• reha muhtarin haber programinda bir bolum, genelde basina bin turlu abuk subuk is gelmis ezilmis bir nevi "basi bitten gotu zikten eksik olmayan" tipler cikar programa ve hikayelerini anlatirlar reha muhtarda bolca duygu somurusu yapip reyting toplamanin hakli gurunu yasar eee pekte haksiz degil en iyi o yapiyosa sorun yok.
    gelen konuklar bazende birbirini aldattigi soylenen, tecavuze ugradigini ifsa eden unluler olurki o zamanda olayin reha muhtar tarafindan unluye anllattirilmasi fantastik haller alabilmektedir.
  • hürriyet gazetesinde pazar günleri 3 ya da 5. sayfada yayınlanan insan öyküleri.
  • (bkz: station agent)
  • istanbul devlet opera ve balesi'nin yeni eseri olan komik balesi.
    ayrıntı için bknz...
    http://www.idobale.com/…rinti.php?fl=hayatinicinden
  • zaman zaman canlı icra edilen efektleriyle, zaman zaman sahnedeki mizahi unsurlarlu figürleriyle, muhteşem pas te deuxüyle ve geri kalan zamanda ise latin altyapı üzerine kurulmuş bütün güzel müzikleriyle, istanbul devlet opera ve balesinin, önümüzdeki sezon çalması/dinlemesi özlenecek nadir eserlerindendir efenim...
  • (bkz: nil berkan)
  • izlediğim ilk bale. baleyle en ufak bir ilgim ve alakam olmamasına, hatta balenin erkekleri itici yapan detaylardan olduğunu düşünmeme rağmen, şans eseri izleme fırsatı buldum ve gerçekten etkilendim. hepsi böyle midir yoksa benim için ilk olduğundan mı böyle oldu bilmiyorum ama hayatın içinden, hikayesi ve sanatçıların performanslarıyla gerçekten beni etkisi altına almayı başardı. sahnedeki herkesin jest ve mimiklerini yakalama çabası içinde zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. ayrıca, tabi ki sahneyle iç içe değerlendirmek gerekiyor ama, sahnede hiçbir şey olmasa dahi içinizi kıpır kıpır edecek öyle müzikleri vardı ki... (bkz: erhan seçkin)

    unutmadan belirteyim, hayatın içinden'dekileri itici bulmamış olmam, baletler hakkındaki genel yargımın tamamen değiştiğini göstermiyor.*
  • ilk olarak cem yılmaz'ın konuk olduğu bölümünü izlediğim program. yaşar nuri öztürk, ayşe özgünve cem yılmaz'ı aynı masanın başında görünce çok şaşırmıştım. hiç aklıma gelmeyecek bir üçlü. hatta cem yılmaz, hiç oraya ait biri değilmiş gibi göründü gözüme. fakat meğer önceden beri tanışıklıkları varmış. cem yılmaz konuk edermiş onları stand up gösterilerine. son zamanlarda böyle ücretsiz davet olmadığı için sitem ediyordu yaşar nuri hoca.(bedavacı, para verip girmek kanına dokunuyormuş gibi hissettim )

    içinde cem yılmaz olduğu için eğlenceli bir program oldu biraz. biraz çünkü, ayşe özgün ve yaşar nuri hoca'nın cem yılmaz'ın bazı esprilerini anlamayışı, yaşar nuri hoca'nın, cem yılmaz'ın bir esprisini gereksiz yere dakikalarca uzatması komiklikten ziyade başka birşeydi.

    programın üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen düşünüyorum da, cem yılmaz'ı gerçekten orada çok iğreti buldum. hiç oraya ait değildi, çok yadırgadım. ama efendiliğine de hayran kaldım.
  • (bkz: #18408954)
  • altıncı sınıfta ingilizce öğretmenimizin "hayatımı değiştiren kitap" şeklinde tanımladığı bir cüneyd suavi kitabı. kitabı sınıfa getirdi ve birçok küçük hikayeden oluşan kitaptan seçtiği şu öyküyü okudu sınıfta:

    bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. sağanak halinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen, sağa sola koşuyordu.
    yanına sokularak:
    - hayrola teyzeciğim!. dedi. bir derdiniz mi var?
    sıcak bir tebessümle:
    - buralara yabancıyım evladım!. dedi. hastane tarafına giden bir araba arıyorum.
    - biraz beklerseniz, aynı dolmuşa binebiliriz!. dedim. oraya geldiğimizde size haber veririm.
    teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına girdi. nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanacıkları pembe pembe olmuştu.
    - torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim.
    saatime baktıktan sonra:
    - yirmi dakikanız var!. dedim. hastane yakın ama, bu havada araba bulunmuyor.
    durağa herkesten önce geldiğimiz için, dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. ancak araba yanaştığında, arkamızda duran kişilerin bir anda hücum ettiğini gördüm.
    içeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara:
    - ilk önce biz gelmiştik, dedim. sırayı bozmaya hakkınız var mı?
    ön koltukta oturanı:
    - hak istiyorsan, hakkari'ye gideceksin arkadaşım!. dedi. hem oradaki haklardan k.d.v. de alınmıyormuş.
    bu laf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu.
    sakinleşmeye çalışarak:
    - ben biraz daha bekleyebilirim!. dedim. ama şu yaşlı teyzenin hastaneye yetişmesi gerekiyor.
    şoför lafa karışıp:
    - teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim!. dedi. okuyup üfledi mi, oraya uçuverir.
    tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaştı. yaşlı kadına baktım, öylece susuyordu.
    daha sonraki dolmuş, biraz geç geldi. arka koltuğa yan yana oturduk. yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikayet etmiyordu. üstelik de yol çok kalabalıktı.
    şoför meraklanarak:
    - bu vakitte yol tıkanmazdı!. dedi. sebebini anlasam iyi olacak.
    arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra dönerek:
    - kısmete bak yahu!. diye söylendi. bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış.
    heyecanla:
    - bir şey olmuş mu? dedim. yaralı falan var mı?
    - herhalde varmış!. dedi. şoför dahil beş kişiyi, teyzenin gideceği hastaneye kaldırmışlar.
    göz ucuyla yaşlı kadına baktım.
    solgun dudaklarıyla bir şeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dualar ediyordu.
    şoför, şaşkınlık içinde:
    - kısmet işte!. diye tekrarlıyordu. koca bir kamyon gelip sana çarpsın. hem de hakkari'den gelen bir kamyon...

    öğretmenin gözünden yaş geldi. sınıf sessizleşti. açıkçası o zamanlar epey etkilenmiştim. derken cidden değişti öğretmenimizin hayatı. önce kapandı, sonra da öğretmenliği bıraktı.

    kitap, anlattığı küçük hikayeleri "sevgi hikayeleri" olarak tanımlıyor. hikayelerin sonu hep "kötü"nün ibretlik felaketleriyle sonuçlanıyor. adam ömrü boyunca yeşil giyiyormuş, camiiye gitmiyormuş, ölmüş, üstüne yeşil bez sermişler. aman tanrım! tek renk, tek düşünce. o sebepten dolayı küçük şakirtlere okuturlar bu kitabı. henüz olgunlaşmamış beyinler bu insan eliyle yaratılmış, her biri mucizevi sonla biten hikayelerden etkilenir, biraz korkar ve bu korku üzerine bir şeyler kurulur. ne acı...
hesabın var mı? giriş yap