*

  • mihail solohov un bir eseri...okuyunca spoil edecem...
  • solohov un uyandırılmış toprak adlı eserinin ikinci cildidir. 1960 ta yayımlanmıştır.
  • sovyetler birliği'nde 1929-30'lu yıllarda yapılan tarımda kollektifleştirme projesinin icraatı sırasında yaşanan olayları anlatan şolohov eseri ırmak romanın ikincisi.
    ilk kitabın adı 'uyandırılmış toprak' tır.
  • ilk cildi gibi çok sade, çok hakiki, çok hüzünlü ve çok tatlı bir alemin kapılarını açar: gremyaçi’nin.

    devrim sonrasında kolektif çiftçilik devam etmektedir. kitapta yazar ilk ciltte olduğu gibi, toprak kolektivizasyonu bakımından rejimin uygulanmasını tarafsız bir gözle tartışır. beyazların ve ‘’kulak’’ların entrikaları yanında parti programının ve özellikle uygulamanın eleştirisini de yapar. hükümetin çabası kadar yoksul köylülerin korku ve endişelerini de ifade eder; duygularını anlar ve şiddet uygulamasının yaratabileceği tehlikeli sonuçlara dikkati çeker.

    romanda, sovyet yönetiminin gremyaçi köyündeki liderleri, işleri yola koymaya çalışırken, ruhları hatıralarla ve bazen ümitsizliklerle savrulur.

    derinlemesine incelenen bir kadın karaktere rastlamasak da yazarın ana karakterlerin içine biraz daha ışık tutması, ruh tahlili okumak ihiyacını yeter derecede karşılıyor. köy yöneticilerinin kendilerine biraz daha yakın duruyoruz bu ciltte.

    --- spoiler ---

    son derece katı bir idealist olan nagulnov’un karakterini hiç onaylamadığı eski karısına ümitsiz aşkı ve bu aşkın çemberinden çıkamasa da kadından uzak kalmaktaki direnci, iradesi bir zaman sonra okuyucunun da kalbini ezmeye başlıyor. gerçek hayatta sevdiklerimiz acı çektiğinde yaşadığımız çaresizlik uyanır nagulnov üzüldükçe ve kederli bir şevkat duyarız kahramana.

    razmiyotnov’un öldürülen ailesinin boşluğunu dolduramayan ve yalnızlıktan sıkışan ruhu. çok önceden bir trajediyle yitirdiği yuvasına duyduğu hasret bir anlamda sakat bırakmıştır kendisini. evinde yuva yapmış güvercinleri korumak için kedilere düşman kesilmesi. köydeki bütün tehlike arz eden kedileri tüfekle öldürmesi. çalışkan ve akıllı yöneticilerinin bu divaneliğine köy halkının ne diyeceğini şaşırması.

    bütün gücüyle, içtenliğiyle sovyet yönetimi için çalışan davidov ise duygusal yönden en az hasarla devam eder neredeyse kitabın sonlarına kadar. neredeyse gerçek anlamda hiçbir kadını sevmemiştir ama üzerinde durduğu ve kendisini üzen bir mesele değildir bu. adil, başarılı, gayretli ve zeki bir kolhoz yöneticisidir. ama kendisine aşık olan varya ile evlenmeye karar verdiğinde geçmişinde kendi mutluluğunu nasıl gerilere attığını ve aslında ne kadar yalnız hissettiğini kurduğu şu cümle yeterince anlatır:

    ‘’hayvanları bile ağlatacak kadar mutsuzdum ben…’’

    ve canım şukar dede. saatlerce dinleyicilerini çıldırtacak kadar çok konuşan ama mükemmel hikaye etme yeteneği sayesinde yine de konuşması özlenen, bütün köyün sevdiği, uyanık görünmesine rağmen son derece kandırılmaya müsait, saf, duygulu ihtiyar. kitabın en neşeli, enerjisi en yüksek bölümlerinde daima başrolde. yoksulluk, talihsizlik ve her hareketinde vücut bulan garip bir komikliğin somut halidir şukar dede. bazen de baştan ayağa hüzündür. davidov ve nagulnov’un ölümünden sonra ( şukar dede üzüntünün tesirinden yüz felci geçirmiştir) karısıyla olan şu konuşma mesela iyi kalpliliğin ve kederin en sade dile getirildiği bölümlerdendir:

    karısı: ‘’ne oldu sana ihtiyar?’’

    şukar dede: ‘’önemli bir şey olmadı. iki genç öldü. oysa onların yerinde uzun bir süreden beri benim istirahat etmem gerekiyordu. anladın mı şimdi? ‘’

    --- spoiler ---

    ‘’uyandırılmış toprak’’ adındaki ilk cildiyle beraber diyebilirim ki bu harika eser, insan ve doğanın eşsiz uyumunu kusursuz bir tablo gibi resmeder. ve o tabloda seyrederiz uçsuz bucaksız don kıyılarını, bereketli toprağı, bozkırı; taptaze, dipdiri tabiatı. bayıltıcı kokusuyla taze biçilmiş otları ve de.

    ve bazılarımız belki kitabı bitirip balkona bir sigara içmek için çıktığında kendisinin de toprak gibi canlı ve dolu, deniz gibi yüklü olduğunu , aynı zamanda bir ağaç ya da bir karga gibi sadece tabiatın bir uzantısı olduğunu duyar. sigara bitince de belki bu korkunç ve güzel hayatta çok küçük ve önemsiz olduğunu güleryüzlü bir hüzünle hatırlar serin bir uykuya yürürken.
  • biri 1973 yılı baskısı, leyla soykut çevirisi, yayın evi cem. öbürü zeyyat özalpsan çevirisi 1990 baskısı engin yayınevi. hangi çevirinin daha iyi olduğuna karar veremedim ama aralarında büyük anlatım farkları olduğu tartışma götürmez kitap. louiskayip yazarımız öyle güzel anlatmışki okumadan duramam artık.
  • sovyetler birliğinin kuruluş aşamasında,iç savaş günlerinde don ve volga kazaklarının gündelık yaşamıyla ilgili.
hesabın var mı? giriş yap