• almanya'nın şanslı bir ülke olduğunu düşünüyorum bazen. özellikle 1970'lerden itibaren alman sinemacıları arasında iki isim var ki, bu isimler sayesinde almanya başka bir ülkeyi şok edecek olaylara karşı çok hızlı bir şekilde refleksiyon yapabilmiş sinemada: rainer werner fassbinder ve alexander kluge.

    deutscher herbst'in yaşanmasının hemen ardından kluge'nin insiyatifinde deutschland im herbst çekiliyor. sonra kluge kendisi die patriotin'i, fassbinder ise mükemmel filmi "die dritte generation"u çekiyor.

    üçüncü jenerasyon, aslında ikinci jenerasyon. raf'in ikinci jenerasyonu. fassbinder onlara üçüncü jenerasyon diyor.

    filmde bir komün evinde takılan birkaç teröristin günlük yaşamını, eylemlerini ve eylem planlarını izliyoruz. "kapitalizm kendisine karşı gelen muhalefeti diskredite etmek için terörizmi yarattı" gibi vecizeler duyuyoruz. raf teröristlerinin günlük yaşamları ile ideolojileri arasında tutarlı bir eylemliliğin imkansızlığına giriyoruz.
  • almanca üçüncü nesil anlamına gelir.
  • seyri zor bir fassbinder. ismi, toplumun çürük, kravatlı ve hükümran tarafının eleştirisiyle birlikte anılan bu yönetmenin; toplumdışı olana getirdigi eleştiri.
    tırtılların kelebek fetişi olmadıklarını, çeşitli renkte olabildiklerini ve tırtıl olduklarını, ayrıca kaşıntının dogal olugunu söyler. tiyatronun filmi gibi ama orjinalitesini korudugu söylenilebilir.
  • kara mizahini, elestirisini anlamak icin, alman yakin tarihini, kültürel yasamini cok iyi bilmek gerekir. giderek absürtlesen, saygisizlasan, saldirgan bir sembolizmi vardir, cünkü. ancak, bu getirdigi elestirinin temelsiz oldugu anlamina gelmemektedir. buraya yazacaklarim, filmi konu edinmektedir; tiyatrosunu izlemek ya da senaryosunu okumak sansim olmadi.

    seflerine, yakinda satislarin tekrar artacagi sözünü veren amerikali bilgisayar satis temsilcisinin bati berlin'deki bürosunda baslayan film, parolalari die welt als wille und vorstellung olan, amaclari, neden birarada olduklari karanlikta kalan grubun, temsilciyi danisikli kacirmasiyla sona erer. derinliksiz, celiskiler yumagi iliskilerin,ideolojisizligin, temposu artarak cigirindan cikan siddetin deutsche herbst 'in agir havasi, fassbinder'in anlatimiyla boguculasir. seyirci, filmin dogrudan hedefidir: bu bir farstir diye bagir bagir bagiran overacted bir sahneyi, acimasiz, yalinkilic siddet izler. (siddetin sadece silahli eylem,bomba filan diye algilanmamasi önemle rica olunur).klise tiplemeler, hep uzagimizdadir, yakinlasmamiza, özdeslesmemize izin verilmez. gercek "sandigimiz" her insani tepki, bir sonraki sahneyle hiclestirilir. öyküye kendimizi kaptirip koyamayiz; acemice yapilmis izlenimi veren kesik sahnelerin, hic bir yere varmayan baslangiclarin, 70'lerin sinema teknolojisinin eseri degil ,yönetmenin bilincli bir tercihi oldugunu anladigimda, filmin yarisini izlemistim. sürekli arkada fonda acik radyo ve televizyonda dünyayi sarsacak degisimler yasanirken, protagonistlerin, mikrokosmoslari etkilenmez bundan.

    alti bölüm boyunca, tamamen toplumdan kopuk, yasamlarinin merkezi kendi egolari olan kücük burjuva karikatürlerinin, neden bütün bunlara giristiklerini anlamayiz ki, filmin bize söylemek istedigi tam da budur. buraya ilginc bir not düsmek gerekirse, 1980 öncesinin, silahli propaganda yi kullanan thkp-ckökenli yapilanmalari da, raf*'i ayni noktada elestirirler. emperyalist bir ülkede yasal propaganda yollarinin tamamen tüketilmedigi, toplumsal muhalefeti örgütlemek yerine, giderek anarsist bir kimlik kazanan eylem cizgisine sahip olundugu gerekcesiyle temellendirilen bu reddedis, ilk raf kusaginin silahli eyleme basvurdugu kosullar gözönüne alindiginda tartisila bilirse de, ikinci kusaktan itibaren hakliligi yadsinamaz. neyse, bu tartismanin yeri burasi degil.

    fassbinder'in, fetis oyunculari günther kaufmann,hanna schygullave dahi udo kier'in oyunculuklari görmelere mahsustur.( israr ve inatla tekrarlanan bir rivayete göre, cekimler sirasinda fassbinder'le kier'in küllenen genclik asklari alevlenmistir.) filmin, akli dengesi yerinde olmayan annesini de, fassbinder'in öz annesi oynar. illa bir fassbinder opus magnum 'undan söz edeceksek, o budur, fikrimce.

    filmi ilk izledigimde "namimiz fassbinder izliyor diye yürüsün" caglarindaydim ve hafif capli bir bayinti gecirdigimi animsiyorum. ikinci izledigimde "aha su sunu sembolize ediyorsa, bu kimdir"ler arasinda gecti. süper cözümlemelerimi anlattigim arkadasin tepkisi, "bu konuyu kapatalim"di. ücüncü kere izledim ve gördügüm, bunlar. (bkz: bir lafi üc kerede ancak anlamak)

    alman tarihi ve kültürünü (sözgelimi, filmde güncele göndermeler yapilan 1848 devrimini, kücük burjuvazinin bu siradaki konumlanisini vs.) biliyorsaniz ya da sinema diline, teknigine özel ilginiz varsa bulun bulusturun, izleyin derim.

    edit: director's cut
  • --- spoiler ---

    ingilizcesiyle "the third generation", türkçesiyle "üçüncü kuşak", 1979 batı almanya yapımı komedi-suç filmi. senarist, yönetmen ve prodüktörü rainer werner fassbinder olan film, alman sineması açısından önemli bir filmdir ve kara komedi tarzındadır. filmin başrollerinde hanna schygulla, margit carstensen, eddie constantine, bulle ogier ve harry baer yer almışlardır. filmin tema müziğini ise peer raben yapmıştır. son olarak, filmin imdb.com puanı 7,1/10'dur.

    konusu
    yıl 1979... rote armee fraktion (kızıl ordu fraksiyonu) ya da daha çok bilinen ismiyle baader meinhoff'un en büyük eylemlerinin üzerinden tam 2 yıl geçmiştir. 1977 sonbaharının, yani meşhur "alman sonbaharı"nın etkileri tüm dünyada hissedilmektedir. ulrike meinhoff'un hapishanedeki ölümünün üzerinden daha 3 yıl bile geçmemiştir. rainer werner fassbinder, en sevdiği oyuncularını bir araya topluyor ve kafasındaki filmi açıklıyor: "bir terörizm komedisi"...

    imdb.com - https://www.imdb.com/title/tt0079083/

    wikipedia - https://en.wikipedia.org/…rd_generation_(1979_film)

    trailer - https://www.youtube.com/watch?v=kdfgjzuugo4

    --- spoiler ---
  • "salon oyunlarını konu alan, altı bölümden oluşan gerilim, heyecan, mantık, zalimlik ve delilik dolu bir film. hayat değişerek akarken ölüme hazırlamak için çocuklara anlattığımız masallar gibi.
    kimselere benzemeyen gerçek bir aşığa ithaf edildi belki de?"

    fassbinder, sözlükte yazsaydı eğer, filmine böyle bir tanım girermiş. masalları hiç böyle düşünmemiştim. fassbinder'in tutkusunu az çok duysam da onu da, artık o gün her kime aşıksa ona, sıradaki şarkıyı hediye eder gibi filmini ithaf ederken de düşünemezdim. kafayı taktığı aşkına benimle birlikte olmazsan intihar ederim blöfünü yapabilen bir adam oysa ki, neden şaşırdım bilmem.
hesabın var mı? giriş yap