• birinci baskısını nisan 2003'te yky'den yapan, sezer duru'nun türkçeye çevirdiği, avusturyalı yazar thomas bernhard'ın çok kısa öykülerinden oluşan kitaptır. öyküler gerçek anlamda çok kısadır; ortalama yarım sayfa uzunluğundadır her biri. yaratılan boşlukları doldurmak okuyucuya bırakılmıştır. aynı yazın stilini bir dönem enis batur da denemişti.
  • thomas bernhard'dan, 13 delilik manzarasi, 20 surpriz, 4 kayip, 26 cinayet, 2 iftira, 6 acili olum, 1 hafiza kaybi, 4 ortbas, 18 intihar, 3 sahsa saldiri, 5 erken olum ve 1 ask oykusunden olusan, hiciv ve kara mizah yuklu edebi vinyetler kitabi.
  • --- spoiler ---

    anlatıcı ve okuyucu arasında sürekli korunan bir mesafe ve "gördük", "düşündük", "sorduk" gibi birinci çoğul şahısla ya da duyulan geçmiş zamanla oluşturulan gazete dili, üslubun en çabuk göze çarpan öğeleri. bir kısım hikaye ise birinci tekil şahısla anlatılmış ve her ne kadar ilk bakışta daha çok "anı" -fakat yine anlatıcı aktif değil- formatına yakın dursalar da yukarıda bahsettiğim mesafe* ve işlevsiz herhangi bir ayrıntı vermeme ısrarı devam ediyor. hikayeler çeşitlendikçe, uzun cümleler de bu üslubun bir başka öğesi olarak belirginleşiyor. bu mesafeli, uzun cümlelerde söz diziminin çarpıcılılığı desteklemek bakımından nasıl kullanılabileceğini neredeyse anlatıya ilişkin bir ders gibi görüyoruz. sayfa 27'deki sabah treni isimli öyküden:

    "sabah treninde otururken, tam on beş yıl önce şelaleye yaptığımız gezinti sırasında öğrenci grubumuzla devrildiğimiz uçurumdan..."

    zaman ve mekan belirlenmiş, sonra bir geçmişe dönüş ve herhangi bir ton taşımayan şu cümle, sıradan, herhangi bir olaya açılacak gibi dururken aniden müthiş bir olaydan, herhangi bir şeymiş gibi bahsetmeye başlıyor. bu dehşete yakışır bir şaşırtıcılık. sayfa 42'deki sav isimli öyküden, neredeyse durumun absürtlüğünü katlayan başarılı bir giriş:

    "augsburg'lu bir adam sırf yaşamı boyunca her fırsatta goethe'nin son sözlerinin mehr lich! yerine mehr nicht! olduğu savını ileri sürdüğü için augsburg tımarhanesine kapatılmış, çünkü..."

    başka bir şekilde kurulabilecekken özenle tercih edilmiş ifadeler, söylenmeyenler, ani sonlar... hepsi varsayımlarımızı çeşitlendirebiliyor. sayfa 63'teki besleme hikayesi'ni ele alalım. sabah treni'ne benzer ve aniden gelen, soğuk üslupla karşıtlık taşıyan dehşetengiz bir olay var. anlatıcının içinde bulunduğu trenin önüne atlayan inekler ölüyor ve hikaye şu cümleyle bitiyor:

    "pencereden baktığımda, gün batımındaki bir çiftliğe doğru bağırarak koşan beslemeyi gördüm."

    işte sanatta hissetmek ve bir gün bir şeyler yaratabilirsem hissettirmek istediğim en güçlü duygu! şöyle bir bakalım: bir tren yolcusu için, varacağı yere geç kalmasını sağlayacak bir nahoş bir olay belki; rayları temizleyen görevliler için birkaç uyku sonra unutulabilecek bir manzara, beslemenin hayatında yediği en büyük dayak ya da en sevdiği hayvanın parçalanışına şahit olmak henüz bir çocukken... her şey olabilir, sayısız varsayımda bulunabiliriz, kişileri ve hislerini değiş tokuş edebiliriz. bu kadar ihtimalden tek bir gerçek elimizde kalır yine de: kimileri için önemsiz olayların kimileri için hayati oluşu ve -ölüm kadar aşılamaz olan bir başka pranga- bu kadar "kendine hapsolmuş" bir varlığın yekdiğerini anlamasının imkansızlığı. belki dilin ve davranışların kifayetsiz imkanları içerisinde kendimizi parçalarcasına çabalıyoruz ama insan -aslında ben- bazen anlayabilmek için tepeden tırnağa başka biri olabilmek istiyor, ya da anlatabilmek için başkalarını kendi bedenine sokabilmek! her şeyi, içimdeki yankıları ile anlamaya çalışmasaydım mesela, birinin dertlerini dinlerken hemen kendiminkiler gelmeseydi aklıma, herhalde ahlaken daha iyi hissederdim, midem de bulanmazdı. yüzeysel olanın ötesine geçememenin öfkesiyle tüm insanları yadsımaz akabinde yaşadığım kısa süreli ve eskisinden daha tutkulu dışa dönüklük nöbetlerine de tutulmazdım.

    sonuç olarak imrendim. ses taklitçisi'nin sanatsal niteliğini aşabilsem -yarısına erişebilsem ne ala- ömrümde bir gün, sanki bu acı verici yazgıyı da aşacağım bir parça. tabii önce, ciddiyetle başladığım bir inceleme denemesini bu kadar kişiselleştirmemeyi öğrenmem gerekiyor. bu seferlik böyle olsun.

    --- spoiler ---
  • (bkz: #118594363)
  • thomas bernhard'ın en sevdiğim kitabı olabilir. viyana çevresi başta olmak üzere avusturya toplumuna ve genel spektrumda topluma olan düşmanlığını kısa kısa, dipnotlarla öyle etkili biçimde anlatıyor ki. özellikle örnek öyküsüyle birlikte sizi çıldırtıcı bir cevapsızlığa sürüklüyor.

    bir de bu kitabı ilk okuduğumda sanırım michael haneke sineması üzerine bir yazı hazırlıyordum. haneke'nin gündelik olayların background'ına sürükleyen evreninin yalınlaştırılmış hâli olarak gelmişti bernhard bana. süslemeye, imajı canlandırmaya, sizi şaşırtmaya çalışmıyor. bernhard'ın tek işlevi gerçeği aktarmak, edebiyatı da sanki bu kadarlık bir şey gibi görüyor.
  • ülkemizde ses taklitçisi adıyla çevrilen thomas bernhard eseri. yüz dört çok kısa öyküden oluşan eserde genel olarak bir karamsarlık hakim. bu durumda bernhard'ın ungenach'ta belirttiği gibi "temelde dünya, ne açıdan bakarsak bakalım, katlanılmazlıktan ibarettir." görüşünün de etkisi yadsınamaz.

    buna karşılık bu yüz dört öykünün hepsinin de değişik bir aklın ürünü olduğu anlaşılıyor. eseri hem öykülerinin kısalığı ve hem de birbirinden farklı düşünceleri ele alması nedenleriyle giovanni papini'nin gog isimli harika eserine benzettim.
hesabın var mı? giriş yap