• melankolinin görüntüde renk bulabileceği en şiirsel hâli anlatan sinema örneği.

    filmin sonlarına doğru gelinildiğinde başrol hatun oyuncunun dakikalarca yürüdüğü ve sonrasında da yine uzuncana göz yaşı döktüğü bir sahneyi bizâtihi siz de yaşıyor, sular seller gibi akıyorsunuz. dibinden ayrılmayan kamera da sizsiniz, karakterin kendisi de.

    'gerçek zaman' anlatımında böylesine usta bir yönetmenin minimalist kalıpları kullanmada ısrarcı tutumundan vazgeçmemesini diliyor, filmdeki hikayeye istinaden 'yaşasın sinema aşkı' demekten başka birşey aklıma gelmiyor.
  • tsai ming liang'ı avrupa da ünlendiren, 1994 yılında macaristan- ingiltere ortak yapımı `before the rain ' filmiyle beraber beraber en iyi film ödülünü venedik film festivalinde paylaşan film.

    --- spoiler ---
    yönetmenin ilerde işleyeceği bütün konuları bu filmde görebiliyoruz. aşk, yalnızlık, fakirlik, eşcinsellik ve karakterlerin beden dilinden okunan melankoli filmin güçlü anlatımında işleniyor. uzun sekanslarda diyaloglar görmüyoruz, gördüğümüz diyaloglar da önem taşımıyor. hep işlediği çerçeveyi ikiye ayırmanın ilk örneklerini bu filmde izliyoruz.
    akılda kalan birçok sahne var. ama finaldeki ağlama sahnesinin yeri ayrı. insanın aklı hep müziklerle desteklenen klip tadındaki filmlere gidiyor; bu bağlamda karşılaştırınca yönetmenin önemi ortaya çıkıyor.
    --- spoiler ---
  • 1994'te altın aslan'ı kazanmış filmdir.

    15. uluslararası istanbul film festivali'nde ve 30. uluslararası istanbul film festivali'nde 'yaşasın aşk' adıyla gösterilmişti.
  • yaşasın aşk anlamına gelir. tayvali yonetmen ming-liang tsai nın 1994 yapımlı filminin adıdır. filmde aşk yoktur. ancak yalnızlaşan, amaçsız yaşayan, birbirleriyle mekansal olarak kesişen ama aslında her biri kendi içinde yalın halde yaşayan üç farklı insanın tenhalıgını çok guzel anlatmıştır. özellikle ısrarla uzayan sahneler yazarın stiline hastır.
  • ne yaşam, ne insan ne de sinema bu kadar basit değil...
  • yalnızlar rıhtımı. ama "meşhur tarihi yalnızlar rıhtımı" olup turist akınına uğramadan evvelki hâli.

    filmde kesişen sözler, bedenler ya da duygular yok pek. mülksüzler, mülkle kuşatılmış yaşamda yalnızlar, fakat kadın da adamlar da mekaniğin içindenden çıkamıyorlar.

    bazı devlet misafirhaneleri dışardan da müşteri alır. bir odada 2 kişi kalınır. bu han duvarları, birbirlerine sırtını dönüp yatarlar. asansörde bedenine diğerinin bu kadar yakın olması, kentliyi gerer. bir "yok sayma" kültürü gelişir. iş yaptığımız kişiyi rastlantısal olarak aynı gün 3 defa görsek dehşete kapılabiliriz. diğer taraftan, kalabalığın aktığı yere akarak daha güvende ve -bi umut- iyi niyetli bir fark edilebilirlik bulabiliriz fikrindeyiz. filmin sonunda kadın ağlarken, önündeki adam gazetesini okumaya devam eder. alt komşumuz haksızlığa uğrar, göz göre göre bir çok acıya tanıklık eder ve bürokratik vicdanımız olan sosyal medyadan duyarlar çağlarız.

    birbirimize bu kadar gereksinirken ama bu kadar da diğerinden tedirgin olduğumuz sarmal nola ki? yoksa, gerekenleri bütünleyip (iş, eş, bok, püsür) filme adını veren ama tam da yokluğuyla müsemma olan, eşrefoğlu rumi'nin "cihanı hiçe satmak"lık dediği aşk olmadığı için mi tüm bu hiçlik?

    geçen bir yerde savaş ve barış'tan bir alıntıya denk gelmiştim; "sevemediğimiz zaman uykuda gibiyiz ama sevdiğimiz zaman, tanrı'nın yarattığı ilk günkü kadar temiziz."
  • "yaşasın aşk" adıyla türkçeleştirilen tsai ming-liang filmi.
    1994 yılında "altın aslan"ı paylaştığı manchevski'nin "before the rain"ini epey severim; bu filmi aynı derecede sevemedim...
  • yanılmıyorsam sadece 3 oyuncu ile çekilmiştir. imdb sayfasında da sadece bu 3 oyuncu ve garsonu oynayan kız var, o da uncredited olarak geçiyor.

    --- spoiler ---
    hsiao-kang'in yatakta ah-jung'u dudağından öptüğü sahnede herif uyanacak ve bunun ağzını burnunu kıracak diye gerim gerim gerildim. sahnenin uzunluğu gerginliği arttırmış.
    --- spoiler ---

    bir yalnızlık filmidir.
  • acayip bir film. kelime anlamıyla acayip yani. insanın kafasına asılıp kalan filmlerden. sinema tarihinde çekilmiş en nihilist filmlerden biri bence. yalnız şu mezarlık benzeri ancak yakılan insanların konuldukları yerdeki sahneyi pek anlamlandıramadım. yönetmen sanki kısa boylu olan karakterin bir bok çevirdiğini ima etti ancak göstermedi. ayrıca karakter özel olarak buraya gelmek istemişti. aydınlatacak birileri olursa çok sevinirim.
  • çok küçük adımlarla ne kadar büyük mesafeler katetmiş dediğim filmdir. üstüne birkaç gün düşüneceğim.
hesabın var mı? giriş yap