• tür kaygısı gözetmeden herkesin zevk alarak dinleyebileceği harika bir caz parçası. orjinali charlie parker'a aittir. miles davis tarafından da yorumlanmıştır. zannımca donna lee'yi donna lee yapan, muhteşem basçı jaco pastorius'tur. jaco'nun perdesiz fender jazz bass'ıyla çaldığı bu şarkı dinleyenlerin dibini düşürmüş, enstrüman üreticilerinin fretless electric bass üretmeye başlamasını sağlamıştır. (bkz: abartı) alain caron'un funk öğeleriyle yoğurduğu ve slap çaldığı donna lee de dinlemeye değerdir.
  • çoğu jazzcı tarafından coverlanmiş ve asli charlie parkera ait olan şarki
  • jaco pastorius'tan dinlendiğinde o ne...kim..nası ya...n'oluyo..yok artık..oha reaskyonlarına sebep olan parça.*
  • alain caron tarafındanda çalınan parça.
  • kanımca donna lee yi donna lee yapan jaco pastorius tur demek yanlıştır. jaco aslında yakalayabildiği notaları çalıyor o kadar. o parçayı asıl çalan şu anda ismini hatırlayamadığım bir gitarist. kötü bir versiyon mudur, hayır ama jaco nun ölümsüzleştirdiği parça diye bakmak yanlış. victor wooten ve steve bailey bu parçayı çok daha güzel çalarak yorumlamışlar. insanlar ne diye jaco nun sadece yakaladığı notaları çaldığı versiyonu bu kadar yüceltir anlamam. gene de zevk meselesidir ama jaco nun o kayıtta parçayı tam anlamıyla çalmadığını bilmek gerekir.
  • jaco pastorius'tan çok daha önce de gayet ünlü olan bol turnaround'lu bir standarttır, rhythm changes'a (bkz: i vi ii v i) güzel bir örnektir. yine de pastorius sayesinde ölümsüzleşmiştir denebilir. jaco versiyonunun gelmiş geçmiş en düzgün ve eksiksiz transkripsiyonu, bass player dergisinin eylül 97 sayısında verilmiştir.
    parça 214 metronomdur bu arada (bkz: korkma ısırmaz yavrum) ama "jaco'ya yakın hızda çalıcam" diye kakasını yapıp oracığa sıvayan veletler bolca var zaten etrafta; fazla kasmadan salına sallana (hem daha yavaş hem de swing anlamında, zira jaco pastorius düz çalar) ve hissederek* çalındığında da pek güzel olabilen gayet melodik bir parçadır bana göre. hız zamanla kendiliğinden gelir çok isterseniz.
  • kabuslardan kabus beyenmemin telaki edildigi bir gecede kabusum olan mukemmel sarki..
    bu öznel entry mi cesitli deyimlerle suslemem gerekirse "gotumden ter akitan sarki" diyebilirim..neyse şöyle anlatayim..
    yer artik izmir mi nuyork mu londra mi belli degil..bir jazz bar sahnede marcus miller..seyirciler arasinda kimler yok ki..ahmet ertegun bir yanda,james brown oteki tarafta,victor wootern ayri bir yerde,james hedfield ve metallicalar ayri bir masada..neyse efendim boyle bir ortami paylasip ortak olusturdugumuz sigara dumanina uflemenin zevkine varirken marcus miller in sahnede caldigi parca bitiyor ve mikrofona uzaniyor..
    önce bir kosinans
    "teşekürler dostlarim.bugun aramizda taaa turkiyelerden gelen biri var..sevgili dostum uur u alkislarinizla sahneye davet ediyorum".
    ben salak gibi aaa uur die arkadasi varmis ahah sahane lan diye beklerken bir garson koluma girip sahneye goturuyor..yahu karistirdiniz dememe firsat kalmadan marcus:
    "uur bugun bize donna lee yi calacak..buyur gitarimi senin mubarek ellerine veriyorum"..
    ulen kesin karistiriyorlar diyorum..ben kim donna lee kim,marcus miller in gitari ne derken herkes "hadi cal" dercesine bakiyor..ben de donna lee diyerek maykıl ceksin dan "beat it" i calmaya basliyorum..en son ahmet ertegun un turklugumden utaniyorum dedigini duydum..ter içinde uyanmisim..annem yorgandan kurtulan bacagimi ortmeye calisiyor..hunharca..
  • alp der ki

    insana iyi ki müzik var dedirten charlie parker şaheseri. bir ölçüde en çok kaç nota kullanılabilir? ve müzisyenlere özenen zavallı bir şarkıcı o notaları bir ölçüye nasıl sığdırabilir? hız tutkunları ya ralliye ya da be-bop’a mı merak salar? biz neden be-bop için çıldırıyoruz? stanley cornfield de donna lee’ye yazdığı sözlerde benzer şeyleri sorupduruyor, ama cevabı yok işte. “birisi parmaklarını bulaşık yıkamak gibi günlük işlerde yapılandan daha hızlı hareket ettiriyo diye neden bu kadar heyecanlanıyoruz ki? bu işi en iyi yapanlar daktilo kullananlar değil mi? ama birgün bu şarkıyı yazan adamın onu neden benim gibi birinin çalamayacağı kadar hızlı bir tempoda yazdığını öğreneceğim.”
  • tonal merkezi la bemol olan beste esasında miles davis'e aittir, fakat daha parçanın ilk versiyonunun kaydedildiği 1947'de beste charlie parker'a atfedildikten sonra, söz konusu hata günümüze dek tekrarlandı (bkz: #24845673). gerçekten de bebop döneminin en muhteşem besteleri arasında ilk sıralara oynayan bu kompozisyon, genç miles'ın dehasını fazlasıyla kanıtlamanın yanı sıra, bird ve dizzy'nin yarattığı öncü dili(n) derinlemesine özümse(n)diğinin de belirtilerindendir. miles'tan ziyade charlie parker'la özdeşleştirilmesi ise aslında haksız değildir, zira parça bird'ün müziğinin tüm mucizevi yanlarını özellikle yansıtıyor. başka bir deyişle, miles davis, kariyerinin ilk yıllarında cazın sanatsal açıdan mutlak zirveyi bulduğu ve aştığı bebop devriminin kilit müzisyenlerinden biri olsa da, 40'lar sona ererken, bebop-sonrasına çoktan yoğunlaşmaya başlamıştı bile. hayallerde bile bu kadar parlak olarak tasarlanamayacak bir kariyer başlangıcına sahip m.d.'nin belki de bugün en az hatırlanan yanı bebop trompetçiliğidir. şayet miles 20. yüzyılın ikinci yarısında birkaç defa müziği değiştirdiyse*, her yeni döneminde de farklı bir trompetçi olarak tekrardan doğduğu yadsınamaz.

    "donna lee", aynı zamanda kendisiyle aynı çağda yaşama şansına sahip olduğumuz anthony braxton'ın 1972 kayıtlı ve çıkışlı albümünün de adı. büyük ustanın alto ve soprano saksofon, kontrbas klarinet ve flüt çaldığı kayıtta kendisine michael smith (piyano), peter warren (bas) ve oliver johnson (davul) eşlik etmekte.
    "donna lee"nin braxton'ın yorumlamayı en çok sevdiği standartlar arasında yer aldığı kesin, zira birçok albümünde, hayli farklı grup konfigürasyonları ve enstrüman seçimleriyle özgün ve heyecan verici şekillerde icra etti bu parçayı (ki kayda alınmayan sayısız konserindeki muhtemel performanslara da ulaşılamayacağını tahmin edebiliriz).

    parça dağılımını vererek, kayıt hakkındaki izlenimlerimi aktarmak istiyorum (bestecisi belirtilmeyen her parça lidere ait):

    1/ donna lee (miles davis) (9:14)
    2/ h-204 3=hf g composition no - 23l (12:03)
    3/ you go to my head, part 1 (j. fred coots, haven gillespie) (6:21)
    4/ you go to my head, part 2 (coots, gillespie) (10:18)
    5/ 6o666 c -66m composition 23k (5:15)

    braxton, albüm açılışında miles davis bestesinin melodisini hayvani hızda çaldıktan sonra özgür doğaçlamanın derinliklerine doğru tutkulu ve çılgın bir keşfe çıkıyor. to composer john cage'deki inanılmaz çığlıklar yine kulaklarımızı doldurmakta. zaten solosunun ilk kısımlarından itibaren ima ettiği dahiyane roscoe mitchell bestesi nonaah'ı, 4:36 sonrası iyice coşarak alıntılıyor. bunun bir dakika ardından, aşırı karmaşık melodiye geri dönüp, harmoniyi yine bozmaya devam ediyor üstad. bu noktaya gelindiğinde, bateriyle etkileşimi doruklarda seyrediyor kanımca. piyanist smith yedinci dakikada devreye giriyor ve enstrümanının tuş ve tellerinden bir bomba sesi geldiğini duyuyoruz, cecil taylor tarzına sadık kalarak klavyesi üzerinde estirdiği kasırga ve bir aşağı bir yukarı vurdurduğu okyanus dalgalarının yanı ve peşi sıra. braxton harmoniyi yeniden bulup melodiyi üçüncü defa çaldığında grubun geri kalanı bambaşka bir uzamda bulunuyor, başlarını alıp gitmiş durumdalar ve güzel olan da bu. lütfen braxton'ı batan gemiyi yolcularından önce terk eden kaptan gibi görmeyin; aksine, uçurduğu kanatlı aracı belli bir yere getirdikten sonra kontrolü çıraklarına gurur dolu bakışlar ve sonsuz gönül rahatlığıyla bırakan bir pilota benziyor daha çok.

    bana yüksek düzeyde keyif veren müziğini ele almakta hiçbir zorluk çekmediğim braxton'ın, bir düşünür ve mistik olarak söyledikleriyse bilhassa muammalı ve ezoterik benim için. yakın işbirlikçilerinin aşağı yukarı kavrayabildikleri şifreli ve bol soyut ve somut çizim içeren notalama sistemine dair beste isimlerinden bir fikir edinebiliyoruz (bu parça isimlendirme yöntemini de taklit edecek kadar özümseme çabasını gösterdiğimi söyleyebilirim). "the sun came over the mountain" gibi gülünç, ya da "braxton's blues" gibi klişeleşmiş isimleri neden tercih etmediğini sadece verdiği bu komik örneklerle bile gayet iyi açıklıyor aslında braxton. "donna lee"nin başkaları tarafından yazılanlar arasında en sevdiği parçalardan biri olduğu fikrini bizim ifade ederken başvuracağımız bayağı kalıpları seçmek yerine, şöyle dile getirebilirdi sanırım: « "donna lee", başka kişilerin evrendeki varoluşlarının manasına dair bıraktıkları yazılı ve işitsel izler arasında benim ruhumla en yakından kesişmesini istediğim ifade biçimlerinden biri, kendi söylemimi inşa ederken de seçebileceğim bir temel, başlangıç noktası olabilir ».

    ilk yüzü kapatan ikinci parça "composition 23 l"de (bkz: h-204 3=hf g) yaratılan enigmatik evrende, hangi bölümlerin yüzde yüz doğaçlama çalındığı, ve hangi partisyonların paris'teki stüdyoya girilen 18 şubat gününün öncesinde yazıldığının mutlaka her esnada belirgin olmayışı, özellikle hoşuma gidiyor. grup-içi etkileşimin son derece yoğun olduğuna, ve herkes birbirinden ayrı takılıyormuş gibi gelebilse de, aslında müzisyenlerin birbirlerini pür dikkat dinledikleri ve takip ettiklerine dair en ufak bir şüphe yok. zaten bu dinamik sayesinde "spontane beste" denen şey de ayrıca tezahür ediyor. braxton farklı enstrümanlara hakimiyetini bu parçada sırasıyla sergileme fırsatını bulmuş (kaydın geri kalanında alto saksofondan genelde ayrılmıyor). her çalgıda kimlik değiştirişi ve sınırlarını zorlayarak esnettiği enstrümanlarına değişik bir kişilik kazandırışı da bir müzisyen olarak braxton'ın çokboyutluluğunu etkileyici biçimde bize sunuyor (bkz: free jazz icracılarının enstrümanları değiştirmesi).

    sevilen ve çok yorumlanmış standartlardan "you go to my head" büyük bir titizlikle iki bölümde işlenerek en ince detaylarına kadar didiklenmiş. bill evans duyarlılığıyla yapılan ilk bölüm girişi dikkat çekici. piyanist smith'in parçanın ilerleyen kısımlarında herbie hancock akorlarıyla eşlik edişi de kulaklardan kaçmayan önemli bir unsur. genel toplamda on yedi dakikaya varılsa da, bu dörtlü söz konusu parça içinde çıktığı keşfe daha çok uzun süre devam edebilirdi. başka kimseninkiyle karıştırılamayacak braxton altosu'nun dinmek bilmez fırtınaları ve aşırı enerji dolu nota bombardımanı, müzikle profesyonel ya da amatör düzeyde uğraşan birini bu alandaki icrasından şüphe ettirecek kusursuzlukta.

    "6o666 c - 66m / composition 23k" ürperticidir. ulaştırdığı dinginlik huzur vermez, sürekli tetikte bekletir ve beste anton webern ve arnold schönberg'in 1920'lerden itibaren getirdikleri yeniliklerin free jazz ve aacm tarafından taşındığı yeni düzlemin bir göstergesidir. arşeli kontrbas, zannedersem sadece sağ elle çalınan piyano ve tokmaklarla titreştirilen zil eşliğiyle dinleyiciyi bırakmazcasına kavrayıp ele geçiren sihirli bir hava yaratılmış. braxton'ın aldığı nefeslerin kayda yakalanması ayrıca ilginçtir. avant-garde oda müziği, üçüncü akım, yaratıcı özgür doğaçlama ve braxton'ın paralel evren(ler)i burada bizlerle buluşuyor.
  • (bkz: alain caron) tarafından yorumlanmış versiyonu da çok keyiflidir. hele yolda yürürken dinleniyorsa, ritme ve melodiye kaptırılan yürüyüş bambaşka bi keyif haline gelir...
hesabın var mı? giriş yap