• "duyusal verinin öznel biçimde farkındalıkı neden vardır?" şeklinde kolayca ifade edilebilecek ama cevaplaması olağanüstü zor sorulardan biri. david chalmers tarafından formüle edilmiştir. "explaining consciousness: the hard problem" isimli kitapta çeşitli insanlar türlü görüşlerle açıklamaya çalışmıştır bu problemi.
  • gudik tarzda determinizm problemine de uygulanabilir. (bkz: determinizm ve özgür irade paradoksu/#7109962)
  • nasıl ve neden bilinç ve farkındalığa sahip olduğumuz sorusudur? "the hard question" olarak bilinir. yani "abi yüzlerce filozof yüzyıllardır yüzlerce soru ile cebelleştik ama bu bambaşkaymış" demeye geliyor. her filozof yahut nörobilimci bu sorunun önemini kabul etmez. bazıları sorunun alakasız olduğunu söyler falan. amma kanaatimce düşünen bir insan için gerçekten de azami merak uyandırıcı ve metafiziğe sapmadan cevaplaması imkansız görünen bir sorudur.
  • chalmers konuyu ikiye ayırır. bilincin kolay problemi ve bilincin zor problemi. bilincin kolay probleminin baslıgı yok sözlükte, kendisi cok kısaca şu: chalmers'a göre standart cognitive bilimler ile çözülebilecek olan problemlere bilincin kolay problemi deniyor. uyku ve ayık olunan durumlar arasındaki farklar, bilginin bilişsel sistemle entegre edilmesi vs gibi. kolaydan kasıt, bu soruların cevaplarını biliyor olmamızda degil, ancak soruları nasıl cevaplayacagımıza dair bir yolumuzun olmasıyla ilgili durumları ifade eder. bu yüzden kolay olarak nitelenmişler.

    bilincin zor prboblemi ise, deneyimdir. chalmers diyor ki, düşünme eylemini gerceklestirdigimizde, elimizde bir bilgi işleme durumu var bir de işin öznel kısmı var. işte deneyim ya da farkındalıktan kasıt (chalmers'ın makalesinde experience olarak geciyor) bunun öznel, subjektif oldugu. zor problemin zorlugu da buradan yani kisisel (öznel) deneyim kısmından geliyor. ya da, kolay probleme kıyasla elimizdeki bilimsel yöntemlerle bunları acıklayamıyoruz. oysa kolay problemi acıklayabiliyorduk. bilinc deneyimine (conscious experience) gelince bu tür acıklamalar durumu acıklamaya yetmiyor. bunların bir kısmını acıklasak bile, neden ve nasıl kisisel deneyimler ortaya cıkıyor, bunları acıklayamıyoruz. cünkü kişisel deneyim bizim bugün sahip oldugumuz fiziksel teorilerle acıklanmıyor. bu yüzden de bilincin zor problemini olusturuyorlar.
  • zihin felsefesinin önemli filozoflarından daniel dennett bu zor problemin gerçek bir problem olmadığını savunur ve bu savunuyla kendisini chalmers’ın karşısına konumlandırır.
  • kant’ın açıklayabileceğini düşündüğüm hede. bilindiği gibi kant kategorileri sayıyor bir sürü ve açıklıyor. şu kategori böyle oldu diğeri şöyle diyerek ve ilişki kurarak bilinci açıklayabilir. dahası bu öznelliği de açıklayabilir bence. elde malzeme var çaresiz değil kant.

    bana kalırsa zor soruyu ayırmak lazım. fizikselden neden bilinç çıkıyor ayrı bahis, öznel hisler neden var yani qualia denen şey neden ve nasıl var ayrı bahis. şöyle de sorulabilir işlevlerden öznelciliğe sıçrama nasıl gerçekleşiyor? bunun açıklanabileceği kanaatindeyim. bu öznel hisler farklılıktan kaynaklanıyor. misal iki taş arasındaki fark iki insan arasındaki farka göre çok az. canlılar arasında büyük çeşitlilik vardır. bundan dolayı canlının kendi farkındalığı kendine hastır. bir diğer nokta canlı kendi kendine işleyebilen bir sistem, daha dinamik. misal taşın atomları hareketli olsa da kendisi durgun gibi. ama canlının genetik bilgisi kendi kendini kopyalıyor mesela. organize bir sistem var. bu organize sistem karmaşık olduğunda çok yönlü olabilir. bu çoklu işvlevleri açığa çıkarır. işlevlerin de karmaşıklaşması ve çokluğu, dahası bunların birarada yorumlanması ve işlenmesi, bir bütün haline getirilmesi bilinci meydana getirebilir. karmaşıklığı böyle görmek lazım.
  • sayısalcı(!)ların siddin sene geçse anlayamayacağı sorudur. andaval sayısalcılar demek daha doğru olur. zira bu problemlerin iki kere iki dört basitliğinde olmadığını bilen eminim ki çokça insan vardır. konuyla bağlantısı olmayacak ancak bir programda sinirbilimi uzmanı bir profesör "canlılığı dahi halen tam olarak tanımlayamıyoruz, insan/bitki dediğin x y z maddelerinin toplamı ama bir arada bir şeyler oluyor ve canlılık gelişiyor." deyişi geldi aklıma. bu adam da sayısalcı mesela ancak yalnızca sayısalcı demek yetmez meselenin özüne sözel ve düşünsel yönüyle de hakim. bak adam canlılığı tanımlayamıyoruz diyor ama bazı yarrak kafalılar bırak canlılığın tanımını bilinci iki satırla açıkladığını sanıyor. yazık.
  • bilindiği kadarıyla bilincin zor problemi karmaşık bir sistemdeki özel bağlantıların bilinç olduğunu kavramak degildir. bu, yani “bilincin nöral bağlantıları” bilincin “kolay problemi” olarak geçer. ve bir gün teknolojik gelişme ile anlaşılacağı düşünülür.
    bilincin zor problemi ise nasıl olur da bir nöral ağın qualia dediğimiz o deneyim hissini bize verebildiğidir. yani bir nöral ağ aktif olunca biz domatesin o bilindik tadını hissederiz. bugün o nöral agın hangisi ve nasıl aktif olduğu bulunabilir, bu bir sorun degildir. zor olan domatesin o bilindik tadını nöral ağ nasıl yapar?

    o noktada bilinci ve deneyimi ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. deneyim adı üzerine bilinç olmadan, farkındalık olmadan deneyimlenemez. deneyimin kendisi zaten içsel bir dünya oluşumudur. duyularla elde edilen bilginin hissedilmesidir.

    görmek bir deneyimdir.

    kişinin gördüğü şeyin bilincinde olmasının o şeyi gördüğü düşüncesine sahip olması ise bilinç ile ilişkilidir.

    beyinde bilinçdışı işleyen milyarlarca akış ve data vardır. bunlar paralel bir biçimde işlenirler. çalışma belleği dediğimiz working areada -ki bu da kısa bir süredir- seri bir biçimde derlenip toparlandıktan farkına varma gerçekleşir. o bir nevi akışa anlık odaklanmadır.

    bilincin complex yapılarda ortaya çıkması emergent bir özellik olduğunu bize göstermekte. bu aslında tamamen istatistiki mekanikte gördüğümüz şey ile birebir benzer.
    nasıl ki mikro seviyede oraya buraya uçuşan parçacıklar anlamlı bir düzen göstermez iken makro seviyede baktığımızda bir düzen yakalarız. örüntüyü o karmaşanın içindeyken değil dışında iken yakalarız. bu da ona benzer bir hikaye.
    parçacıklar tek tek her şeyden etkilendikleri için belirli bir yöne kümülatif birikim gösteremezler. bütünde ise bunu görebilirsin.
    bunu karınca veya kuş kolonilerinde de görmek mümkün.
    ya da sosyal hayatta para, adalet, statü gibi emerge olmuş sistemler vardır. adalet tek başına anlamlı değilken ya da tek bir kişi için; toplumun kendisinde emerge olur.

    ya da ornegin kelimeleri dusunelim. bunlarin yapitaslari harflerdir. harf harf bakarsak kelimelerin veya cümlelerin semantics anlamlarini goremeyiz.

    tüm bu örneklerden de anlayabileceğiniz gibi anlam, örüntüye hangi seviyede baktığınla ve biraz da istatistik ile ilgili.

    zamanın akışı da bu şekilde. tek bir parçacık için zaman iki yönlüdür. çünkü geçmiş de geleceğini etkiler; gelecek de geçmişini. bir parçacık bir yöne; hemen yandaki (bütün parçacıklar eştir, farklı degillerdir. sadece onlara etkiyen kuvvetler veya çevreleri farklı olduğu için farklı şekilde etkilenirler. cünkü basitlerdir ve onları etkiyen kuvvetlere karşı zayıftırlar.) parçacık ise başka yöne.
    toplamda ise o parçacıklardan oluşan bütün, istatistiksel olarak toplamın hangi yöne olduğuna göre değişir. bizim evrenimizde genellikle geçmişten geleceğe doğrudur.

    bilincin karmaşık sistemlerde emerge olması, sistemin kendine geri beslemesi (hofstadter amcaya selamlar; ı am a strange loop) sayesinde tutarlı bütünlük gösterir. öyle ki burada hafızanın da katkısı büyüktür. bugün tıpkı deep learning uygulamaları gibi sistem, elde ettiği veriyi “anlamlandırmak” için elindeki mevcut veri ile kıyaslamalıdır. o haliyle anlamlandırma geçerli hale gelir.
    bu da ancak atanmış agırlık (estimated weight ve updated weight values) ile mümkün. nöral ağ her yeri ögrenme ve anlama halinde yeni bir yapıya bürünür.

    peki hala bilincin zor probleminden bahsetmedim. buraya kadar olan kısım aslında enteresan şekilde bilincin kolay problemi diye geçiyor.

    zor problem ise işin içine deneyim girdiğinde gerçekleşiyor. öznel deneyim diye de adlandırılan qualia nasıl gerçekleşir?
    bu açıdan bilinç bazı noktalardan deneyimden ayrılabilir. öyle ki düşündüğünün üzerine düşünme dediğimiz hadise, deneyim olmadan da mümkün olabilir. düşündüğünün farkında olma, düşünmenin kendisinin soyut olması sebebiyle bir iç dünya, hisler içermez. salt soyut bir farkındalıktır. bunun sebebi de düşüncenin kendisi ile ilgilidir.
    gördüğünün farkında olma ya da yediğinin farkında olma ise otomatik olarak deneyimi beraberinde getirir diye düşünüyorum.

    öyle ki görme bilinçdışı bir süreç ile başlar (her şey gibi; önce işlenecek, farkına varılacak -ki her zaman farkına varmamıza gerek yok- bilginin yavaş yavaş hiyerarşik olarak işlenmesi ile başlar. örüntü yavaş yavaş ortaya çıkar. ilk görme alanında veriler ayrıştırılır. ikincisinde derinlik, uzunluk ayrıştırılır ve kabaca ortaya çıkar. sonra şekil. sonra renk. sonra ise hareket. bunları arka arkaya söylemem ve sonra ifadelerini kullanmam size bir sequence varmış gibi durum yaratabilir ama dili kullanma şeklimiz sebebiyle yanıltıcı oluyor. bilinçdışı prosesler paralel işlenir. aslında hem sequence var hem de aynı anda diye cevaplamak lazım. aynı anda işlenen hiyerarşik örüntüler demek daha dogru. son aşama ise anlam. geçmişte gördüğünüz o elmaya benzetme süreci. onun elma olduğunu anlama süreci.

    görme çogunlukla bilinçli deneyimdir dedim. bilinçdışı görme de mümkün. lakin işte orada deneyim denen hadise olmuyor. cünkü farkında değilsin. kendi kendine varan totolojik bir durum bu.

    buraya kadar bilinçli farkındalığı bir şekilde açıkladım sanki. emerge olsa da onun iç içe geçmiş hiyerarşik örüntü tanıma ile ortaya çıktığı belli. lakin elmanın o görme deneyimi hala soru işareti.
    bunun aynısını domatesin tadı için düşünün. domatesin tadını alarak onun domates olduğunu anlamak bir şekilde yukarıda saydığım süreçler ile açıklanabilir. o ıslaklığı, ekşiliği bize evrimsel bir armağan.

    haliyle deneyimin kesinlikle epifenomen bir yapı olmadığını düşünüyorum. acı örneğini düşünün. koşarak acısını hissettiğimiz bacak ağrısının farkında olmasak koşmaya devam eder ve ölüme kadar gidebilecek gereksiz bir enerji sarfiyatına giderdik doğada. acıyı hissedelim ki duralım ve o kısımdaki yarayı düzeltelim, geçmesini bekleyelim vs.

    peki görme için düşünelim. sadece gördüğümüzün farkında olalım; ekstra bir içsel dünya (işte renkli renkli ağaçlar vs) oluşturmamıza gerek var mıydı? bence bu gerek varmıydı sorusu yerine zaten kaçınılmaz olan da olabilir. öyle ki kendiliğinden ortaya çıkan bir durumdur. elmayı nasıl tanımlarız. şekli ile kırmızılığı ile vs. şekil için beynin içinde. 3d derinlik oluşturmamız lazım. keza rengi için de çeşitli dalga boylarında gerçekleşen enerjileri birbirinden ayırmak için (mavi elma; yeşil elma; kırmızı elma) de bir yapı oluşturmamız gerekti muhtemelen. bu da renk dediğimiz qualiaya neden oldu.

    farklı olabilir miydi? her zaman. bunu salt insana veya memeliye indirgemek saçma. sadece memelileri biliyoruz diye tüm evren böyledir demek de saçma.

    milyon yıllık evrimsel süreçte eklektik yapılar dış dünyayı daha iyi anlamak ve action almak için çözümler üretirken bunlar ortaya çıkmış. başka bir evren veya canlı ekosistemi simülasyonu yapmak belki farklı sonuçlar ve çözümler ortaya çıkacak.

    buna bir örnek fuziform girüs yapısı. maymunlarda ilk olarak şekil tanıma için ortaya çıkarken biz bugün bu yapıyı başka şeyler için de kullanıyoruz. kullanım alanlarının değişmiş olması bize farklı farklı şeylerin de olabileceğini gösteriyor. lakin sonuç bu. buna odaklanmamız ve anlamamız lazım.

    qualia deneyimini kör topal böyle açıklamak, açıklamak değildir. herhalde bunu okurken fark etmişsinizdir. zaten o yüzden zor problem.

    son bir dip not.
    yukarıda düşündüğünün üzerine düşünme halinin domatesin ekşiliği deneyimi yaratmadığını söylemiştim. bu da aslında içsel soyut bir süreç olması ile alakalı. matematik gibi tamamen soyut bir kavramı yaratıyoruz beyinde ve onun üzerine düşünüyoruz.
    lakin bedenimizden gelen açlık, üşüme gibi hisler ve dış dünyadan gelen ışık, acı tad, yumuşak top hissi gibi deneyimler ise açık bir biçimde qualia ile ilişkili. deneyim dünyası.
    görüleceği üzere hem bedenden hem dışarıdan bedene giren yapılar bunlar.
    düşünme ise kortekste oluşan bir soyut yapı.

    belki de boltzman beyninin bilinçli farkındalığı böyle bir farkındalıktır. deneyimin eşlik etmediği bir bilinç.
    mümkün mü?
    prensipte evrende kendi kendine oluşması ile ilgili sorunlar bilim insanlarınca açıklandı.
    şurada anlatmaya çalıştım. hoş okursanız aslında tersini ispatının ne kadar zor olduğunu görürsünüz. yine de istatistiksel olarak kendi kendine oluşmasını zor olarak görelim.

    ama konuyu başka bir yere bağlayacağım. insan eliyle oluşturulmuş yapay zeka bir gün bu noktaya varabilir. elbetteki karmaşıklığı ve self organize, kendine loop yapan feedback mekanizması ölçüsünde.
  • bu sorunun anlamsız olduğunu düşünenlere tıpta dalyarak denir.

    bir de bu sorunun cevabını (bilimsel adıyla->) ittirmasyon yöntemiyle bilincin dandik sorusuna indirgemeye çalışan tipler vardır, neyi anlayamadığını anlayamayan tiplerdir bunlar, bi ihtimal de chalmers’ın farazi bilinçsiz zombi ırkından geliyor olabilirler.

    çok boktan bi sorudur, zira konu hakkında düşünce geliştirmeye ömrünü adamış duayeninden tut, bu soru aklına ilk kez düşmüş acemi erine dek herkes hala aynı noktada, birinci karededir.

    zaten soru kibarca şunu sorar: amk nasıl ya?
    evet özetle bu, cidden. birkaç senede bir sahi bu konuda en son ne söylendi diye bakarım, sonra da içime bi sıkıntı basar, çünkü tartışma ya “yaw işte nöronlar” diye “basit olan” problemin kum havuzunda kale inşaatı şeklinde, ya da “bı sırı mitıfizik, ı yizdin di ınlımsız” lağımında boka saplanmış haldedir.

    gödel escher bach, kognitif sayns, kendine refer etme, paradox, karmaşık sistemler, emergent properties falan hepsi hoş da, bunların hiçbiri zor problemi çözmek için elimizde nasıl bir alet çantası olması gerektiğine dair bile hiçbir şey söylemez bize.

    solipsizmi bi kenara bırakırsak, kendimizden yola çıkıp önce diğer insanlara, sonra belki bobi ve mırnav’a, derken tüm hayvanlara, belki bir hevesle de her türlü karmaşık saydığımız sisteme lütfedebileceğimiz özne olma halini bildiğimiz yöntemlerle açıklamaya çalışmak işaret parmağımla 4. boyut ekseninin doğrultusunu göstermeye çalışmama benziyor. hani bilim şunu bulsun, teknoloji akı kapasitörünü geliştirsin, şunu deneyebilecek hale gelelim de o zaman bağlantıyı kurmak için bir ipucumuz olabilir gibi bir gelecek tahayyülümüz bile mümkün görünmüyor. üzüldük.

    daha da boktanı, özne olma halinin sadece bize(ben kendimden mesulüm valla, ayıp olmasın diye sizi de özne varsaydım) özgü sınırlandırılmış bi halini bilmekle, öznelliğe dair zor soruyu cevaplarken yanlış varsayımlarda takılıp kalıyor bile olabiliriz. mesela özne olmak için “bir tür” hafızaya ihtiyacımız olduğunu düşünmeye meyletmemiz gibi.

    atıyorum protonun tekinin, ahmet olsun adı da, kırmızılığı deneyimlediği bir öznellik anında takılı kalmadığını iddia edebilir miyiz? ya bak, şimdi gerçekten kızarım, hani desen ki bana mesaj atıp ya da altıma ayarlı entry falan döşemeye niyetlenip “dostum saçmalıyorsun, kırmızı dediğin şey fotonun dalgaboyunun gözümüzle etkileşimi vili vili vili” falan, bak vallahi kızarım. bi saattir ne diyoruz ama, sanki amk kırmızı qualia’sını fiziğe bağlayabiliyormuşuz gibi sen şimdi gittin ne yaptın? zaten cevabını aradığımız soruyu sanki çoktan çözmüşüz gibi e=mavi*camgöbeğiˆ2 diye elinde formülle geldin, olmadı ki. babacım kırmızı qualiası bilmemkaç nanometre miymiş yani, bunu mu buldun. nah. otur 0.

    bu zor soru aslında “the” soru, bizzat bütün hayatın anlamı bu soru: doğmadan önce neredeydikinden öldükten sonra nereye gideceğimizi sorgulayışlarımızda, yok oluşumuzu, olmayışımızı, var olmamamızın nasıl bir deneyim veya ne demek olduğunu anlayamayışımızda; benliğimizin nerde başlıyor ve bitiyor olduğunu, ben dediğimiz şeyin ne olduğunu sorgulayışımızda, inananların tanrı’yı denkleme sokmak için ısrar edişlerinde, temelinde aslında hep bu soru var.

    teolojideki mesele de hiçbir zaman, bu kadar karmaşık sistemlerin, şeylerin, maddenin, varlığın kendiliğinden nasıl oluşabileceğine akıl sır erdirememekten doğmuyor. öznel benliğin nasıl olup da ortaya çıkabildiğini, varlıktan nasıl emerge ettiğini anlayamamaktan, fiziksel olana bir türlü bağlayamadığımız qualia alemini öznel deneyimimizi türetebileceğimiz bir diğer özneye, tanrıya, bağlama ihtiyacından doğuyor. zaten inananların ezelden beri var olan evreni reddedip de ezelden beri var olan tanrı’ya ok deyişlerinde tek fark ezeli olana öznellik atfediyor olmaları. zor sorunun cevaplanabilir olduğu gün tanrı’nın da tabutundaki son çivi çakılmış olur.

    neyse ki asabı bozulmadan sabırla inatla bu konuda düşünen güzel insanlar var, bi de işte dalyaraklar var, dalyarak olmayanlarının hepsine sonsuz destek kalpler vs ama bi bok da bulacağınız yok lan harbiden, konu kilit :(
hesabın var mı? giriş yap