmış olur. nitekim "benim oğlum bina okur, döner döner yine okur" diye bir tabir vardır. bu deyişte geçen 'bina', medreselerde arapça eğitimi sırasında takip edilen ve kendisine fiillerin yapısını (binasını) konu edinen ikinci kitabın ismidir. benzer amaçla söylenir. talebe bir mertebede takılıp kalır, yukarı çıkmayı beceremez. hayy'dan gelip hû'ya giden mürid ise daha ileriye gitmek bir yana geri gitmiştir. artık şimdi yapması gereken, bir kez daha hû'nun kapısını çalıp mertebeleri yeniden tırmanmak için eski hâl ve makamından izin almaktır.

    ---
  • hayy’dan gelen hu’ya…

    saniyoruz ki „tanri“ diye ayri bir bilinc, kendisinin farkinda olan bir beden, kontrollü, odakli, organize bicimde düsünen bir üstünler üstünü tek bir akil var… yaratiyor, düzenliyor, sinava sokuyor, karar veriyor… bakin ne diyecegim, evet, tanri var. ama zannettiginiz gibi degil.

    uzakta degil. ayri degil. sinirlarla cizili bir bedene ve forma sahip degil. diger akillarla iletisime gececek ayrik ve bireysel bir akla sahip degil. farkinda degil. umurunda degil. zamana bagli degil. zamana hakim degil. yaratici degil. yaratilan da degil.

    ama ezeli… ve ebedi.

    ne sizi bilerek yaratti. ne mars’i… bilerek yaratmak ne kelime… kendi varliginin farkinda degil bile ! cünkü yek beden, yek bilinc degil.

    ene’l-hakk !

    tanri biziz… hepimiziz; hersey, her insan, her cicek, her hayvan, her bir tas, her yagmur damlasi, her kum tanesi, her asteroid, her gezegen, tüm kainat, tüm evrenler, tüm zamanlar, tüm boyutlar, bildigimiz bilmedigimiz hersey…

    biz tanriyiz.

    ve en büyük yanilsamamiz; ayri zihinler, ayri bedenler, ayri akillar, ayri ruhlar oldugumuzu zannetmemiz. sinirlarimizin bizi ayirdigini, cin’de 48nci mesai saatine giren dul bir kadini sirf görmüyoruz, dokunmuyoruz, algilamiyoruz diye… “biz” den ayri zannetmemiz.

    bütün o metafizik, kuantum, coklupozisyonlar, isigin bir gözlemci varliginda degisen davranislari… sorup duruyorum kendime. var mi madde ? yoksa ayni özden kopan bilinc parcaciklari bizler… var ettik tüm maddeyi, beraberce; topraga toprak, havaya hava, atese ates diyoruz diye ?

    yek bedendik… yek öz. gaipte… tanriydik, tüm aydinligi, tüm karanligi ve tüm nesneyi bir anda bir yerde kendinde tasiyan… ve bugün “big bang” dedigimiz ve öncesini bilemedigimiz anda olan, olsa olsa… kendisini digerlerinden “ayri” gören ilk zerrenin uyandigi an, tanri’nin geri kalanindan. tetikledi bütün bir zinciri mikrozamanda, böylece ayrildi aydinlik, karanliktan.

    simdi biz insanlar ve gözümüzün gördükleri… kainatin tüm varliklari (ve yokluklari) arasinda… alacakaranlikta var olanlardan ibaret. ne günde, ne gecede… bir ömürlük günbatiminda.

    karanliktan aydinliga, yada tersine, gecis bir anda olur. o bir ani ne kadar kücültürsen kücült, daraltirsan daralt… ıcinde isigin ve karanligin her tonu bulunur. tipki simdi bizim “hayat” zannettigimiz sey gibi.

    ıste biz, zaman kavramimizla, bilinc zannettigimiz ama aslinda bizi kozmosla bir olmaktan ali koymaktan baska ise yaramayan kibrimizle, ömür dedigimiz yol boyunca… karanliktan aydinliga gecisteki o kisacik ani yasamakla mesguluz. yerine gelen dualarimiz, tekil varlikta bizi bulan iyiliklerimizden ibaret. yikilan hayallerimiz, geceye gidenlerin pesinde karanliga savrulanlar.

    tanri diye ayri bir akil yok. sınırlı degil. bizi seviyor yada sevmiyor degil. bizi yarattiginin farkinda bile degil. cünkü o yaratmadi. biz (bilerek yada bilmeyerek) gözü kendine dönenlerdeniz. bir bütünün parcalari, bir akisin zerreleriyiz. günbatacak, gece gelecek. gece bitecek, safak sökecek. gün dogacak, gün batacak… gözünü ondan (bizden) ceviren her zerre ona (bize) döndürecek. gün batimiysa hayat, geceyi de görecek, safagi da ve dahasi… gündüzü de…

    hayy’dan gelen, hu’ya gidecek…

    ıyi olun. ıyilik yaptiginiz kendinizsiniz. dua edin. dua ettiginiz kendinizsiniz. kainati sevin. sevdiginiz kendinizsiniz. ne kadar isik yayarsaniz, o kadar aydinliktasiniz.

    ne icindeyim zamanin
    ne büsbütün disinda
    yekpare genis bir anin
    parcalanmaz akisinda

    bir garip rüya rengiyle
    uyusmus gibi her sekil
    rüzgarda ucan tüy bile
    benim kadar hafif degil

    basim sükutu ögüten
    ucsuz bucaksiz degirmen
    ıcim muradina ermis
    postsuz abasiz bir dervis

    kökü bende bir sarmasik
    olmus dünya sezmekteyim
    mavi, masmavi bir isik
    ortasinda yüzmekteyim

    (bkz: ahmet hamdi tanpinar)
  • uydurma halk etimolojisi örneği. haydan gelen huya gider'in hayy ve hu ile alakası yoktur. bakın nişanyan sözlük'te ne diyor hayhuy maddesinde:

    haydan gelen huya gider deyimi, hayhuy "şamata, arbede" ifadesinden türemiştir. allahın sıfatlarından biri olan hayy ile bağlantı kurulması abestir. menakıb-ı arifin 3.512'de kaydedilen 'allah ile kul arasında hay ve huy vardır' ifadesi bir kelime oyunundan ibarettir.

    öyle bir kendini mutasavvıf zanneden birtakım yeniyetmeler ya da bunların akıl hoca

    http://nisanyansozluk.com/?k=hayhuy&lnk=1sı birtakım zevat kafalarına göre etimoloji uyduruyor.
  • "zahid bizi tan eyleme" isimli muhteşem ötesi muhyi şiirinde de geçer bu cümle. diyecek, yakıştıracak hiçbir sıfat bulamıyorum, öyle özel ki hissettirdikleri... bestelenmiş bu şiir, dinler dinlemez hıçkırıklara boğulmama sebep olmuştu zamanında. söz konusu cümlenin "allah'tan geldik, allah'a gidiyoruz" demek olduğunu da bu şiir sayesinde öğrenmiştim. geldiğimiz yere varacak mıyız ya da geldiğimiz bir yer var mı bu iki kapılı handa bilmem ama sanırım her kim dinlerse dinlesin, inançlı olsun inançsız olsun, etkilenmeyecek insan yoktur bu bestelenmiş şiirden, bu cümleden... baksanıza, şu sözleri huşu içinde dinlememek mümkün mü? yunus emre'nin "yaratılanı severim yaradandan ötürü" sözüyle neyi kastettiğini anlıyor insan. hiçbir zaman bu kadar alçakgönüllü ve inançlı bir insan olamayacak olsam da bunu başaranlara saygım sonsuz.

    "biz 'ha' isek;
    siz de 'ha'sınız.
    siz 'hu' iseniz;
    biz de 'hu'yuz."

    https://youtu.be/v_7dxixoiyy
  • mevzu nedir?
hesabın var mı? giriş yap