• ketcap artiklarinin seramik aralarini doldurdugu, ahsap kapli tavanda böcüklerin yasadigi, asil islevi fokur fokur kaynayan kallavi domates sosu dolu akvaryumda (kahverengi sos kirmizi gozuksun diye kirmizi lamba vardir genelde) sosisli, kenarindan zift irmagi akan tost makinesinde tost ve kat kat iç yagiyla arada etten meydana gelen döner ve mesrubat satmak olan azami 5 metrekarelik dukkan...
  • esasen fransızca atıstırmak manasına gelen kelimeden türeyen kelime.
  • 1 .içine sofra takımlarının konduğu dolap.
    2 .toplantılarda yiyecek ve içeceklerin konulduğu masa.
    3 .içki, yiyecek türü şeylerin satılıp tüketildiği yer
    (bkz: yildirim bufe)
  • bunlar garip nesnelerdir. bir nevi ailenin zevk ve servet mahzeni gibi. genelde salonda yer alırlar. misafir geldiğinde içinde sakladıkları porselen tabaklar masalarda yerlerini alırlar. üstlerine kâh dantel örtüler, kâh korku filminde figüran olarak rahatlıkla benzerlerine rastlanabilecek melek bibloları yerleştirilir. bazen plastik çiçekler. evinde bundan olunca, sadece bir sahibiyet değil aynı zamanda bir de grup aidiyeti tatmini söz konusudur. orta sınıf anneler babalar (ve bazı başka sınıf... ne de olsa insanoğlu sınıf sınıf, oda oda, bölük bölük, tabur tabur, bölge bölge, ülke ülke, kıta kıta kümelenmiştir, öyle değil mi? dünyayı anlamak için bu kavramlarsız yapamayız... büfeleri de öyle!?) , evlatlarının evinde büfe olmadığını görünce paniğe kapılıp, çocuklarının toplumsallaşma sürecinden geri kaldığını falan düşünebilirler. eğer, o dönem bir miktar paraları kaldıysa, evlatlarının evlerine büfeler nakliye ettirirler. daha da az miktar paraları varsa eski büfelerini armağan ederler. o fransız filmlerindeki evlere özenen, toplumsallaşma süreci, patlak otomobil lastiği gibi elinde patlamış olan çocuk ise önce biraz bozulur. "bir gelsin o büfe, üzerine meme, penis biblosu koyup kırmazsam anlamı kaç olsun!" diye söylenmiştir vakti zamanında. ancak, yavaş yavaş ana babasından gelen örfü sürdürmeye başlar. tül perdelerini sevmeye falan başlar. ah üzerine toz konmuş, diye tasalanıp dertlenmeye... sonra, o da bir gün evlenmeyecek ve bir çekirdek aileciğin anası, babası olarak görevini ifşa etmeyecek midir? yavrusuna bir büfe temin edememenin ızdırabını yaşamamak için bir iş bulup çalışmaya başlamayacak mıdır? ne gerek vardır bunca derde bunca komplo teorisine? yapacağı en güzel şey, yerdeki televizyona da hemen biraz para biriktirip bir televizyon sehpası alması, sonra bir kaç misafiri eve davet edip kışsa portakal, yazsa erik ikram etmesi falan olur. hatta falan demeyi de bırakırsa belki bir yayınevinin redüksiyon masasında küçük de çaplı da falan da olsa bir işçik edinebilir. bu tarz başka bir nesne de o evlerin çoğu ansiklopediden oluşan, (ana baba solcu orta sınıfsa o zaman rus klasikleri falan da vardır) kitaplıklarıdır.

    (bkz: kitaplık)
  • kaşarların dünya üzerinde en ince şekilde dilimlenebildiği yerler.
  • büyük meydanlar, hastane önleri, otobüs durakları gibi insan popülasyonunu yoğun olduğu bölgelerde, genellikle rizeli ya da rize'ye yakın illerde ikamet edip da istanbul'a göç eden kişilerin işlettiği, bilimum kâr getici, sürümden kazandırıcı hedelerin satıldığı ufak dükkân.

    (bkz: büfecilerin çoğunluğunun rizeli olması)
  • otuz yaşınıza kadar etrafınızda gördüğünüzde şaşırmadığınız, sanki hep ordaymışcasına algıladığınız, yeni evinizde etrafta yakında kendisinden olmayınca bir süre ekmek almaya bile arabayla gidince değerini anlayıp açılmasına sevindiğiniz, yüzünüzde gülümseme yaratabilen işletme de olabiliyormuş demekki.

    neydik ne olduk yaf, büfeye sevinir mi insan.
  • gösterişçi dolap.
  • bekir coşkun'a göre; tüfe, üfe değerleriyle çözümlemek yerine enflasyonun durumu için, büfeye bakmak gerekiyor. *
  • "....yoksul evlerinde zaman zaman da paradoksal bir durumla karşılaşılır. örneğin, apartman dairelerindeki geniş salonlar için tasarlanmış, o dairelerin alan büyüklüklerine ve tavan yüksekliklerine göre imal edilmiş büfelerle karşılaşılır yoksulun evinde. muhtemelen durumu daha iyi olan bir akrabanın, komşunun ya da gündelikçiliğe gidilen orta ya da üst sınıf ailenin, eskidiğini ya da modasının geçtiğini düşündüğü için değiştirdiği, ziyan olmasın ve bir işe yarasın diye de tanıdığı veya bulduğu bir yoksula verdiği bu büfe, yoksulun evine taşındığında bu eve oturmaz, yabancı kalır. çıktığı ev ile kurduğu biçim ve işlev ilişkisini bu evde kuramaz. "büfe" orta ve üst sınıf evlerinin gösteri(ş) mobilyasıdır. açık ve camlı bölmelerinde özel olarak yapılmış, yaptırılmış ya da satın alınmış kıymetli örtüler üzerinde kristal bardak takımları, porselen yemek takımları, değerli biblolar, süs eşyaları vb. ile bir de kullanıldığı tartışmalı ansiklopediler yer alır. kapalı gözlerde ve çekmecelerde ise çoğunlukla yalnızca misafir geldiğinde kullanılan örtüler, peçeteler, çatal-kaşık-bıçak ve yemek takımları olur. yoksulun evine taşındığındaysa büfenin açık ve kapalı bölmeleri, çekmeceleri çıktığı orta ya da üst sınıf evdeki gibi doldurulamaz. şimdi, bu bölmelerde çelik demlik ve çaydanlık takımı, cam çay bardakları, işportadan alınmış plastik karışımlı porselen (görünümlü) büyük fincanlar, ucuz yapma çiçekler vb. ile gündelik yaşamda herhangi bir işe yarayıp yaramadığı bilinmeyen ve hatta bazen ne olduğunu kavrayamadığımız şeyler durur. tüm bunlar büfeyi çıktığı evdeki gibi dolduramaz; hatta büfede garip bir boşluk yaratır. sonuçta, yoksulluğu örtmek, kapamak için eve getirilmiş ve özenle yerleştirilmiş büfe, içine yerleştirilen eşyaların onu dolduramaması ve onunla ilişki kuramaması nedeniyle yoksulluğu daha da fazla açığa çıkarır. buna ek olarak, büfe büyüklüğü, hantallığı ile yoksulun evinde bulunduğu odayı daraltır, evi ezer. odanın ve evin geri kalanında fazla bir eşya olmadığından, olsa dahi büfeyle girdikleri ilişkide bir uyuşmazlık olduğundan, büfe bir yandan evin boşluğunu açığa çıkarır, diğer yandan fazla doldurup boğar..."

    (ersan ocak, yoksulluk halleri, iletişim yayınları, sayfa 20)
hesabın var mı? giriş yap