• bir ozelik, bir kariyer ve ya sasirtici bir yon yuzunden birinin bir digerine ya da birinin bi seye hayran hayran bakarak kendini ezilmis hissetmesi.
    ornek: sana hayran oldum!
  • belki biraz idol haline getirmek, ufak çapta tapmak, beğenmek...vs..
  • hayranlik duydularini besleyen hormanlarin salgilanmasi
  • ha yogurt olup
    ayran olmak
    ha insan olup
    hayran olmak

    ne demekse
  • beklentiyi ve hayran olunan kişiye benzeme isteğini beraberinde getirir... oysa herkes birbirini yalnızca sevse, idolleştirmese, hayat bayram olsa... tralalala...
  • (bkz: bitmek)
  • aşkın şartlarından biri olsa gerek.

    bir taraf diğer tarafa hayran olmazsa bu iş zor yonca.
  • (bkz: hayranıyam)
  • farkındaliksiz kıskançlık biçimi.
    nedeni=bizde olmayana sahip olan hayran olunandır.
  • hatırlayabildiğim ilk anılarımda, anneme ve babama hayrandım. onlar dünyadaki en iyi anne ve babaydı benim için. sonradan anladım ki herkes için öyleymiş kendi anne babası. içimde onlara karşı koşulsuz bir sevgi vardı. onlar herşeye kadirdi. babam beni kafasının üstünde döndürüp gıdıklardı. hayrandım ona. büyüyüp ben de baba olacaktım.

    ilkokul yıllarımın sonuna doğru voltrandaki küçük çocuğa hayrandım. o benden büyüktü tabi. koskoca makinayı kullanıyor, kötülerle dövüşüyor, herkesi altediyordu. arkadaşlarla voltranı oluşturmaya çalışıyorduk. ben ne kadar kafayı oluşturmak istesemde beni hep sağ bacak olarak seçiyorlardı ne hikmetse, benim biraz çelimsiz olmamında bunda payı vardı. o emre denen çocuk bana sen sağ bacak olacaksın diyordu ne kadar diretsemde. ancak çelimsiz olduğumdan yıkılıyordu her seferinde voltran. ben voltrana hayrandım gerçi ama o aralar bizim arkadaşlardan bazıları hülya öğretmene hayranlardı, neden hayrandılar anlamıyordum, devamlı eve ödev veriyordu, hiç sevmiyordum ödevleri.

    ortaokul yıllarında kızlara hayrandım. ama bizim sınıftaki kızlara değil lisedeki kızlara. ilkokulda arkadaşlarımın neden hülya öğretmene hayran olduklarını anlıyordum artık. gerçi bi de bizim mahalledeki erhan abiye hayrandım, acayip futbol oynuyordu, bana da topa nasıl kavisli vurulacağını göstermişti. acayip hava atıyordum maçlarda.

    lise yıllarında hala kızlara hayrandım, ama en çok pınara. o sarı saçlarını nasıl savuruyordu öyle, gerçi okulun dayılarından cemille çıkıyordu ama olsun ben muhabbeti kurmuştum onla. en yakın kız arkadaşının benden hoşlandığını da biliyordum, böylece tenefüslerde bir arada olabiliyorduk. birgün ona saçlarının ne kadar güzel olduğunu söyledim gözünün içine bakaraktan. bi anda cemille çıktığını söyledi, iyide ben ona saçlarından bahsetmiştim, kimle çıktığını sormamıştım ki. sonra benden uzak durdu zaten, arkadaşımın aşkısın falan gibi garip şeyler söylüyordu. ama ben hep onla gezmek istiyordum, hayrandım ona.

    üniversite yıllarında hala kızlara hayrandım, ama artık kızların bazı parçalarına daha fazla hayrandım. mesela aslının göğüslerine. arzunun poposu da hayran olunacak bişeydi, hayrandım onlara. onlarla daha fazla zaman geçirmek istiyordum, hep daha fazla. ancak sonunda farkettiler ikisine birden hayran olduğumu, aslının memeleride arzunun poposuda bırakıp gittiler beni. en azından belli bir süre geçirmiştim onlarla. bir süre sonra zeynebin gözlerine hayran oldum ve de gülüşüne. üniversite de bitmek üzereydi zaten, zeyneple gezmekten bir sene uzatmıştım okulu ama aileme çaktırmıyordum durumu. bir de john maynard keynes'e hayrandım, adam 30 küsur yaşında dünyayı değiştirecek fikirler öne sürmüş ve değiştirmişti de, kendisine ait teorileri vardı. ben de bir keynes olmalıydım. zaten bende o potansiyel vardı, öyle diyordu ahmet hoca, biraz daha çalışkan olsaydın diyordu. ben okulda kalıp asistan olmak, türkiye'nin ünlü ekonomisti olmak istiyordum.

    üniversite bittiğinde bir süre işsizdim, asistan olamamıştım, zaten zeynep de beni terk etmişti. çok zengin bir çocukla birlikteydi, çocuk aileden zengindi. o ara mustafa koç'a hayrandım, o genç yaşında ne paralar kazanıyordu, bende borsaya girmiştim biraz paramla. iş c, makimsan, berdan tekstil hisse senetlerinin fırlayacağı tiyosunu almıştım. babamdan da biraz borç aldım, yatırdım hepsini üçüne, ama 2 gün sonra üçüde taban yapmıştı, bir gün sonra bi daha taban. bayağı zarardaydım. en iyisi beklemekti. ancak 1 sene sonra aldığım seviyeye geldiler, kaybettiğim faiz geliri de cabası. o sıra sadece paranın getirebileceklerine hayrandım, şu kızda bana takılıyordu, arkadaşlar "kız sana hayranmış, herkese çok karizmatik, çok tatlı diyormuş" diyorlardı. kızın beli de incecikti zaten tam hayran olunacak türden, gene bir kızın bir parçasına hayran olmuştum. hem iyide sevişiyordu. bu işsizlik zamanlarımda bundan iyisi şamda kayısıydı.

    en sonunda bir iş bulmuştum, iyi bir yerdi büyük, kurumsal. bizim genel müdürün enerjisine hayrandım, adam bütün gün çalışıyor, sonra hiçbir davet kaçırmıyor, giyimine kuşamına dikkat ediyordu. bu arada ailesiyle de ilgilenebiliyordu. nereden buluyordu bu enerjiyi, kesinlikle hayran olunacak bir adamdı. bu arada bizim kız devamlı yeterince görüşemediğimizden şikayet ediyordu. bende sıkılıyordum kıskançlıklarından, nerdeydin, ne yapıyordun sorularından. birgün bu ilişkiyi bitirelim deyiverdim. haklısın dedi bana. şaşırmıştım. anlamıştım ki artık ben onun gözünde hayran olunan o kişi değildim.

    aynı yerde uzun süredir çalışmaktan sıkılıyordum. terfi için kadro da açılmıyordu, evden işe, işten eve vakit hızla geçiyordu. büyük bir film kolleksiyonum vardı, akşamları onları seyrediyordum. nası kurgulamıştı adamlar, ne güzel anlatmışlardı, ah ulan neden sanatla ilgili bir okulda okumamıştım, hayrandım şu sanatçılara. bi de bizim avniye hayrandım, ne güzel sevdiği kadınla evlenmiş, iki de güzel mi güzel kızı olmuştu. nasıl mutluydu, tam bir aile babasıydı. çocuklarını alıp parklara falan gidiyorlardı, piknik, miknik. benimse hayatımın büyük kısmı yalnız geçiyordu, arada sırada hayatıma giren kadınlara da bir türlü aşık olamıyordum. onlara ilgi göstermeyince onlar da çekip gidiyorlardı.

    geçen gün avni hadi akşam iki tek atmaya gidelim dedi. iyi dedim gidelim. ilginçti, avni pek öyle karısından ayrı gitmezdi bir yerlere. akşam kalktık gittik, masa güzeldi, mezeler falan, rakıda güzeldi. ulan keşke rakı olsaydım diye düşündüm orhan veli'nin içinde balık olduğu. ya da en iyisi bir dağ köyünde yaşasaydım. hayrandım o dağlarda, temiz havada, kendi halinde, her işini kendi yapan insanlara. biz bu şehrin keşmekeşinde kaybolmuştuk, oysa onlar ne yapmaları gerektiğini biliyorlardı. kararsız değildi onlar. hayrandım kararlı olan insanlara.

    birkaç kadeh içtikten sonra, avni bana "hayranım oğlum sana" dedi. niye hayrandı ki bana. "ulan bu yaşına geldin hala özgürsün, hiçbir kadının boyunduruğu altına girmedin. bak hayatını yaşıyorsun, oysa ben şu akşam çıkabilmek için bile elli ayrı laf ettim" dedi. gülümsedim. insan neye hayran olur diye düşündüm. cevap kendi bünyesinde barındıramadıklarına, erişemediklerineydi. aşık olmak da hayran olmakla paralel değil miydi. belki de bana öyle geliyordu.

    vur dedim avniye, şerefine kardeşim.
hesabın var mı? giriş yap