• nereden, kimin taviyesiyle ulaştığımı bilmediğim gerçekten büyük bir beklentiyle kapağını açtığım ancak ilk sayfasından itibaren yaşadığım hayal kırıklığıyla sonunu bulduğum hüseyin kıran romanı.

    bir yerinden tuttursabilsem; yok karanlık bir edebiyat, yok kentin karanlık dehlizlerinde gezinti, karanlık edebiyat, aykırı metinler........ v.s. tamam hepsine açığım, ama yok olmamış, tamam keyifli bir kaç bölüm var, saman alevi gibi yanıp sönen sayfaları bir yana ama roman bir bütünse olmamış.....

    canım sıkıldı akşam akşam...... oysa her şeyimle hazırdım leziz bir metin okuyup, çok kimsenin bilmediği bir hazine keşfetmeye..... kaçtı bi tarafıma, neyse denemeye devam.....
  • hakkında gecede giderken yazılması gereken roman. hüseyin kıran. resul'deki gibi yarı-meczup, tam-zamanlı 'yokoluşçu' bir karakter. yılan deliğine giriyor. insanlardan kaçmak için [bu esnada gecenin bir köründe mezarlıkta yanına yanaşan adamı katlediyor]. sonra mutlak çözümü ölümde arıyor ve insanların çöplere attığı sümüklü mendillerle münasebete giriyor. burundan.

    --- burada alıntı olacak, belki yarın belki yarından da yakın ---

    nitekim acı ve varoluş üzerine türkiye edebiyatından çıkabilecek nadide romanlardan. lâkin hüseyin kıran'ın ikinci eseri olması itibariyle, parçalı düş kırıklığı. her an kırık yağabilir.

    'insan-dışı' akılla yazılan, delice cümleler; bitmek bilmeyen insan-nefreti, daha büyük resimde varoluş nefreti, hepsi orada ama sanki resul'ün ötesin geçmeyen, biraz tekrar eden mamafih "ben edebiyattan anlarım yea" diyen her zibidinin - hakan günday'dan ziyade - okuması ve dahi hatmetmesi gereken kitap.

    siz nihilizmi hâlâ dandik hakan günday'da mı arıyorsunuz? tehlikenin farkında mısınız? gecede gidin. seriously.
  • önemsiz bir özelliğimin önemsizliğini son kez teyit ederek bana hatırlatmış, kendimle ilgili nadir kesin kanaatlerden birine varmamı sağlayarak hayırlara vesile olmuştur. ben, nirvana, okumaya, tanımanın, beğenmenin, öğrenmenin, coşkuyla hissetmenin verdiği hazla ara veririm.

    "fakat öte yandan, yeni paltomun ceplerinin birinin dibinde bulduğum bir lira, beni geleceğe dair daha bir umutlandırmıştı doğrusu. bu parayla yapılabilecekleri düşündükçe -liste pek uzun değildi gerçi ama bu da belli bir kolaylık sağlamıyor değildi, her yönden kazançlı çıkıyordum bu işten- heyecanımı dindirmek için elimi ısırmak zorunda kalıyordum. en önemli başlık, elbette bir poğaça ve bir çay satın almak üzerine kuruluydu. hatta ucuz bir yer bulunabilirse, bununla iki çay birden içmek bile mümkün olabilirdi, belki biraz da rica katarak işin içine ki bu da ortak yargı ve değerlerle bağlı olduğumuz insanlar cemiyetinin doğal karşılayacağı ve hay hay diyeceği bir şey olsa gerekti.

    uygun bir yer bulup henüz iskemleye tünemeden poğaçayı mideme indirdim. çay geldiğinde fiyat açıklandı. tam olarak bir lira yirmi beş kuruştu ikisi. lanet bir lüks semtte olmalıydım. kötü talih burada da bırakmamıştı yakamı. su buharıyla ılınmış, radyosunda ince müzikler çalan, duvarlarını son askeri darbeyi yapan paşaların hepbirarada resimlerinin süslediği bir çay ocağıydı burası, vakıftım."

    metroda, ayakta, gülme krizine girmeme sebep olmuştur. kendisine, kitabı elimden bırakmak zorunda kalmış vaziyette, rezillik ve mahcubiyetin içtenliğinden sonsuz kahkahalar gönderiyorum. ne çok insan var, ne çok benzer insan var; ne az kendinde insan var, ne az insan var.
  • acımasız, sert, cüretkâr ve zavallı bir anlatı. bir hüseyin kıran hiddeti.
hesabın var mı? giriş yap