• necmi erdoğanın istanbul ve ankara'daki bazı yoksul semtlerindeki kişilerle konuşarak derlediği röportajlar ve onların ışığında yapılan çıkarımların olduğu kitabı. kitapta madun kimdir? sorusu sorulurken, onları konuşturma işlevinin de ne kadar sorunlu bir iddia olacağı kitabın başında erdoğan tarafından tartışılıyor. bu yolda seçilen dilde dikkatli olmak adına kitabın dili fazlasıyla gri bir tonda, pratikler üzerine yoğunlaşılarak yazılmış. akademi ve bu tarz çalışmaların varlığı gereği bir iktidara zaten sahip olduğu gerçeği ise kulağa küpe.

    ama yine de alanında benzersiz bir çalışma ve sadece röportajlar bile yoksulluğun çarpıcı boyutlarını ortaya koyuyor.
  • annenin tavuk pişirdiği nadir zamanlarda ben kemiklerini sıyırmayı seviyorum demesi.
  • annelerin tencere dibini kazıması..
  • en çok değer bilme vakitlerinin oldugu haller..
  • editorlerinin (necmi erdogan+ersan ocak) zenginlik halleri isimli ikinci bir arastirma yapip kitap olarak basmayi dusundukleri ancak bunun icin destek ve de finansman bulamadiklari, okurken aglatan ve turkiyenin hangi gercekligini yasadigimizi sorgulatan kitap.
  • türkiyede şehirlere yaşanan göç ile peyda olmus son donem fakirliğini anlatan, gözümüze sokan özverili akademik çalışma.. öğrendikten sonra unutulan onlarca teorik kaynakların yanında oldukça sert duran bu kalın kitabı, türkiye hakkında atıp tutarken önlerini dahi görmemiş insanların kafasına geçirmek gerekir.. önce acıyı sonra da içinedekileri hissetmeleri gerekir bu insanların.. okuduktan veya göz gezdirdikten sonra kendinize ve çevrenize bakıp tiksinmemeniz, yaptıgınız israfların kimileri için ne kadar önem taşıyabilecegini anlamamanız için kör-topal veya mal olmanız gerekir diyerekten kişisel tabanlı bir eleştri de yapmak isterim..

    tabın biraz da içeriginden bahsedeck olursak; özellikle son dönem içerisinde şehirsel diye bilecegimiz yoksulluk tipolojisi hakkında yapılan bu araştırma şehirde yaşayan yoksul insanların gevşeyen akrabalık ilişkileri çercevesinde ne kadar zor durumlarda kalabildiklerini gözler önüne seriyor.. özellikle cumle cumle içkarartıcı başıklar, yoksullugu en iyi özetleyen haller.. fazla konuşmak gereksiz..
  • **meyva isteyen çocuguna ekmek ile meyvanın karşılaştırmasını yaparak meyva yememeleri gerektiğini anlatmaya ve çocugunu avutmaya çalışan anne..
    **kocasından gizli, dikiş kursuna gidiyorum bahnesiyle belediyeden haftalık yardım almaya giden kadın..
    **nerde ne hallerde çalışacagı belli olmayan karısını koruma içgüdüsüyle çalıştırmayan ama çocuklarının yuzlerine bakamayan baba..
    **belediyeden alınan yoksulluk kartı ile ekmek sırasında ucuz ve bol ekmek almak için bekleyen çocuk.. ve bir aydır bogazından et gecmeyen cocuk..

    kitap içerisinde geçen bu halleri aktarmak empati taklidiyle prim yapmak mıdır diye sorarsanız yoksulluk halleri isimli kalınca kitabımla peşinize düşer, zorla okuturum size bu kitabı..
  • kapak fotografi alaz soytemize ait olan iletisim yayınları kitabı.
  • necmi erdoğan 'ın editörlüğünde yeni baskısı iletişim yayınları tarafından yapılan kitap. "türkiye'de kent yoksulluğunun toplumsal görünümleri" alt başlığını taşıyan kitabın ilk baskısı de:ki demokrasi kitaplığı yayınevi'nden çıkmıştı. birazdan vereceğim alıntılar da bu ilk baskıya ait olacak...

    necmi erdoğan, aksu bora, ersan ocak, kemal can, ahmet çiğdem, mustafa şen, ömer laçiner gibi isimlerin yazılarından oluşan ilk bölümde -ikinci bölümde yer alan mülakatlara da atıfla- hane geçindirme pratikleri, maduniyet, yoksulluğun temsili, yoksulluk ve dinsellik, yoksulluk ve milliyetçilik merkezli konular tartışılıyor. şüphesiz bu yazıların hepsi ele aldıkları konunun hakkını vermek konusunda herhangi bir eksiklik taşımıyorlar. bununla birlikte okuyucuyu, en azından beni, etkileyen ikinci bölümde yer alan mülakatların yapıldığı ailelerin, insanların söyledikleri oluyor... önce 4 mülakat örneği ile başlayalım:

    - "dünyanın maddiyatı insanı insan etmez": şafii mezhebine bağlı, "zorunlu göç" nedeniyle istanbul'a gelen üç arkadaşla (aynı zamanda akrabalar) yapılan bir söyleşi bu. bu lafı, bu üç arkadaştan agah söylüyor. bu söyleşide zenginlik ruşen'in ağzından şöyle bir nedene bağlanmış: "kafası çalışmak" ve "iş bilmek"... ruşen'in deyişiyle: "işini bilmedin mi her gün göt üstü gedersin"...(s. 222)

    - "bu dünyanın hepsi zenginin dünyası mıdır abi?": g.doğu'dan istanbul'a göç eden cemşid ve eşiyle yapılan bu mülakatta "zengin, fakirin halinden anlamaz. anlasa o kitapsızlığı yapmaz, zalimlik, zulümlük yapmaz", "ben ne kadar zengin olsam o kadar fakiri ezeceğim...allah bana zenginlik vermesin, ben normal bir hayat istiyorum", "artık dünyanın sonu gelmiştir abi, yani acıma duygusu yok"...(s. 235) gibi ifadeler dikkat çekiyor.

    -"özlem, vatan...ne bileyim işte": tarlabaşı'nda oturan, eşi hapishanede, kendisi de verem tedavisi gören nesrin hanım'la yapılmış bir mülakat. "iki ayda bir kere tavuk alabiliyoruz" diyen nesrin hanım, eve en son ne zaman tatlı alındığını bir türlü hatırlayamıyor, çocuklar şeftali istediğinde ekmek parası gitmesin diye alamamış ve bu yüzden ağlıyor, insanların kediye köpeğe yardım etmeden önce kendilerine yardım etmesini istiyor, ayda 100 ytl ile geçinileceğini düşünüyor. (s. 238-248)

    - "yazılsın! benim yanlışlıklarımı da siz düzelterek güzel bi şey...": gazi mahallesin'den ramazan'la yapılan mülakat. medyanın dolar savuran adamlara ilişkin yaptığı haberleri görmek istemediğini söylüyor. ailesi kuru ekmek yerken, ailesinin bu görüntülerden etkileneceğinden korkuyor, en beğendiği politikacı saadettin tantan, insanlara iş verdiği için sabancı'yı da takdir ediyor. (s. 252-259)

    evet, bunlar sadece dört örnek. mülakatlarda; "ilerde çocuğumun başına kakabilirler" korkusuyla akrabalarından yardım istemekten çekinen kadınların (s. 279), zenginler şımarık olduğu için onlar gibi olmak istemeyen çocukların (s. 293), "kimsenin malında şu kadarcık gözüm yok, çünkü o kazanmış etmiş, helal olsun" diyen ama sürekli kendilerinin hor görüldüğünden şikayet edenlerin (s. 329), deniz feneri programına devlete bağlı bir kurum, hatta devletin kendisi sanan (hatta mülakatı yapanlar "deniz feneri devlet mi?" diye sorduğunda, "devlet değil mi?" diyerek şaşırıyor) ve kahvaltıda sadece çay ve ekmekle beslenenlerin (s. 462-463)... özetle dışlanmış ve unutulmuşların hikayeleri var.
  • kitapta sanırım ömer laçiner bahsediyordu, 'taşra yoksulluğu' pek rağbet görmediğinden midir nedir, uzun bir süredir hep kent yoksulluğu konusunda araştırmalar yayınlanıyor(muş). kitabın ikinci bölümündeki 'haller'i okuyunca ise kent yoksulluğunun içindeki taşra yoksulluğu oranı sebebiyle bütünleyici bir özelliği olduğunu da görmek mümkün oluyor.

    bizim orta sınıf'ın çoğunlukla yalnız tesadüf ettiği ve bahsini açarken manevi, sembolik bir mesafe koyageldiği insanı, çevresi ve coğrafyası ile bölünmez bir bütün olan alt sınıf dünyasını şoparlaştırmadan anlatabilen, 'ora'da yaşanan hayatlara pek alışık olmadıkları gözleri ve kulakları çeviren müthiş bir toplama. denk geldiğinizde psikolojinizin bir köşesine ötelediğiniz ve anlambilimsel tutaçlarla izah ettiğiniz bu dünyayı biraz da bizim rıza gösteriyor oluşumuz sebebiyle yaşamak zorunda olan birilerinin varlığını kriminal, estet perspektif dışında görmekten azade edilmek ise, yine takdir edersiniz ki, kafa düşüren bir tecrübe. zengin olmasan bile, daha zengin olmanın değil, daha zenginliğe eyvallah çekmenin verdiği psikolojik baskı ağır, delirmek işten değil.
hesabın var mı? giriş yap