• devşirilmek. çevresine bir duvar örülmesine izin vermek. bir mülkiyetçi gibi sığınmayı kabul etmek. kapıya bir kilit daha asıp adına demokrasi demek.
    bilinçli masraf... nesnelere sahip olma isteğinin doğal, estetik kökeni ekonomik ve rekabetçi zorlamalarla gizlenip saptırılıyor, buna karşılık nesnelerin niteliğini ele veriyor: tek elde ettiğimiz bir tür mekanik savurganlık*. zevk sahibi oluş bile çoğunlukla gösterişe yönelik bir itkiyle çelişki içinde. zaten hani; biz insanların ne kadar çelişki dolu yaratıklar olduğu gibi. kendi inşa ettiğimiz hapishanelerde yaşıyoruz adına ev, aile, akrabalar, töreler diyerek*... sonra bu duvarların arasında boğulup çıldırıyor, ama yıkılmasın diye de uğruna hayatımızı siper ediyoruz. karmaşıklık, canlılık, icat etme ve inisiyatif özgürlüğünü, hepsini çöpe attık. tam olarak barbarlığa döndük: eğer yeniyse, aman kaçın ondan; eğer yiyemiyorsan at gitsin. kendimizi insanlara teslim ettik; doğuştan kendimizin olan karar hakkını devrettik. başkalarının elindeyiz. kendi irademiz işlemiş. irademiz harekete geçme gereğini duymamış. her şeyi başlatan, bu anı ve etrafımızdaki duvarları yaratan da kendi irademiz. sonuçta hemen her şeyi gözlerimizin merceklerine göre ayarlayan kendimiz değil miyiz?
    ve çemberin dönüp dolaşıp açgözlü yararcılığın en iğrenç şekline dayanması...

    bir de yukarıdakilerle hiç alakası olmayan, (bkz: sevdalanmak). (bkz: karşılıklı bağlılık).
  • bağlanmanin en kötüsü: bi sabah kalkmısım ve kendimi bulent ersoy'a hayvanlar gibi baglanmis bulmusum;ya da aysel gurel'e..
  • icinde bulundugu iliskinin ciddi yerlere gittigini farkeden kisinin birden korkmaya, asla olmamasi gerektigini dusunmeye basladigi kavram. baglanmaktan korkmak, baskalarina ilgi duyabildigini kendine gostermek istercesine etrafta kim var kim yok flort etmekle baslar, isterse hala baskalariyla olabildigini kendine kanitlama amacli, sonrasinda gelinecek durak buyuk ihtimalle iliskimize ara verelim baslikli olacaktir. bir sure gorusmeyelim, ben baskalarini da gormek istiyorum, senden beni beklemeni isteyemem ama beni unutma da, istersem sana donebileyim gibi anlamsiz cumleler sarfedilir ve kisiden kisiye degisen bir zaman dilimi sonrasinda ben aptalim, beni affet konulu konusmalar yapmak icin eski numaralar cevrilir. bu da bir bagimlilik degil midir zaten diye sorar insan kendine.
  • tarkanımızın çok ararsın beni adlı fantastik çalışmasında dediği üzere metre metre urgan ile olur icabında.
  • ne kadar az seye baglanırsan o kadar iyi yasarsın...
  • (bkz: bagımlılık)
    (bkz: baglılık)
  • ahmet altan'ın aynı adlı makalesi:

    buyuk asklarin, buyuk bagliliklarin icinde daima biraz acima da bulunuyor; bizi uzduklerinde, bize ihanet ettiklerinde bile bu yaptiklarinin onlarin zayifligindan kaynaklandigini dusunup, icinde cirpindigimiz derin kedere ragmen onlar icin endise ediyoruz.

    hamlet'i ofelya'ya, romeo'yu julyet'e baglayan neydi?

    guzellikleri mi?

    yoksa onlarin delilige ve olume digerlerinden daha yakin durmasinin, ilk bakista anlasilmayan, gizli ve hastalikli cekiciligi mi?

    otello'yu desdemona'ya baglayan neydi peki?

    ihanetine o kadar cabuk inanabilecegi bir kadina niye tutkundu?

    bir insani bir baska insana kuvvetle baglayan bag nedir?

    ibrisim gorunumlu celik bir yumak gibi insani sarmalayan o bagin nedenini ilk bakista gorup, anlayabilir miyiz?

    kadinlar ve yazarlar, gorunenin altindakileri kurcalayarak bu sorulara cevap ararlar, icguduleriyle de olsa, gercegin daha altlarda bir yerlerde sakli oldugunu sezerler.

    anna karenina niye voronski'ye tutuldu?

    yakisikli oldugu icin mi yoksa daha sonra ortaya cikacak bencilliginin kokusunu aldigi icin mi?

    neden edebiyat dunyasinin buyuk asklarina baktigimizda, baglanilanlarin delilige, olume, ihanete, bencillige yakin duranlar oldugunu goruyoruz?

    en degerli pullarin yanlis basilmis hatali pullar olmasi gibi en sevilen insanlar da aslinda hatali olanlar mi?

    genc bir psikiyatri docenti bir keresinde bana yazdigi bi mektupta, "ne zaman kalabalik bir yerde erkeklerin baslari ayni anda kapiya donse, iceri bir borderline tipi kadin girdigini anlarim" diye yazmisti.

    "borderline" dedigi, degisken ve huzursuz bir kisiligi tanimlayan bir ruhsal rahatsizligin adiydi.

    meyvelerin bozulmasindan lezzetli ve yakici ickiler elde edilmesi gibi insanlarin bozulmasindan da basdondurucu bir cekicilik mi doguyordu?

    niye hamlet delirecek olani, romeo olecek olani, otello kuskulanilacak olani, anna karenina bencil olani seciyordu?

    ve, hangisi, bagliliginin nedeni olarak "deliligi, olumu, kuskuyu, bencilligi" isaret ederdi?

    kuvvetli baglarin iplikleri boyle zayifliklarla dokunuyorsa, bu, baglananlarin da zayifliklarini, bozukluklarini gostermez miydi?

    neye baglandigimizi biliyor muyduk?

    bize birisine niye baglandigimizi sorduklarinda, "cunku guzel" diyorduk, "yakisikli, zeki, guclu, yetenekli;" bir insanin sevilmesi icin gecerli oldugunu kabul ettigimiz nedenleri siraliyorduk.

    ama belki de gucsuzluklere, zayifliklara, bozukluklara baglaniyorduk.

    biz, "baglanmayi" hep zirvelere dogru bir ucus olarak anlatmaya calisirken belki de baglilik, olumun, deliligin, kuskunun, bencilligin, bozulmanin karanlik ucurumlarina dogru bir kendini birakisti.

    baglandiklarimizda, her zaman baskalarinin gormedigi bir "acinacak" yan bulmuyor muyduk, bize en cok aci cektirenlerde bile daima bizde sefkat uyandiracak bir kirilganligi gormuyor muyduk?

    baglandigimiz insanlar, baskalarina ne kadar guclu, akilli, guzel, yetenekli gorunurlerse gorunsunler, biz onlarin baslarina safliklarindan, cocuksuluklarindan, gucsuzluklerinden dolayi kotu bir seyler geleceginden tedirgin olup, onlari korumaya calismiyor muyduk?

    bir insana baglanmak bizi ne kadar zayif ve caresiz kilarsa kilsin, bizim canimizi ne kadar yakarsa yaksin, biz gene de baglandigimizda kendimizinkinden daha zayif ve caresiz bir yan sezmiyor muyduk?

    genellikle de bu sezdiklerimiz dogru degil miydi?

    sanirim kuvvetli baglari, baglandiklarimizdaki buyuk zayifliklar guclendiriyor.

    buyuk asklarin, buyuk bagliliklarin icinde daima biraz acima da bulunuyor; bizi uzduklerinde, bize ihanet ettiklerinde bile bu yaptiklarinin onlarin zayifligindan kaynaklandigini dusunup, icinde cirpindigimiz derin kedere ragmen onlar icin endise ediyoruz.

    kendimize dahi aciklamadan, onlarin oleceginden, delireceginden, yalniz kalacagindan, hastalanacagindan, bizi ceken o karanlik zayifliklarinin icinde bizsiz yokolacaklarindan korkuyoruz.

    baskalari, onlarin en parlak yanlarini gorurken, biz en karanlik yanlarini goruyoruz.

    o pariltiyla, o zifiri karanligin birlikte olusturdugu tuhaf girdap cekiyor bizi icine; pariltilarina geliyor, karanliklarinda kayboluyoruz.

    hamlet ofelya'ya romeo julyet'e niye baglandi?

    ikisi de cok guzeldi.

    biri delilige biri olume yakindi.

    olume, delilige, ihanete degen bir guzellige, bir guce, bir basariya kim bigane kalabilir ki?

    kalamaz ve baglaniriz.

    birine baglanmadan once, "baglandigimda aci ceker miyim" diye korkarken, baglandiktan sonra "acaba o aci cekecek mi" diye korkmaya baslariz; kendi acilarimiz bize tahammul edilebilir gozukurken, kendimizi her aciya dayanabilecek gibi hissederken, onlarin hicbir aciyi tasiyamayacaklarindan, kendi acilarinin altinda ezileceginden cekiniriz.

    terkedildigimizde bile, butun kizginligimizin arasinda "simdi bensiz ne yapacak" diye sorariz kendimize.

    bir insan bir insana niye baglanir?

    niye baglandigimizi kendimiz bilir miyiz?

    akilli nedenler buluruz duygularimiza ama asil neden aklin sizmadigi kuytuluklarda gizlidir.

    o gizli kuytulardaki zayifliklar niye ceker ki bizi?

    kendi zayifligimizdan mi?

    yoksa, baglanan, kendini baglandigindan daha saglam mi gorur, kendi cektiklerine baglandigi insanin dayanamayacagina mi inanir; baglanmak bir gucsuzluk gibi gorunurken acaba baglanan kendi gucunu mu hisseder bu baglilikta?

    guzel ve guclu bir zayiflik, karanligi isikli bir siyahliktan olusan bir ucurum gibi ceker bizi, bir kere egilip baktiktan sonra gozlerini almak kolay degildir.

    karanliklara baglaniriz ama parlak ve alevli olanlarina.

    boylesine parlak karanliklar ise ancak olumde, derinlikte, ihanette, yalnizlikta bulunur.

    ve, baskalari onlarin parlakligina hayran olurken biz karanligina acir ve esir duseriz.

    onun icin baglanmak ayirir bizi diger insanlardan.

    digerlerinin meyveleri toplayip yedigi bir bahcede, o meyvelerin bozulmasindan elde edilmis lezzetli ve yakici ickileri icmenin sarhosluguna, o ickiyi kesfetmis olmanin ve kalabaliklardan ayrilmanin hazziyla birakiriz kendimizi.

    "niye baglaniriz bir insana" diye soruldugunda, "ickileri meyvelerden cok sevdigimiz" icin deriz.
  • tek taraflıysa tehlikelidir. o bağları kopartma zorunluluğu kolunuzu kesmek kadar acı verir.
  • dusa girildiginde suyu acmadan, onunla ilgili kurulmus hayaller ile yikanmaktir. tum kaygilarinizin merkezine onu yerlestirdikten sonra yavasca musluga uzanmaktir. akan su ile onun icinde oldugu tum dusuncelerin gidecegini umut etmek ve bir an icin silinmeyi arzulamaktir kayginin kayit defterinden...

    baglanmak sorunlarini sorunlarim haline getirmek, sorumluluk almaktan keyif almaktir. baglanan sey aslinda pineal glanddir.
hesabın var mı? giriş yap