• magda szabo'nun türkçe'ye kapı ismiyle çevrilmiş etkileyici, otobiyografik unsurlar barındıran romanı. aynı zamanda bu kitap bol ödüllü bir filme de hayat vermiştir. istvan szabo tarafından the door ismiyle filmleştirilmiştir.
  • kapı, enteresan hayat hikayesi olan bir kadının geçmişini kilitli kapılar ardına saklayıp dünyaya karşı dimdik duruşunun hikayesi.
    eğer dostunuz sizinle düşünce konusunda sonuna kadar ters düşüyorsa, size ölümü pahasına o kapıları korumanızı söylüyorsa siz ne yaparsınız? onun ölümüne göz yumup sırlarını sonsuza kadar saklar mısınız yoksa hayatını kurtarıp tüm sırlarını açığa mı çıkarırsınız? gerçekten okuyucuya ahlaki bir ikilemi sorgulatan, başarılı bir kitap.

    merak edenler için;

    https://www.instagram.com/…gxgj/?taken-by=bookogina
  • "insanın evine ne gibi mutluluk verici veya ölümcül bir haberle döndüğünü kimsenin merak etmemesi gibi kolay kolay alışılamayacak bir deneyimle yüzleşiyordum. neander vadisinin tarih öncesi insanı da, eminim, ağlamayı ilk olarak tek başına alt edip sürükleyerek evine getirdiği hörgüçlü yaban öküzünün yanı başında, verdiği mücadelenin öyküsünü paylaşabileceği, ganimetini ve aldığı yaraları gösterebileceği birini bulamadığında öğrenmiştir."
  • bir kadın var, çok güçlü. sevmiş, sevilmiş, devrimler görmüş.

    ama sonra bir şeyler yaşamış, her yaşadığı insanlardan bir adım daha uzaklaştırmış onu. sonunda kendi dünyasına çekilmiş; dünyası ile dış dünya arasına kendisinin ve komşusunun köpeğinden başka kimsenin geçmesine izin vermediği bir kapı koymuş.

    bu kitapta o kapının hikayesini görüyorsunuz. yazar sonunda kapıyı bizlere de aralıyor, ağızda buruk bir tat bırakıyor.

    tam bir hayat kitabı.
  • ağlatan nadir kitaplardan üstelik hikayesi var bu kitabın ve yine her zamanki batıl inancım gibi bunun da doğru zamanı beklediğini kabul ediyorum.

    altı ay önce metro ile işten dönerken çaprazımda oturan kadının okuduğu kitabın adını merak ettim. birkaç defa kaldırdı ama kapağı tam o açıya denk gelmedi. sonra onun da elimdeki kitabın kapağına baktığını fark edip kadının göreceği şekilde kaldırdım. buzul çağının virüsü'nü okuyordum ve diğer vüs'at o bener kitaplarına bakmak için çankaya yky'ye gidiyordum. önce kızlarağası'na uğrayıp birkaç yere daha girdikten sonra kitapçıya geçtim. kitaplar arasında gezerken bir baktım metrodaki kadın. artık farz oldu deyip tanıştık uzun uzun konuştuk. üniversitedeyken erasmus ile macaristan'a gitmiş o arada tanışmış magda szabo ile de. tüm kitapları çok güzel derken kapı'ya karar verdik. kadınla çıkışta kahveye gittik.

    başka kitaplar aldım sonra başka kitaplar okudum, buna birkaç defa elim gittiyse de kapağını bile açmadan geri koydum. dün işe giderken okurum diye alıp yolda başladım. 50'li sayfalarda kitapçıda tanıştığım kadına teşekkür mesajı attım. 102. sayfada başka birine uzun bir mektup yazdım. 103. sayfada bir sayfa daha okuyamayacak kadar etkilenip bir sayfa ile o anki okumamı sonlandırdım. sevdiğim bir kitaba bunu yapmam için çok sevmem lazım. -son cümle aşırı saçma oldu yine de silmeyeceğim.-

    dili nasıl da sade, üstelik olaylar iç içe değil dolaysız, zamanda ileri geri yapsa bile ip gibi akıtmayı başarmış ne güzel bir kurgusu var.

    kitabın bende uyandırdığı duyguya gelince: anlaşılmayacağına inanmanın verdiği yalnızlık ya da daha acımasız olanı; anlaşılma korkusu, anlaşılma ve anlaşılabilecek kadar basit olduğunu kabullenme.

    -buradan sonraya kitap bitince edit gelecek hâlâ 103'teyim-
  • "insan o kadar kolay ölmez, bunu bilin, yalnızca ölecek gibi olur, o kadar, daha sonraları ise çektiğiniz acı aklınızı başınıza öyle bir getirir ki size 'keşke yine aptal olsam, hatta sapına kadar aptal olsam' demeyi bile öğretir."

    "birine verebileceğiniz en büyük hediye onun acı çekmesine engel olmaktır."

    ıza'nın şarkısı kitabında annemi bulmuştum. bu kitapta ise hayatlarını ve karakterlerini savaşın, siyasi iç karışıklıkların, katlanılması hayal dahi edilemeyen acıların, yoksulluğun biçimlendirdiği büyükannelerimiz var.

    mesleği yazarlık olan anlatıcı "magduska" ile ev işlerine kendisine yardımcı olsun diye anlaştığı emerenc szeredas'ın iş ilişkisinden daha derine inen ve nasıl anlamlandıracağını yazarın da bilemediği hikayeleri var bu kitapta. emerenc hanım'ın işe girişi bile apayrı bir komedi. zaten emerenc'in yazar ile olan tüm diyalogları ya hüzün dolu bir trajedi ya sinir bozucu bir komedi.

    ıza'nın şarkısı kitabı üslup anlamında beni çok etkilememişti, daha çok hikayeye ve yazarın samimiyetine vurulmuştum. burada yazar anlatım diliyle de hayran bıraktırdı kendisine. romanın otobiyografik unsurlar taşıdığını bilmek hayranlığımı daha da artırdı diyebilirim. böyle yoğun duygular yaşayıp bunları bu kadar güzel kelimelere dökebilmek apayrı bir duyarlılık ve yetenek gerektiriyor gerçekten.

    pek çok okuyucunun dediği gibi, yazar ve emerenc'in her diyaloğu size yaşamınızı sorgulatacak cinsten. bundan sonra soran herkese önereceğim harika bir kitap.
  • pek severek okuduğum, okumamın günlerce sürdüğü bi kitap. hani konusu da anlatım dili de akıyor aslında, tekleten, bekleten, tıkayan bi yanı yok ama, emerenc'in söylediklerini, magduska'daki yansımasını kaçırmak istemeden okudum hep. dolu dolu geldi hissettirdi her sayfası, itinalı okumak gerekirmiş gibi hoşuma gitti.
    okurken aklımda iki şey dönüp durdu;
    bu kitabın filmi olur aslında, ki varmış. trailer bana hiç aklımdaki karakterleri ya da evi vermedi, ama olsun, filminin olması gerekliliği başka yerlerde de çınlamış. şimdi kitabı pek beğenmişken izleyebileceğimi düşünmüyorum da biraz zaman geçince bakacağım listeye ekledim.
    bir de neden bilmiyorum, okurken aklıma sürekli onca yoksulluk varkeni getirdi. bi şekilde kokuları mı benziyor, tadları mı, hissi mi bilemiyorum. durup durup düşündüm bunu.

    heh, bi de sonunu okurken azıcık ağlamış olabilirim.
  • etkileyici karakteri emerenc aracılığı ile yaşama sanatını ve iyi bir insan olmanın sanılandan daha farklı yöntemleri olduğunu anlatan enfes magda szabo romanı.

    magda szabo, bildiğimiz tüm kalıpların dışında bir yüce insan portresi sunuyor emerenc ile.

    emerenc ve köpek viola arasındaki ilişki de aklımda kalan noktalardan biri olmuştur.
  • şunu keşfettim: yaşı geçkin, evlenmemiş, çocuk sahibi olmamış kadınlar iki yoldan birine sapıyor. ya hayatla kavga halinde oluyor ya da hayata üstten bakan bir bilgelik yoluna sapıyor. sür pulluğunu ölülerin kemikleri üzerine’deki janina, kirpinin zerafeti’ndeki rene ve son olarak da kapı’daki emerenc bu tiplemenin şahane örnekleri. kapı’da, emerenc’in kulağı kırık köpek heykelini önce silip sonra yere çarparak kendi itibarını iade ettiği sahne çok etkileyicidir. modern zamanlarda altı oyulmuş “insan onuru”nun savaş zamanı insanı için önemini, onurda ısrarın bazen bir köpek heykelinde ısrar edip ardından aynı heykeli parçalamak gibi detaylarda saklı olduğunu göstermek ne de ince bir roman işçiliğidir…
  • “yazı, uysal bir efendi değildir; terk edilen tümceleri özgün nitelikleriyle sürdürebilmek kesinlikle imkansızdır, onları yeniden kaleme almaya başladığınızda metnin omurgası bükülür ve artık düz bir çizginin tutturulması asla olanaklı değildir. “ s.95
hesabın var mı? giriş yap