• bilgi üniversitesi sosyoloji profesörlerindendir. gecen yillarda can dündarin ibrahim talises belgeselinde programa telefonla katilip icinde "postmodernism, differentiation, neofreudyan, ampirik, gubidik" gecen bir tespitte bulunmustur. tespitten sonra can dündar ibrahim tatlıses'e dönüp "ne dersiniz ibrahim bey.." diye sorduktan sonra ibrahim tatlises dumura ugramistir, "valla herhalde dogrudur" demistir.
  • doğu batı dergisinin ideolojiler 3 sayısında "kafka'nın kehanetleri, arendt'in tanıklıkları" başlıklı makalesi yayımlanan profesör değil, doçent doktor.
  • asıl ismi arusyak tır.
  • lisans yıllarından bu yana, zerafetine, büyük laflara sığınmadan, basit basit, dizip de anlatmasına bayıldığım, çok zaman halini tavrını örnek aldığım sosyolog.

    bu gece ntv'de neden programında memleketin bir azınlığı olmadan radikalleşmeyi, karşı durmayı, hoşgörünün nasıl da olmadığını anlatıyor.

    ben bir kez daha hayran..

    bir de son görüşümden bu yana, vakit geçmiş, yaşlandığını gördüm de, bir esmer olarak beni bekleyenlere ona bakarak hazırlık yaptım..
  • mostar dergisi'ne röportaj vermiş.

    kapitalist sistemin devamı için tüketiyoruz: http://mostar.com.tr/detay.aspx?yaziid=598&sayi=28
  • doktorasını oxford üniversitesi'nde yapmış olan değerli bir bilgi üniversitesi hocasıdır.
  • star gazetesi açık görüş ekinde yer alan "hepimiz beyhudeyiz" başlıklı yazısında beyhude kelimesinin anlamı için ekşi sözlük'ten bir entryyi referans vermiştir.

    (bkz: beyhude/#17777956)

    ilgili yazı için:

    http://okumayeri.net/yorumlar.aspx?id=935&cid=7

    *

    hepimiz beyhudeyiz!/ prof. dr. arus yumul* - 30.01.2012

    dink ailesinin avukatı fethiye çetin karar açıklanmadan önce verdiği röportajda “dava 2007’de iddianame ile nasıl açıldıysa, bugün mütalaa ile aynı şekilde kapanacak” şeklinde kaygısını dile getirip “başlangıçta güçlü bir irade tarafından çizilen sınırdan bir adım ileriye gitmek bile mümkün olamadı. demek ki bütün o çabalarımız buza yazılmış. hepsi eridi gitti. bu dava açıldığı gibi bitirilmek isteniyor” demişti. (http://yenisafak.com.tr/roportaj/?i=362313). dava ile ilgili karar açıklandıktan sonra ise habertürk televizyonunun “kendinizi nasıl hissettiniz” sorusuna “kendimi beyhude hissettim, daha ne diyebilirim” diye cevap verdi. senelerdir davanın ardındaki karanlığın aydınlatılması için verdiği çabalar boşa gitmişti ne de olsa. ekşi sözlük’te bir girdi ‘beyhude’ sözcüğü için: “bir sözcük bu kadar mı güzel olur, anlamına bu kadar mı yaraşır. hep şöyle gelir bana: vermekten yorulmuş ve verdiğinin onda birini alamamış biri, yorgunluğun, argınlığın ve dargınlığın tükettiği nefesinden kalanları bu son sözcüğe harcar, sonra omuzları düşer: beyhude” diyor.

    “her şey yorucu,

    sözcüklerle anlatılamayacak kadar.

    göz görmekle doymuyor,

    kulak işitmekle dolmuyor.

    önce ne olduysa, yine olacak.

    önce ne yapıldıysa, yine yapılacak.

    güneşin altında yeni bir şey yok.

    var mı kimsenin, ‘bak bu yeni!’ diyebileceği bir şey?

    her şey çoktan, bizden yıllar önce de vardı.

    geçmiş kuşaklar anımsanmıyor,

    gelecek kuşaklar da kendilerinden sonra gelenlerce anımsanmayacak”

    vaiz (1: 8-11)

    beyhudelik duygusu pek çok kesimde yaşanıyor. kararı verenin dahil kimsenin bu kararı sahiplenmemesi, sorumluluk almaması bu hissi pekiştirip, güçlendiriyor. tam da burada ufuk uras’ın sorduğu “marslılar, merihliler mi verdi bu kararı?” sorusunu sormadan edemiyor insan. sonuçta kimse sorumlu değilse, o zaman kimsenin eksiğinden, kusurundan bahsetmek de mümkün değildir. eğer kimse kusurlu değilse hiçbir şeyin pek de fazla ehemmiyeti yoktur.

    ermenilerin bu topraklardaki “beyhudeye çıkarılma”larının tarihi yeni değil. on dokuzuncu yüzyılın sonundan itibaren devam eden ve süreklilik arz eden bir süreç. ailenin, ocağın, çiftin çubuğun dağılmasının, yitim ve tahribatın, evsizliğin, yurtsuzluğun, emeğin defaatle boşa gidişinin tarihine işaret eden bir tarih bu tarih. hrant dink’in “atlantis uygarlığı” adını verdiği 13 kadar çelimsiz ilkokul öğrencisiyle birlikte elleriyle, emekleriyle canla başla inşa ettikleri tuzla kampı’na devlet tarafından el konulması hikayesi “beyhudeye çıkama” faaliyetlerini özetlemeye yetecektir: “tam üç yıl boyunca çalıştık çabaladık ve o dümdüz çorak araziyi giderek yeşillenen, giderek renklileşen, üzerinde binalar yükselen ve görenlere ‘aaa! buraya insan eli değmiş, burada insanlar yaşıyor’ dedirten bir yer haline getirdik (...) gelen imrenir, gören imrenirdi. aşkolsun derdi herkes. (...) geçenlerde tuzla kampı’nı anımsadım yeniden. çalınan gasp edilen ‘çocuk emeğim’i sorguladım usumda. şimdi ne bekleniyor benden? ‘helal olsun’ mu diyeyim yani? yoksa... ‘aşkolsun mu?’” (hrant dink, “aşk olsun,” agos, 5 temmuz 1996).

    hrant’ın atlantis uygarlığı

    hrant dink tam da bu “beyhude çıkarılmaya”, yok sayılmaya, göz ardı edilmeye, unutulmaya terk edilmeye karşı çıkıyordu. sems-i tebrizi’nin kırk kuralından yirmincisi olan “yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. gerisi zaten kendiliğinden gelir” kuralını andıran bir ilkeyle yola çıkmıştı. onu da “beyhudeye çıkarmaya” çalıştılar, söylemediği sözlerden yargıladılar, yalnızlaştırdılar, itibarsızlaştırmak için her türlü yola başvurdular. kendisini anlatmaya her çalıştığında çevresine onun sesini bastırmaya çalışan, gürültülü seslerden oluşan kalın bir duvar ördüler. öldürüldükten sonra da bu çabalarından vazgeçmediler. neredeyse öldürülmesinden “haksız tahrik” imasıyla kendisini sorumlu tutmayı denediler, tıpkı ermenilerin başına gelenlerden yine ermenilerin sorumlu tutulması gibi: dava’nın 24. duruşmasında tutuksuz sanıklar ersin yolcu ve ahmet iskender’in avukatı feyzullah şama “hrant dink belki iyi biriydi ama bu ülkenin hassasiyetlerini anlayamadı. örneğin ahmet kaya, türkiye’de yapamayacağını anlayıp yurtdışına gitmişti. sıkıntılı ortamlarda derdini anlatamayacağını anlayıp gitmek gerekebilir” demişti. bunun üzerine fethiye çetin, “hrant dink bunu hak etmişti diyorsunuz yani” diyerek isyan etmişti. (http://www.birgun.net/…16&day=10&month=01&year=2012). buradaki varılmak istenen noktayı ali ersen erol “sen orada öylece yatarken kendini suçluyordun belki de. fark etmen gerekirdi, uyanık olman gerekirdi. hepsi senin hatandı. olanlar için seni işaret edeceklerdi. sen kaşınmıştın. sen orada öylece yatarken, belki de görmüştün bu günleri sonsuzluğun zamana açılan penceresinden; ve o an her şey yerli yerine oturmuştu.” (http://www.futuristika.org/…nd/politik/agir-bi-yuk/) sözleriyle hicvediyordu.

    sarkis seropyan’ın türkiye’de ermeni olmayı gelmesi kaçınılmaz olan depremi beklemeye benzeten “hep aynı zihniyet: yine bunların sesi çıkmaya başladı. bir tokat atmak lazım” hrant dink’ten sonra insanlar gitmeyi düşünmedi değil. gidenler de oldu. yine de gidecek. her operasyondan sonra ermeniler, ‘10 sene geçti, operasyonu yedik. bir on sene daha rahatız, bu arada yavaş yavaş gideriz’, diye düşünürler. ama zamanla unuturlar, gitmezler. yeni operasyon olunca da ‘gidecektik, nasıl unuttuk’, derler. yani deprem gibi” (http://arsiv.sabah.com.tr/…805b8c9eaf6dfae59dc.html) sözleri, vaiz’in yukarda zikredilen sözlerini nasıl da çağrıştırıyor. aynı o sözlerin yansıttığı geleceğe, değişime kapalı, sürgit tekerrür eden, safhalarını tamamlayıp tekrar başlangıç noktasına dönen döngüsel zaman ve tarih anlayışını yankılıyor. ancak seropyan’ın sözlerini vaiz’in sözlerinden ayıran bundan sonra söyledikleri: “şimdi ise yavaş yavaş bir şeylerin düzeleceğine inananlar çoğaldı. hrant’ın ölümünden sonra bu kadar insanın, kalkıp bizimle birlikte yürümesi çok önemliydi. insanlarda demokrasinin yerleşeceğine dair umut belirdi. ermeniler ilk kez umutlu. gençler güzel şeyler düşünüyor. türkiye’nin geleceğini birlikte inşa etmek istiyorlar.”

    oysa bu destek tek başına gelecek için iyimser olmaya yetmiyor; sürekli umut ile umutsuzluk arasında gidip gelmek, bir uçtan diğerine savrulmak bunaltıcı bir beyhudelik hissini körüklüyor. davaya verilen desteğin, yaşadığı kandırılmışlık duygusuna tahammül etmesini mümkün kıldığını “sizin varlığınız bizi yaşatıyor” sözleriyle ifade etse de orhan dink, karardan sonra artık gücünün tükendiğini, tüm çabaların nafile bir uğraş haline geldiğini, yaşamın anlamsızlaştığını “benim ruhum gidiyor. ben gerçekten çekip gitmeyi düşünüyorum. ben çocuklarımı bu ülkede büyütmemeyi düşünüyorum. çocuklarımın yüzüne bakamıyorum. bunu anlatamıyorum” (“türkiye’nin nabzı” haber türk, 19 ocak 2012) feryadıyla dile getiriyor.

    varolmak değiştirmektir

    bu feryadı duymaya kaç kişi hazır? hala hrant dink’in “zehirli” türk kanından bahsettiğine inananlar ya da inanmamızı isteyenler var. hala hrant dink davasına on binlerin sahip çıkmasına şaşıranlar, hayıflananlar, itiraz edenler var, hala “bu ülkede onca adaletsizlik hem de diz boyu gezerken neden hrant hink davası tek adaletsizlikmiş gibi herkes isyanda?” gibi soruları sosyal medyada soranlar ve “o yürüyüşe katıldın da bu yürüyüşe neden katılmadın” minvalinde hesap soranlar ve hala hrant dink’i “beyhudeye çıkarma” gayreti içinde olanlar var. kimin beyhudeye çıkıp, kimin kalıcı olacağını, kimin göçüp gittiği gün ardında devraldığından daha iyi bir dünya bırakarak vaizin kehanetlerini boşa çıkardığını ve bu yolla bu fani dünyada ölümsüzlüğe eriştiğini bugün hala görüp anlamayanların hatasını yazmayı geleceğin tarihçilerine bırakayım. lakin ipucu olsun diye godot’yu beklerken’de vladimir’in varoluşundan duyduğu şüpheyi dile getiren “eğer varsak, başkalarının zihinde, onlarla olan ilişkilerimizle ve onlar üstünde yaptığımız etkiyle varızdır” sözlerini hatırlatmakla yetineyim.

    arus@bilgi.edu.tr
  • çok seksi bir kadındır.
  • 29.11.2013 tarihinde habertürk'te hınk deyicisi belkıs kılıçkaya'nın doğru açı (programın adı fazlasıyla jakoben değil mi uzman demokrat? diye sorasım var kılıçkaya'ya) programında boy göstermiş beyaz türk.

    anakronizmin dibine vurdukça vurdular belkıs'ıyla birlikte. ay minnoşlar, ne güzel anlaşıyorlardır bunlar özel hayatlarında görüştüklerinde. "eskiler ne kötüydü di mi şekerim" modunda bir boş muhabbet ama sadece cihangir cafelerinde. program boyunca yazıklandım durdum.

    en fenası da rize'yi makineli tüfekle tarayan hamidiye zırhlısının kimseyi öldürmemiş olduğunu duyunca pek üzüldüler. bir de istiklal mahkemesinin mezardan çıkarıp astığı adam masalına da hocalar pek yüz vermeyince çok bozuldular. "neden herkes atatürk'ten nefret etmiyor allahım" diye kriz geçirebilirler her an.

    allah'tan cemil koçak hoca goygoyculuktan hoşlanmıyor olacak ki meydanı çok boş bulmuş bu şanslı türkiyeli kadınlara "abartmayalım arkadaşlar" modunda bakışlar atıyor.

    hoşuna gitmeyen cümleler kuran ve dedesi asılan ali topuz'un kaçtır sözünü kesip uber demokratlığını da gösteren sunucu gerçekten evlere şenlik. sevilay yükselir'in küfretmeyen hali, bülent arınç'ın kadın versiyonu.

    (bkz: beyaz türklerdeki kemalizm düşmanlığı)
  • marksizm 2014'te "1. dünya savaşı’ndan cumhuriyete: kim kazandı, kim kaybetti?" konulu toplantının konuşmacısı.

    http://www.marksizm.biz/program/
hesabın var mı? giriş yap