• bu aralar sosyal medyada bol bol gördüğüm tamlama.
    40 yaşındayım.
    bir tane örneğini görmedim.
    umreye diye çıkıp,soluğu ukrayna da alan bir çevrede yaşıyorum.
    elit ekşici tek dostum yok.
    25 senedir kahveye giderim.
    tribün kovalarım.
    bu irfana rastlamadım.
    bilen duyan görenler anlatsın hele.
    cahil kalmayalım.
  • (bkz: yunus emre)
  • huhucu çomar tayfaya kültür-sanat işportacılığı yapan birtakım yarı-okumuş cahil zibidinin diline pelesenk olan büyük yalanlardan biri. bunu yakıştırdıkları insan paçavraları sokaktaki sıradan yobazdan çocuk tecavüzcüsüne, hırsız elebaşından ali ismail'e son tekmeyi atan alçağa kadar nice orospu çocuğunu kapsıyor.

    anadolu irfanının cisimleşmiş hali için tıklayınız.
  • her 23 yılda bir, 23 günlüğüne ortaya çıkan irfandır. bkz
  • kuzenine yan gözle bakan, kuzeniyle evlenen hatta tecavüz eden , komşusunun tarlasına hayvan sokan, gizliden faize para yatıran, kimse fark etmeyeceği zaman her türlü pisliği mübah gören, zoofilinin cenneti olan irfandır...

    evet evet, ömründe hayvan sikmemiş, kuzenine yan gözle bakmayı aklından bile geçirmemiş, edebiyle ve yaşadığı çağ ile uyum içinde yaşayan, keyfiyle yiyip içip sevişip kimseye teşne olmayan, tecavüz haberlerine konu olmayan balkan türkleri bozdu bu irfanı evet..

    irfanını siktiklerim.

    yıllar sonra edit: bu konuda eşimle yaptığımız sohbetler sonucu fark ettiğimiz bir realite var. bir kaç balkan toplumu hariç bütün ırklarda bu durum normal ve yadırganmıyor. burada yadırgayanların soy ağacını çıkartsak onlarda dahi görebileceğimiz bir gerçeklik. türk toplumunda bunu red hali tamamen balkan etkisi (mustafa kemal ile gelen medenileşme hareketi, yıllar içinde ana yurda göç eden balkan türkleri vs...) balkan etkisi olmasa bu millet hatta bu entryi favlayanlar bile hala bunu olağan karşılıyor olacaklardı.
  • saçma sapan insanların elinde tanımlanarak heder olmuştur.

    anadolu irfanı, anadolu insanının doğadan ve kalbinden aldığı aydınlanmayı harmanlayarak bir konu hakkında edimde bulunmasıdır. yolu anadolu’dan geçen herkesin az çok bu irfanî tavrı rastlamışlışı vardır. bu irfana tanıklıkta burada din veya mezhep ayrımı yoktur. bu konunun örnekleri naiflik olarak algılanabilir fakat irdelendiğinde kendi kutsallarını barındıran bir ilkeler bütünü ortaya çıkacaktır. mesela dar anlamda komşusu açken tok yatmamak anadolu irfanının bir özelliğidir. yaratılana ve yaratıya saygıdan ileri gelir. böyle insanlar zarar veremez. verirse bin pişman olur, daha sonrasıda aynı hataya düşmemek için kendi kendini pişirir.

    ancak yolu anadolu’dan geçen derken oryantalist bakış açısıyla söğüt yaylasını, konya ovasını, erciyes’i, ani harabelerini veya iki nehir arasını (bkz: mezopotamya) değil, kırsalın ve kentin bizzat içinde kalan unsurların her birini kastediyorum.

    örnek vermek gerekirse, ilkokul öğrencisi bir çocuk teneffüste tuvalete gidiyor. hacetini giderip elini yıkayacak. bir de bakıyor ki sabun yerde. tam sabunu alacak, başka bir akranı koşarak geliyor: “lan mal, o sabun senin elinden daha pis!” diyor ve sabuna bir tekme atıp uzaklaşıyor. bizim çocuk ise umursamadan sabunu alıyor, güzelce temizliyor. sonra elini yıkıyor ve eviyede yerine koyup tuvaletten ayrılıyor. ne oldu şimdi? bir şey anladık mı? demem o ki anadolu irfanı biraz da bu sabuna hak ettiği değeri vermektir.
  • hasan ali toptaş romanlarında ve mustafa kutlu hikayelerinde rastlanan ; gerçekte artık var olmayan, bulunmayan irfan.
  • bu ülke topraklarında üretilen en büyük palavralardan biridir.
  • dünyada anadoluda varolan ve modernizmin etkisiyle ağır darbeler almış ve silinmeye yüz tutmuş bir bilgilenme türüdür.

    tanımlamaya geçmeden önce girilen entrylerin ve aşağılık kompleksi içinde yapılan olumsuzlamaların bir fotoğrafını çıkartmak anlamında bir alıntı ile başlayacağım..

    --- spoiler ---

    “oryantalizm”i bilenler bilir.

    ülkesini ve tarihsel serüvenini çiçek pasajı’nda içki sofrasında ya da “çılgın parti”lerde düşünmeye çalışan ekşicilerin “oryantal” leriyle pek ilgisi olmayan; ama turizmcilerinn bastırdığı karpostallarda istanbul’u genellikle ön planda bir oryantal dansöz ve kirli martıların uçuştuğu boğaz köpürüsü olarak tasvir eden “souvenire” lerle tarihsel arka plan anlamında pek ilgisi olan oryantalizm. yani “şarkiyatçılık.” doğu bilimcilik, ağırlıklı olarak , ortadoğu bilimcilik! islamiyet uzmanlığı, islam üzerinde ihtisaslaşmacılık. yöntemleri bilir, bulur, inceler, anlatır, tarif eder, jurnaller ya da bakımını yapar, tamir eder, gerektiği şekilde monte eder, geçimini onunla sağlar, kariyeri onunla kaimdir, hatta islamdan korunma dini vs… bilenler bilir.

    bir inanç ve toplum nizamıyla yukarıda sıraladığım türden bir ilişkinin gerçekte acıklı bir ilişki olduğu açıktır.

    .........

    bir inanç ve toplum sistemi, ancak gözleri açık, kulakları filtresiz kaşiflere açar kendini. aldığı disiplinin görüşünü daralattığı körler için – bir fili tarif etmeye koyulmuş körler için – yapabileceği pek bir şey yok. hele söz konusu eli mercekliler bir de kötü niyetliyseler, iyi niyetli bir “şeriat”ın (yol) yapabileceği tek şey onları “çarpmak” olacaktır.

    hilal, sarık ve eğri kılıç karşısında tüm iktidar ve uygarlıkları çatırdayan batı için doğu’yu batı’ya tanıtan, sırlarını çözmeye, zaaflarını tesbite uğraşan oryantalistler, özellike içinde yaşadığımız çağda kendi ülkelerinin, siyasi, kültürel ve ekonomik amaçları veya doktrinleri için doğu’yu/islam’ı yeniden üreten profesyonel saptırıcılara dönüştüler

    bazıları o kadar ustaca yaptırıyordu ki bu işi, ilk elde anlaşılamıyordu islam’ı aktarırken kompoze ettikleri saptırmalar. sonra sonra, satır aralarında , gerçeğin boyutunu oluşturan ayrıntılarda lawrence, osmanlı tarihi yazarı hammer, islam tarihçisi kaetani, pierre loti, lamartine gibi..

    benzeri bir uygulamayı gözden kaçırdığı şeyleri elde etmek için doğulular da başlatmıştı. zeki çocuklarını batıya “öğrenmeye” gönderdiler. ne var ki gönderilenler çocuktu ve sadece bazı meslekler edinmeleri için gönderilmişlerdi. yoksa, örneğin teknolojiyi doğuran sosyo-kültürel arka planı analiz için değil. onlarda gidip “jöntürk” oldular.

    tıpkı tokyo’ya dönerken “rock” ve “hamburger”i pekin’e paris fuhşu taşıyan elektronik öğrencileri gibi…

    ........

    “idraklere giydirilen deli gömleklerini “ paramparça etmiş merhum usta cemil meriç, şöyle demişti: “biz ne kendimizi tanıyoruz, ne de avrupayı. tarihimiz mührü sökülmemiş bir hazine. sosyologlarımız, bir kızılderili köyünü keşfe gider gibi alan çalışmalarına koyuluyorlar.. avrupa’yı avrupa’nın istediği kadar tanıyoruz.”

    yaklaşık yüz yıldır kafası kopartılmış ensemizde parti üstüne parti veren (boza pişirecek değiller ya…) ittihatçı uzantısı “mütegallibe” bir yerli batı var.
    ve bu batının oryantalistleri var…

    evet kendi ülkesinin oryantalistleri.. ülkesindeki rejim adına ya da hegemenyo lehine, ülke halkına karşı oryantalizm!..

    kulaklarına ezan okunarak isimleri konmuş, minarelerin gölgesinde büyüyen bu insanlar, her biri ayr bir yazı konusu öykülerden geçerek; sürekli kendilerini hor görüler inanılmaz bir şekilde yabancılaşma ile.

    halka, ellerinden alınmış iradelerinin anlam ve önemini anlatmaya koyulan, “sivil kurum” ları, “kızılderili köyünü keşfe gider gibi” merceğe almaya uğraşanlar..

    --- spoiler ---
  • irfan terminolojik olarak “bilme” anlamına gelse de bu bilgilenme türü rasyonel, bilimsel veya mantıksal bir bilgi türü değildir.. biraz gaybe dayanan, bizzat deneyimin içinden geçmiş, çoşku ve ızdırabı tanımış , olayların gerisindeki sırları bizatihi yaşayarak yaşamsalın içinden geçerek oturtmuş, geçmiş tecrübeler aracılığıyla aktarılmış bir gelenek olarak (hikayeler ve esatirler ) bilme (daha çok tasavvuf) varsayımına sahip bir kavrama türüdür.

    anadolu irfanı deyince ise işte bu yukarıdaki bilgilenme türünün yaşayan bir geleneği olarak algılamak mümkün olabilir.

    anadolu irfanını kuran ve bu toprakların her bir karesine bunu sindiren isimler geçmiş mutasavvıflar ve onların yaşayan geleneğidir.. bunun başlangıcını belki hoca ahmet yesevi ile başlatmak mümkün.. daha sonra gelen hacı bektaş veli, taptuk emre, yunus emre, mevlana celaleddin, nasreddin hoca ( ahi evren), baba ilyas, zahiri billah, fahreddin razi, sadreetin konevi gibi isimlerde bu irfanın yaşayan ve yaşatan bir geleneğe dönüşmesini sağlayan kişilikleridir..

    bu meyyalde anadolu irfanı denilince batılı anlamda bir bilgilenme türünden, aydınlanma felsefesinden veya poitivist bir bilgi türünden asla bahsedemeyiz..

    mesela mesneviden bir irfan örneği verelim:

    --- spoiler ---

    hayvanların dilini öğrenen adam

    kurtların, kuşların dilinden anlayan musa aleyhisselama bir adam gelip yalvarır:
    - ne olur ey allah'ın nebisi bana da hayvanların dilini öğret de ben de konuştuklarından anlayayım. musa aleyhisselam izin vermez:

    - olmaz, der. sen onların konuştuklarını dinlersen sabredemezsin. arkasındaki hikmetleri düşünemezsin.

    ne var ki adam ısrar eder. musa aleyhisselam da adama ev bekçiliği eden köpekle kümes hayvanlarının dilini öğretir.

    sevinçle evine gelen adam çöplükteki köpekle horozun konuşmalarını dinlemeye başlar. bir ara köpekten şu sözleri duyar:

    - horoz kardeş, sen arpayla da buğdayla karnını doyurabilirsin. biraz ötedeki taneleri yesen de ekmek kırıntılarını bana bıraksan olmaz mı, benim karnım çok aç.
    horoz şu cevabı verir:

    - sabret köpek kardeş, yarın buraya ağanın bu ölen eşeğini getirip bırakacaklar, bolca et yer, karnını iyice doyurursun.

    bunu duyan ağa hemen koşar ahırdaki eşeği alıp pazarda satar. kendi kendine söylenerek döner:

    - iyi ki hayvanların dilini öğrendim, yoksa eşek elimde ölecekti.

    ertesi gün yine kulak kabartır çöplükteki seslere. köpek sitem etmektedir horoza:

    - hani ağanın eşeği ölecekti de ben de bolca et yiyecektim ya?

    horoz cevap verir:

    - ağanın eşeği öldü ölmesine de, satın alan zavallının elinde öldü. ağa açıkgözlülük edip eşeği sattı. ama üzülme, bu sefer ağanın atı ölecek. buraya getirip bırakacaklar, bolca et yer karnını doyurursun.

    ağa yine hızla kalkar, ahıra gidip atı alarak pazara götürüp satar. dönerken de yine söylenir:

    - iyi ki hayvanların dilini öğrendim, yoksa at da elimde ölecekti. gelip yine merakla kulak misafiri olur.

    bu sefer köpek daha yüksek sesle sitem ediyor:

    - horoz kardeş, beni yine aldattın. hani ağanın atı ölecekti ya?

    - ağanın atı öldü ölmesine de, sattığı zavallının elinde öldü. üzülme, bu sefer daha büyük bir ziyafete konacağız hep birlikte.

    köpek inanmaz.

    - hadi hadi yine beni aldatıyorsun.

    horoz kesin cevap verir:

    - hayır, aldatma falan yok. bu sefer ağanın kendisi ölecek, malına gelecek olan bu defa kendi canına gelecek. arkasından yemekler yapılıp etler pişirilecek, artanını da bizlere dökecekler, ye yiyebildiğin kadar. ağa bunu duyunca şaşırır, sağa sola koşuşturmaya başlar, yok mu beni satın alacak biri, diye söylenir. derken gece hastalanan ağa sabaha çıkmaz ölür. arkasından yapılan yemek, pişirilen etlerden artanlar çöplüğe dökülür, uzun zaman hayvanlar ziyafete konmuş olurlar.
    bu sırada horoz söylenir:

    - insanlar, "canıma gelecek olan malıma gelsin" diyebilselerdi de hileye başvurmasalardı. bunda da bir hayır vardır, diye düşünselerdi. bunu diyemiyorlar maalesef. sonra da mallarına gelen canlarına gelince pişmanlık fayda vermiyor...

    --- spoiler ---

    bu hikayede görüldüğü üzre buradaki “irfan” herhangi metodik bir bilgilenme ile elde edilemez.. gaybi bir bilgiden hareketle deneyimin içinden geçerek elde edilebilir..

    bir başka irfan örneği yunus emrenin şeyhi taptuk emreden :

    --- spoiler ---

    “ikazın cisimleşmiş hali bela.. ikaz işaretlerini anlamak lazımdır. hepimiz başımıza gelenlerden sonra eywah deriz. okusana bre gafil yazar işte kainat kitabında.. ama onun alfabesi okullarda öğretilmez..bilen bilirki şu kainatta konuşmayan, insana bildirmeyen hiçbir varlık yok. sen okuma bilmezsin diye boş değilya kainat kitabının sayfaları.. okuyana herşey ayan beyan ortada..

    kurt ile kuş ile, toprak ile konuşması süleymanın kainatı okuduğuna işarettir. dinler isen su konuşur, ağaç konuşur, dilsiz taşlar dahi konuşur.. dinle o vakit .. desinler sana sen kimsin ? nesin, necisin… nerden gelirsin nereye gidersin.. dinle hele.. dem hangi demdir desinler sana

    bildiğini bilme, bilmediğini bil..”

    --- spoiler ---

    burada ise insanın başına bir bela gelmeden önce ikaz edildiği , ikazın anlamayanın insanın başına yaptığı kötülüğü sürdürmesinden ötürü bela geleceğini vurgulamakta.. ikazı anlamanın yolu ise kainat kitabıdır.. kainatta herşey konuşmaktadır.. ancak irfan sahibi yani arif olan bunu anlar..

    son olarak canlı bir kişilik olarak “anadolu irfanını “ neye değdiğinin ( tam olarak tecessüm ettirmese de) şu video ile ilgililere çaktıracağını umuyorum.

    anadolunun bünyesinde “fani bedene kefen yaraşır” sözünü şiar edinmiş yunus emrenin üflediği ruhla sokakları arşınlayan , kendileri dışındaki insanları müminseler kardeş, değilse allahın emaneti olarak gören irfan sahibi şahsiyetleri hala barındırdığına inanıyorum. bu kimseler genel akışa rağmen mekanikleşmemiş unsurlardır ve mekanizmanın yozlaştığı dönemlerde bile toplumu yaşanılır kılan bu irfan sahibi, yani dünya düzenini ancak inancından geçen bir dolayımla kavrayp kabul eden insanlardır..

    sonu en arifler bile bilemez (gandalf)
hesabın var mı? giriş yap