*

  • dogdugun buyudugun yerleri birakip baska yerlere gitmek. zordur alismasi, insan ne yapsa kendi topragini unutamaz her daim birseylerin yoklugunun ozlemini duyar. son 30 yilda 175 milyon goc olayi insandaki "hem aglarim hem giderim" durtusunu yansitmaktadir.
  • (bkz: muhacır)
  • (bkz: muhaceret)
  • ...

    sağduyu bıçak sırtı bir yoldur, iki uçurum arasındaki, iki uç kavram arasındaki dar geçittir.

    göçmenlik konusunda, bu uç kavramlardan ilki,
    sizi kabul eden ülkeyi herkesin canının istediği gibi yazıp çizeceği boş bir sayfa, daha da kötüsü, herkesin hareket ve alışkanlıklarında hiçbir değişiklik yapmadan, silahı ve pılı pırtısıyla gelip yerleşeceği boş bir arazi gibi görendir.

    öteki uç kavramsa,
    gelinen ülkeyi çoktan yazılıp basılmış bir kâğıt, yasaları, değerleri, inançları, kültürel ve insani özellikleri bir kereliğine sonsuza kadar sabitlendiğinden, göçmenlerin buna uymaktan başka çareleri olmadığı bir toprak gibi gören kavramdır.
    *
    ...
  • aslı erdoğan göçmenlik için “insana hayatı bu denli iyi belleten bir başka deneyim bilmiyorum” demiştir
    en güzel tanımı da o yapmıştır bence
    (bkz: mucizevi mandarin)
  • bitmeyen yersizlik yurtsuzluktur. ait olunan, özlenen zamanla mekanın içiçe geçmesi ve ardından baktıkça her ikisinin de gittikçe uzaklaşıp yitirilmesidir. gurbette geçirilen zaman arttıkça artık ne bırakılan yer aynı yerdir, ne göçmen aynı insan. geride bırakılanlar ne olursa olsun hayatlarına kaldıkları yerden devam ederlerken artık göçmenin hayatı sevdiklerinin hayatlarına uzaktan tanık olmak, o bırakılan mekanı, zamanı, eskiyi özlemek, ve belirsiz bir geleceğe umut yüklemektir. (bkz: gurbet)
  • nevruz'dan bir önceki gün, 20 mart'ta, iş arkadaşım yarın benim yerime çalışır mısın, diye sordu. tam derslerimi bahane edecektim ki, yarın nevruz, bizim yılbaşı günümüz, annem burda, onunla vakit geçirip bir şeyler hazırlamak istiyorum, dedi. annesi yanında mıymış, ne şanslı, diye birkaç saniye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum. tamam dedim, olanca yığılmış ödevlerim aklımdan bir film şeridi gibi geçerken, çalışırım.

    şimdi üzerinden epeyi zaman geçti, duygular biraz değişti ama ilk senelerdeki durumu yazayım.

    en yakınından insanlar, yok oluyor.
    evin, yok oluyor.
    muhitin, yok oluyor.
    arkadaşların,
    ritüellerin,
    mesleğin,
    diğerlerinin gözünde çocukluktan beri inşaa ettiğin kimliğin,
    bunaldığında kaçtığın tanıdık sığınaklar,
    içinde kaybolduğun manzaraların,
    beyaz gürültü bellediğin fon seslerin,
    yıllarca evden çıkmasan da, çıkacağında varabileceğini bildiğin her şey, yok oluyor.

    kimse ölmüyor, ama ölüm gibi bir şey oluyor *. tersine bir ölüm. sen kalıyorsun, senin dışında hemen her şey yok oluyor.

    yerine, ormanda kaybolmuş hissiyle başlayıp sonra o ormanın artık senin yeni yaşamın olduğunu idrak etmenle devam eden bir süreç başlıyor. 5 sene bu geçmiyor. 5 sene sonra ise ara ara vuruyor.

    bu zorlukları göze alıp, başka bir ülkeden kabul almanın da etaplarını göğüsleyip, “kaybolunmuş bir ormanda” en baştan bir hayat kuranları; sürekli “burda yaşanmaz yeaa” demekten, sadece oturup şikayet etmekten başka icraatı olmayanla, gitmek lazım deyip işin boyutunu biraz algılayınca rahatını bozamayanla kıyaslamayın bile. arkalarından da atıp tutmayın. daha iyi bir hayata sahip oldularsa, emin olun bedelini ödediler.
  • sevan nişanyan'ın şu sohbetinde hakkında birkaç kelam ettiği kavram.

    ------------------------- alıntı başlangıcı --------------------------

    diyasporadaki türk'lere tavsiyeniz nedir (47:11)?

    "çok parlak, çok güçlü veya çok ilginç bir mesleğiniz yoksa, göçmen/ muhacir olan insan, kendi yaşamını kaybetmiştir. çocukların için yaşamalısın. çocuklarının o topluma entegre olmuş, o toplumu tanıyan/ benimseyen insanlar olmasını sağlaman olazım. kendi hayatını kararmış bir hayat olarak değerlendir. fazla bir beklentin olmasın: eğer o memlekete başbaşakan/ kral olacak gücün/ yetkin veya yeteneğin yoksa. bunlar yoksa, oralarda kırık bir insansın ve hayatının sonuna kadar kırık bir insan olarak kalacaksın. çocuğunun kırık bir insan olmamasını sağlamaya çalış."

    ------------------------- alıntı bitimi --------------------------

    güzel yaklaşım, ama eksik. çocuğun dahi ne kadar entegre olabilir ki? almanya'da almanca'yı türkçe'den daha iyi konuşan çocuklar gördüm. ıstanbul'dan geldiğimi öğrenince gözlerinin içi parlıyor, sorular soruyorlardı. kara kaşlı, kara gözlü çocuklardı. alman çocukların arasında entegre olmuş gibi duruyorlardı. ama yalızca öyle duruyorlardı. kültürel olarak entegrasyon mümkün olsa dahi, fiziksel görünüm de entegrasyonun bir parçasıdır ve 5 nesil sonra dahi o entegrasyon tümüyle sağlanamaz. gurbetçi olmak, başka bir millete köle olmak demektir. onların ülkesinde ikinci sınıf insan olmak demektir.
  • biraz boşnak..biraz arnavut..biraz yunan…

    boyuma,posuma,yemeğime,kültürüme etkisinin olmaması elbette mümkün değil..

    bir tek şivemde,tek kelime var etkisini en en hissettiğim;

    o da söylemeyi beceremediğim “bööörek”

    tutamıyorum..o “öö” ler kocaman oluyor ağzımdan çıkarken..
  • 50 yıl önceki deneyimle günümüze ahkam kesmemek lazım. yaşadığım şehrin %30’u göçmen. ki sözde göçmen karşıtı bi ülke. ne yapacak ki gelişmiş ülkeler. yetenek yok, ayak işi yapacak kimse yok. kendi vatandaşı da genci de başka yere gitme derdinde. ama dip dalga, afrika’nın kabilesi afrika’nın şehrine gelir. afrika’nın şehrindeki fas’a göçer, türkiye’ye gelir. fas’tan türkiye’den gemiyle avrupa’ya kapağa atmaya çalışır. iklim değişikliği çağında göç edene kırık insan demek dünyayı okuyamamışsın demek. çağımız endüstri 4.0 çağı değil; kavimler göçü 2.0 çağı
hesabın var mı? giriş yap