• alman şartları tarafından düzenlenen ve kaynağını aydınlanma çağı'ndan alan entellektüel hayatın bir evresine değinen terim. bu dönemde almanya'da fen, felsefe, edebiyat, sanat veya sosyal hayatta oluşan çeşitli tezahürler "alman ideliazmi" başlığı altında konu edilir.

    aydınlanma'nın duyumlara öncelik veren ingiliz ve fransız temsilcileri ampirik (deneyimci) ve septik (şüpheci) oldular. dünya'yı kocaman bir makine olarak görüyorlar, hazcılıkı ahlak sistemleri olarak benimsiyorlardı.tarihi ise öznel bakış açısından yorumluyorlardı.

    alman çağdaşlarrı için ise durum tersinedir: düşünce, duyumdan önceliklidir ve baskın olan ampirizm değil
    idealizmdir. ahlaki sistemleri kişisel hevesler yerine evrensel geçerliliği olan normlar üzerine temellenmiştir. tarihi mantığa uygun süreçler şeklinde yorumlarlar. dünya'nın mekanik algılanışı yerine organik veya dinamik bakış geçer. doğa boşluğa ait olmasının yanısıra tinsel olarak görülür ve teleoloji denen öğreti ile yorumlanabilir.

    friedrich heinrich jacobi ve immanuel kant'ın ellerinde, david hume'un septisizmi ampirizmin etkinliğini yok eden silah oldu ve bu sayede idealizme giden yol açıldı. en azından almanlar için jean jacques rousseau'nun köktencilik'i aydınlanma'nın kültür ideallerinin değerlerini sorgulamayı gündeme getirdi ve onları zihnin yaratıcı gücündeki kültürün temel prensiplerini aramaya yöneltti. filozoflar için alman idealizmi kant ve onun takipçilerinin felsefesidir. edebiyat tarihçileri için ise goethe'nin kişiliğinden biraz daha fazlası olabilir; bu hareketin edebiyat yönünü neo-hümanizm olarak tanımlamak alışılmış olan olmasa da, hareketin bütününde es geçilemeyecek bir birlik vardır.
  • şöyle bir şey zannedersem: milletlerin olayları ele alma ve düşünme biçimlerini araştırmak üzere kurulan bir komisyon, amerikalı, ingiliz, fransız ve alman temsilcilerle bir araya gelir. istenen, seçilmiş bir konuda bir yıl boyunca araştırma yaparak bir rapor hazırlamalarıdır. konu "fil"dir. bir yıl çabucak geçer, komisyon toplanır ve temsilcileri beklemeye başlar. önce amerikalılar çıkagelir, küçük bir broşür hazırlamışlardır, rapor başlığı "fildişinin dünya ticaretinde yeri ve önemi"dir. sonra ingilizler gelir, ellerinde daha kalın bir kitap: "fillerin sömürgecilikteki rolü". sonra fransızlar gelir, hepsinden kalın bir kitabı koyarlar masaya: "fillerin aşk ve seks hayatı". derken son olarak almanlar girerler odaya, ellerinde beş ansiklopedi kalınlığında, zor taşınan, tuğla gibi bir kitap vardır: "fil kavramına giriş".
  • (bkz: riyazet)
    (bkz: protestan ahlakı)
  • johann gottlieb-fichte öldüğü zaman (1814), büyük fransız devrimi'nin yarattığı toplumsal çalkantı hala devam ediyordu. burjuvazinin içinden çıkmış olan fichte, bu sınıfın feodalite karşısında yapmış olduğu çetin müceadelenin en iyi temsilcisiydi. fichte'nin düşüncesinde, hayatın savaşkan ve dinamil yanı üzerinde durulmuştu. ama fichte'nin yapmış olduğu felsefi mücadele, fransa'da, feodalite düzeninin manevi ve fikirsel temellerini çökertmek isteyen burjuvazinin ileri sürdüğü maddeci felsefeden farklı bir düşünce sistemi ortaya koymuştu. bu filozof, fransa'da olduğu gibi iktidara devrimle gelmeyen, ama toplumun önemli noktalarına yavaş yavaş sızarak feodallerle ve kilise ile uzlaşma yoluna giden alman burjuvazisinin sözcüsüydü. yani, kilit noktalarını hissettirmeden ele geçiren sınıfın iktidarını temellendirecek bir felsefe yapmak durumundaydı. on dokuzuncu yüzyıl alman felsefesinin taşıdığı idealist karakter, burjuvazinin iktidarı ele geçirişinin farklı olmasından doğmuştur. alman felsefesinde bu çağda ortaya çıkan idealist akım, iktidara gelmiş olan burjuvazinin, durumunu sağlamlaştıracak temeller aramasının sonucudur. on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında, durumunu sağlamlaştıran alman burjuvazisi, muhafazakar bir tutum göstermeye başlamıştı. iktidara geçen burjuvazi, durmadan değişip duran gerçekliği görmezden gelmek ve kendi varlığının haklı çıkarılışını mutlak bir idede aramak zorundaydı. değişmeyeni ve mutlağı aramak, özellikle romantiklerde bir nostalji halinde dile geliyordu. (...) bununla birlikte, yeni idealizm daha canlı ve daha güçlü olması bakımından eski idealizmden farklıydı. yeni idealizmin, oluş kavramını varlığın temeli gibi almasının nedeni budur. ne var ki, bu idealist felsefe, oluşu ve değişmeyi zihnin bir saptaması olarak görüyordu. yani oluş ve değişme bir gerçeklik değil, düşüncenin bir belirlenimiydi; bir ideydi ve bu ide, dönüşümü ve hareketi kabul eden burjuvazinin iktidarı ve yarattığı formlar tarafından yönetiliyordu.

    [selahattin hilav - diyalektik düşüncenin tarihi, sosyal yayınlar, sf. 76-77]
  • en sık şu üç büyük filozofla anılır:
    (bkz: johann gottlieb fichte)
    (bkz: friedrich wilhelm joseph von schelling)
    (bkz: georg wilhelm friedrich hegel)

    friedrich heinrich jacobinin ve friedrich schleiermacherin de eklenebileceği bu akıma kimileri immanuel kant'ın da dahil edilebileceğini düşünür.
  • almanya’da 18. yüzyılda, kant’la başlayan ve daha sonra hegel, schelling, fichte
    gibi düşünürlerle devam eden felsefe geleneğine verilen isimdir.
  • felsefe tarihinde, evreni, onun kuşattığı varlık türlerini kavramak için, insan "ben"ini düşünce dizgesinin odağına yerleştiren, bütün sorunlara "ben"den yola çıkarak çözüm arayan ilk bilge fichte olmuştur. daha önceki dönemlerde insan ben'i, başka sorunlar nedeniyle ele alınmış ancak bağımsız bir varlık ilkesi olarak görülmemişti. özellikle islam düşüncesinde tasavvuf akımında ve hıristiyan felsefesinde insan ben'i üzerinde durulmuş, konuya inanç açısından bakılmıştı. fichte ise ben'i inanç ortamı dışında bir varlık olarak ele almıştır.

    fichte'nin felsefe sorunlarına, varlık alanına insan ben'inden yaklaşması uygarlık tarihinde alman idealizmi denen düşünce akımının doğmasına olanak sağlamıştır. idealist düşüncenin platon'dan kant'a değin değişik örnekleri ortaya konmuş, ancak fichte'de olduğu gibi, konuya doğrudan doğruya değilde, başka sorunlar nedeniyle yaklaşılmıştır. özellikle kant'ta zaman ve uzam bağlantısının önsel (a priori) varlığına dayanan kuramda alman idealizmi'nin kurucu öğeleri görülürse de, bunlarda fichte'nin dizgesindeki anlam bütünlüğü tartışmalıdır. fichte'nin geliştirdiği felsefe kuramı schelling, hegel, schleiermacher aracılığıyla daha geniş bir alana yayılmıştır. fichte'deki ben, schelling'de doğa ile tin arasındaki özdeşliğe dönüşür, ona göre felsefenin odağını bu özdeşlik (identitaet) oluşturur. hegel ise ben'in yerine tin'i koyarak, bütün oluş sorunlarının çözümünü tin'in açıklanışında arar. schleiermacher'de temel ilke duygudur. ben, özdeşlik, tin, duygu kavramları evreni, varlık türlerini açıklamak için birer odak diye alınmıştır, onların doğada somut birer varlık olarak düşünülmesi söz konusu değildir. işte alman idealizmi'nin başlıca özelliği de budur. bu idealizm schopenhauer'de istençten kaynaklanan bir kötümserliğe dönüşür. 19.yy sonlarında, hıristiyan anlayışından etkilenen ve insan ben'ini "kaygı duyan varlık" diye niteleyen varoluşçuluk da fichte'nin görüşünden esinlenmiştir. bunun izleri 20.yy'da heidegger, jaspers, marcel gibi filozoflarda görülür.

    edit: imla, düzeltme.
  • alman idealizmi, kant'ın felsefenin öncelikle düşünce ile dünya arasındaki etkileşim hakkında konuşması gerektiği önyargısını olumlayıp, graham harman'a göre insanlardan ayrı nesne-nesne etkileşimlerini doğabilimlerinin matematikselleştirme yöntemlerine terk ederken, kant'ın kendinde şeylerini ortadan kaldırır.
  • post-kantianism kavramının laciverdi olan hede. immanuel kant, bilgi kuramı ve felsefesi, bilimsel bilginin olanaklılığı üzerine öylesine saptamalar yapmıştır ki kıta avrupa'sının düşünce dinamiklerini ciddi ölçüde değiştirmiştir. fikirlerinin etkisi özellikle alman filozoflar ve ideologlar arasında hızla popüler oldu. fikirleri devamında hegel'den johann gottlieb fichte'ye kadar batı felsefesini derinden etkileyen filozofların felsefelerine kaynak teşkil etmiştir.
hesabın var mı? giriş yap